29 Mayıs 1998
Son zamanlarda kendime her şeyin eskisi gibi olacağı yalanını tekrarlayıp duruyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, farkındayım. Düzelecek umudu onun söylediklerinden daha çok yıpratıyor. Saatin tama vuracağı korkusu iliklerime kadar işledi artık. Her an diken üstünde olmak, ne ileri ne de geri gidebilmek beni mahvediyor. Korku filmlerindeki gibi. Karakter aynaya bakıyor, aynadaki kendisi ondan bağımsız hareket ediyor. Tam olarak o sahne. Üstüne üstlük benimki konuşuyor, onun için on yıl öncesine ait mevzuların hesabını soruyor benden. Israrla yaşa! diyor yaşa artık! Seninki yaşamak değil. Bir kez olsun dur hayatına bak. Yaşamak- bu- değil!
Başıma gelenleri mantığımın hiçbir köşesine sığdıramıyorum. Hakkımda benden daha çok şey biliyor. Ne zaman ne düşüneceğimi, yapabileceğim hamleleri, her şeyi ben daha adımımı atmadan çok önce anlıyor. Söylediği gibi gerçek olduğunu düşünmeye başladım. Belki de delirmemişimdir.
Ne fark eder! Gün geçtikçe daha derine çekiyor beni. Kaçış yok. Her yerde. Aynalardan izliyor neler yaptığımı, kimlerle görüştüğümü, ne yiyip ne içtiğimi.
Üstlerini örtmeyi denedim, aynaları boyamayı, beni yansıtan her şeyi parçalamayı. Hiçbiri işe yaramadı, yaramayacak da. Bir şekilde bana ulaşmanın yolunu bulacak. Biliyorum.
3 Haziran 1998
Vücudumdaki izlerin acısıyla uyandım. Ne olduğunu hatırlamıyorum. Belki de sadece kötü bir kâbustu. Yağmur sesi bütün evi kapladı. Ama dışarıda yağmur yok. Yine benimle konuşmaya çalışıyor. Ondan korkmamam gerektiğini söyleyip duruyor. Sürekli. Sanki kafamın içinde.
Aynadan kendisini gösteriyor. Değişmem gerektiğini tekrarlıyor. Yine. Arka planı benimki gibi ama biraz farklı. Hem evim gibi hem de değil. Koltukların yüzleri değişmiş, eski. Ortadaki masanın yerini ahşap bir sehpa almış. Her şey yabancı, bir o kadar da tanıdık. Evim onunlayken farklı görünüyor. Düşüncelerim bulanık.
Kendine gel! Salağa yatma. Benden başka çaren mi var sanıyorsun? Etrafına doldurduğun o ikiyüzlüleri temizlemediğin sürece kendi sonunu kendin getireceksin. İşini elinden alacaklar. Yıllardır inşa ettiğin o biricik kariyerini jenga gibi keyifle yıkacaklar. Sen her söylenene inanmaya devam ettiğin sürece elinden aldıkları tek şey işin olmayacak, sana bunun garantisini verebilirim.
Yaşamanın sahte ilişkilerden, evle iş arasındaki o yoldan, nefes alıyor olmaktan ibaret olduğunu düşünmekten vazgeç artık! O kadar basit değil. Hiçbir zaman da olmadı. Sen çizgilerinden çıkmaktan bu kadar korkmasaydın müthiş bir geleceğimiz olabilirdi!
Geleceğimiz.
Tüm o fiziksel farklılıkların altında aslında gerçekten bana benziyor. Konuşması, sesi, hemen hemen görünüşü… Benim gibi.
Yaşamanın ne demek olduğunu anlamadığımı tekrarlıyor. Usanmadan yaşamak bu değil! deyip duruyor. Söyledikleri gittikçe dayanılmaz hâle geliyor.
‘’Yaşadığım zorlukları, yapmam gerekenleri bildiğini sanıyorsun. Hatta her şeyi bildiğini sanıyorsun! Belki de biliyorsun. Umurumda değil. Almak zorunda kaldığım kararların arkasındaki gerekçeleri yok sayıyorsun. Ne hakla! Ne hissettiğime dair hiçbir fikrin yok senin. Hayatı yaşamak için mücadele etmem gerekiyor. Durmadan. O çizgiler sayesinde şimdi işim, evim, arabam her şeyim var. Ailem sağ, arkadaşlarım var. Çok sık görüşemiyor olabilirim ama yine de hepsine sahibim. Gerçek mutluluk diye bir şey yok. Kimse aynı anda hepsine sahip olamazken ben istisnalardan biriyim. Hayalini kurduğum her şeye sahibim. Hepsi şimdi hayatımda. Seçimler yapmak zorundaydım. Anlıyor musun? Ara veremezdim. İstediğim hayata erişmek için fedakarlıklar yapmak zorundaydım. Zamanımdan vermek, kısmak, parçalara ayırmaktan başka çarem yoktu!’’ Çığlık çığlığa konuşurken gözyaşlarımı tutamıyorum.
Robot gibi boş boş bakıyor suratıma. Küstah. Söylediğim onca şeye rağmen en ufak bir mimik yok yüzünde.
Benim gibi. Ama üslubu, yüzü, görünüşü ben olamayacak kadar yıpranmış, alelade.
Sağ kaşından gözünün altına kadar inen bir yara izi var. Göz bebeği pınarına karışmış, kanlı beyaz. Yüzündeki kırışıklıklar almış başını gitmiş. Söylediğine göre yalnız, işsiz, ailesini kaybetmiş. Benden, yaptığım her şeyden nefret ediyor gibi bakıyor gözlerime. On yıl sonra onun gibi olacağımı tekrarlıyor. Hâlâ geç olmadığını, hayatımızı değiştirebileceğimi…
O birçok şey söylüyor ama benim aklımdan tek bir düşünce geçiyor: onun gibi olmaktan tüm hücrelerimle korkuyorum.
10 Haziran 1998
Geleceğimin habercisiymiş, öyle diyor kendisine. Ona inanmaya başlıyorum. Söyledikleri bir bir başıma gelmeye başladı. Belki de psikolojik. Kendini gerçekleştiren kehaneti kendi ellerimle kuruyorum belki de. Bilmiyorum. Ama içimden bir ses ona inanmam gerektiğini haykırıyor.
Bugün bana bir cenazeyi izlettirdi, kendi cenazemi. Şu an hayatımda olan kimse orada değildi. Tanımadığım üç beş insan helal ediyordu haklarını. Sanki bir simülasyondaymışım gibi usulca yaklaştırdı beni mezara. Beyaz kefeni araladığımda gördüğüm yüz onunkiydi, kırışık, bakımsız, mutsuz. İşte, dedi. Gerçekten yaşamaya başlamadığın sürece başımıza gelecek olan bu. Tanımadığın bir avuç insanla kılınacak cenaze namazın. Ânın değerini anlamadığın, gelecek diye çırpındığın, gerçekten seni seven insanların yanında olamadığın her an sen sürüklüyorsun bizi bu sona.
Dışarıdaki hayatı bildiğini sanıyorsun. Ne kadar mutlu olabileceğine dair en ufak bir fikrin bile yok. Yaşamak bu değil. Ev, iş sahibi olmak değil. Anılar, insanlar biriktirmek belki de. Gerçek insanlar. Sana gerçekten değer verenler. Fitnesiz fesatsız, koşulsuz şartsız yanında olanlar. Onlarla olan anlar. Kaç kişi var yanında böyle? Gözlerini öyle bir buğu kaplamış durumdaki aileni bile kenara koyup ‘geleceğimiz için’ bahaneleriyle daha kaç geceyi kendinden ayrı geçireceksin? Daha kaç kere yüzüne kondurduğun sahte tebessümle mutluymuş gibi davranmaya devam edeceksin? Hayat bu mu sence, bu kadar mı? Bu gerçekten sen misin ki sesini çıkarmadan bu daracık, havasız hayatı solumayı kabul ediyorsun?
Söylediği her şey tokat gibi çarptı yüzüme. Haklı. Bu kez söylediği her şey de haklı.
13 Haziran 1998
Aynadaki hâlime bakarken yakında benden geriye bir şey kalmayacak, diye mırıldanıyorum. Düşüncelerini söylemek için hiçbir fırsatı kaçırmadığı gibi bunu da değerlendiriyor. Güzel. En azından kendinin farkına varmasan da biri ‘ayna’ tuttuğunda bakmaktan korkmuyorsun. Yüzünde bir kas seğiriyor. Sanırım gülmeye çalışıyor. Bu kez de ben tepki vermiyorum.
Umarım espriyi anlamışsındır. Neyse. Değişeceksin. Yaşamanın ne olduğunu anladığında, gerçek sen’e kavuştuğunu göreceksin. Bu, hiçbir şey. Bundan geriye bir şey kalmasa da olur. Yanacaksın ama küllerinden öyle bir sen doğacak ki sen bile şaşıracaksın. İşte o zaman yaşadığını anlayacaksın. Her saniye anlam kazanacak. Yaşadığın her an zihnine öyle bir kazınacak ki hayatının değerini anlayabileceksin. Oyun değil ki yaşamak, ölünce tekrar tekrar dirilip hikâyene devam edesin.
Hiçbir anın garantisi yok. Bunu bildiğini biliyorum ama ısrarla buna göre davranmıyorsun. Yaşamak şakaya gelmez, bunu ciddiye almayı öğreneceksin. Hatta öğrenmeye başladın bile.
17 Haziran 1998
Doğruları, prensipleri olan insanları hep sevdim. Onlara, kendilerine kurdukları devasa dünyaya imrendim. Eğer kendime bu kadar kolay yalan söyleyemiyor olsaydım belki ben de onlar gibi olurdum. Kurduğum dünyada mutlu olabilirdim. Çizgilerim, doğrularım olabilirdi.
Mutlu olmak için birilerine benzemeye gerek yok. Kendin olduğunda zaten mutlu olacaksın. Bir kuş kadar hür, bir çocuk kadar şen, bazen de bir anne kadar tedirgin olacaksın. Ama yaşamak da bu zaten. İyi kötü her duyguyu bilmek, tanımak. Var olduğunu hissedebilmek. Öğreniyorsun. Çok yaklaştın.
‘’Neye?’’
Benden kurtulmaya.
Tik-tak. Tik- tak.
19 Haziran 1998
Puhu kuşları hep ilgimi çekmiştir. Göç etmeyip bulundukları yerde yaşıyorlar. Her şeyiyle kabul ediyorlar yaşadıkları yeri. Yuvalarını kaya yarıklarına, uçurumlara, yamaçlara kuruyorlar. Sanki tehlike onlara her an yaşamlarının önemini hatırlatıyor gibi.
Görmezden geldiğimiz o kadar çok şey varmış ki. Yeni yürümeye başlayan çocuk gibiyim. Her şeyi uzun uzadıya incelemek, sorularıma yanıtlar aramak, mucizeleri bir bir görmek istiyorum.
Vakti geldi. İliklerime kadar yaşadığımızı hissediyorum. Saatin tamları artık benim gelişimin habercisi olmayacak. Yalnızca senin için çalacak. Zamanının, kaybetmemen gereken anların hatırlatıcısı olacak. Her gününü bir öncekinden daha anlamlı geçirmeye bak. Çizgilerin dışında ve ötesinde müthiş bir gelecek bizi bekliyor. Şimdi yaşamak zamanı.
Ofisin dış kapısını açıyorum. Gri renkli halıyla kaplı koridora fırlayıp tuvalete varana kadar koşuyorum. Kapıyı hızla itip aynadaki görüntüme bakıyorum. Karşımda 39 yaşında, çekici, mavi gözlü, dolgun dudaklı ve kalp şeklinde yüzüyle bana bakan kendi yansımamı görüyorum. Kendi yansımamı. Beklenmedik bir kızarıklık ya da herhangi bir anormallik yok. Gözüm olduğu gibi, sağlam. Her şey olması gerektiği yerde. Yalnız bir dengesizlik var o da yamuk burnumdan kaynaklanıyor. Gerçekten gitmiş.
19 Haziran 2018
İçim kıpır kıpır. Tepemde güvercinler, beyaz kanatlı melekler gibi uçuşuyorlar. Havada sümbül ve deniz kokusu var. İleride bir yerde bir keman kulakları mest ediyor. Şamatacı, neşeli bir ezgi; insan ellerini çırpıp dans etmek istiyor. Yaşamak istiyor.