Onların misali, bir ateş yakan insan gibidir. Ateş tam etrafını aydınlattığında Allah ışıklarını yok eder de onları karanlıklar içinde, hiçbir şeyi görmez bir halde bırakıverir. (Bakara sr. 17)
“Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ. Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur. Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ. Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ.” Adem’den duyup duyabileceğiniz kelam bundan ibaretti. Tek odalı evinin bahçesinde yaz kış, her gece ateş yakar ve kendi kendine edindiği bu virdi tekrarlar dururdu. “Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ…” Ateş yanardı da yağmur yağmazdı her zaman. Ağlardı Adem. “Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur,” der, ağlardı. O ağlayınca çorak olmayan gönlünün nebatı yeryüzüne taşardı. Adem’i kimse anlamazdı. Anlamaya da çalışmazdı. Çünkü deliler anlaşılmazdı. Halk öyle bilirdi. Adem neden delirdi? Deli, diye kime denirdi? En verimli, en yeşil, en yüce gönül delilerindi. Adem’in gönlünün gölgesinde dinlenmek için gelirdim yanına zaman zaman. Ondan bilirim bunu. Adem’den bilirim aklın ehemmiyetsizliğini, kentin emniyetsizliğini, nâsın yüreksizliğini, dilin kemiksizliğini, ateşin söndüğünü, yağmurun dindiğini, sönenin aydınlattığını, dinenin dirillttiğini…
Birgün dünyasını değiştirirse makamını bana bıraksın diye tutundum Adem’in eteğine. Tutunulan nice dallardan daha sağlamdı eteği. Deli olmak istiyordum. Delirmek için bütün fazlalıklarımı atmaya hazırdım. Ama Adem eteğinden beni koparmaya çalıştı. Sığdırmadı beni delilik diyarına. Ateşini yaktı, virdini tekrarladı. Ben onun makamına erişmek için araştırdım: Adem neden delirdi? Deli diye kime denirdi? Sordum bileceğini düşündüğüm akıllılara. Çocukmuş ilçeye geldiğinde. Nereden geldiğini kimse bilmezmiş. Şimdi evinin bulunduğu arazi boşmuş o zamanlar. Adem gelmiş, yerleşmiş. Ateşini yakmış, eylenmiş. Bir süre sonra kim olduğu bilinmeyen, ilçede tanınmayan, söylentiye göre araziyi satın alan bir hayırsever ev yaptırmış Adem’e. Evsiz Adem’in evi olmuş. Adem, sabahları yok olmuş, akşamları yeniden doğmuş. Kimse merak etmemiş Adem nereden geldi, neden delirdi, sabahları nereye gider, akşamları neden ateş yakar? İyi ki de etmemişler. İyi ki de delidir ne yapsa yeridir demişler diyenler. Yoksa Adem rahat olmazdı burada. Barınamazdı ve bulunamazdı. Aklı bulunurdu belki fakat Adem bulunamazdı. Zira akılla Adem yanyana duramazdı. Akıl Adem’e lâyık değildi. Adem akla muhtaç değildi.
İlçeye yerleştiğim ilk günün akşamı gördüm Adem’in ateşini. Tur Dağ’ında gördüğü ateşe yürüyen Musa (as) misali yürüdüm Adem’e. Ateşinden bir kor alırım ümidiyle yürüdüm. Sessizce oturdum ateşin ve Adem’in karşısına. “Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ. Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur…” Gece üçe kadar onu izledim ve onu dinledim. Saat üçtü, ateş söndü. Yağmur yağmadı. Adem ağladı. Evine girdi, kapıyı kapattı. Pencerenin perdesini araladı ve kurumayan gözleriyle beni uğurladı. O gecenin sabahı Adem’in gözyaşları bulutlardan damlıyordu. Bu, bana göre öyleydi. Halka göre yağmurdu bulutlardan damlayan.
O akşamdan sonra her akşam aynı geçmeye başladı. Her gecenin üçüne kadar Adem, ateşi, söyleşisi ve seyircisi ben. Bazen Adem ağlardı bazen bulutlar. Seyirci olmaktan sıkılıp bu kareye dahil olmak istediğimde sordum Adem’e “Neden?” Bana baktı, kaşlarını çattı. “Ateş yanmazsa yağmur yağmaz. Yağmur yağmazsa gönül…” “Neden yağmasın?” dedim sözünü bitirmesine müsade etmeden. “Bulut olmazsa yağmur yağmaz. Ateş yanmazsa bulut olmaz,” dedi. Her zaman yanı başında yanan semaverdeki çay suyunu ateşe döktü. Çıkan dumanı göstererek “Bak bulut,” dedi. O bulut değil duman, diyecektim hışımla evine girip kapıyı çarpmasaydı. Evine girecektim “Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur,” diye bağırarak ağlamasaydı. Onu ağlatmanın yüreğime değdirdiği ağırlıkla eve döndüm. Gece boyu uyuyamadım. Sabaha karşı pencereden bakarken Adem’in, mobiletine binip gittiğini gördüm. Henüz öncekilerin cevabını bulamadan yeni bir soru eklenmişti sorularıma. Adem nereye gitti? O akşam iş çıkışı yine Adem’in evine gittim. Ateşin başında otururken nereye gittiğini sordum, cevap vermedi. “Git,” dedi bana. Gitmedim. “Hakkındaki her şeyi öğrenmek istiyorum. Sen nasıl kurtulduysan aklından ben de öyle kurtulmak istiyorum,” dedim. Güldü. Dalga geçer gibi. İstediğin kadar gül Adem, ben de ereceğim bu makama.
Eve geçince alarm kurup öyle yattım. Adem yine gidecek olursa onu takip edecektim. Alarm çalar çalmaz uyandım. Üzerimi giyinip arabaya bindim. Adem’i beklemeye başladım. Çok bekletmeden çıktı. Mobiletine bindi ve hareket etti. Peşinden gittim. İlçeden şehre geldik. Şehrin çıkışında bahçeli kocaman bir villaya geldik. Adem villanın bahçe kapısında durdu. Kapı açıldı ve içeri girdi. Ben fazla dikkat çekmemek için uzaktan seyrettim. Aradan bir kaç saat geçmesine rağmen Adem çıkmadı. Beni işyerinden aradılar. Nerede kaldığımı sordular. “İşe gelmem gerektiğini unuttum, şehir dışındayım,” deyip kapattım. İşte aklımdan yavaş yavaş kurtulmaya başlamıştım. Gördün mü Adem, demedim mi sana? Ereceğim ben de delilik makamına. Görmedi Adem. Olsun. Akşam anlatırım. Yine saatler geçti, yine Adem çıkmadı. Arabanın torpido gözünde sakladığım atıştırmalıkla açlığımı yatıştırdım. Adem akşama doğru çıktı villadan. Tam köşeyi dönerken beni fark etti, mobileti durdurdu. Uzun uzun baktı bana. Anlamlı anlamlı. Sonra gitti.
O gidince cesaretimi toplayıp villaya girmeye karar verdim. Bahçe kapısının yanındaki zile bastım. Takım elbiseli bir görevli çıktı “Buyrun,” dedi. Adem’in arkadaşı olduğumu ve onun hakkında konuşmak istediğimi söyledim. Görevli beni bekleteceğini söyleyip kapıyı kapattı. Bekledim. Biraz sonra geldi. İçeri aldı beni. Villanın salonuna buyur ettiler. Salonda orta yaşlı bir adam vardı. Adem hakkında ne konuşmak istediğimi sordu. Ben de Adem’i merak ettiğimi söyledim. Nereden tanıştıklarını sordum. Adam yardımcılarından birer kahve istedi. Sonra anlatmaya başladı “Adem benim kardeşim. Anne ve babamı bir yangında kaybettik. Yaşlarımız çok küçüktü. Adem beş, ben dokuz yaşındaydık. Yangının çıktığı gece annemin çığlıklarıyla uyandık. Gözümü açtığımda babam elinde bir battaniyeyle bizim odaya girmişti. Bizi battaniyeye sarıp dışarı çıkardı. Sonra annemi kurtarmak için girdi alevlerin arasına. Bir daha çıkamadılar.
O geceden sonra Adem, bana annemle babamın ne zaman geleceğini sordukça çıkan dumanlarla gökyüzüne yükseldiklerini ve yağmur yağdıkça bizim yanımıza geldiklerini söyledim. Adem inandı. Adem her şeye inanırdı. Amcamlar büyüttü bizi. O zamanlar yengem, amcama Adem’in normal olmadığını söylerdi. Duyardım ve üzülürdüm. Amcam da kabul etmezdi. Ne zaman Adem okula başladı ve öğretmeni de yengemle aynı fikirde olduğunu, özel eğitim alması gerektiğini söyledi, o zaman inandık. Zor da olsa inandık ve kabullendik.
Benim üniveristeye başladığım sene bir telefonda Adem’in kaybolduğunu söyledi amcam. Hemen otobüse atlayıp geldim. Uzun süre aradık. Hiç bir ize rastlamadık. Birkaç ay sonra polisler o ilçede buldular Adem’i. Yanına gittiğimizde bir ateş yakmış başında oturuyordu. Ne yapsak bizimle gelmeye ikna edemedik. Zorla arabaya bindirip getirsek de o, her fırsatta kaçıp oraya gitti. Nihayetinde amcam o araziyi satın aldı ve Adem için ev yaptırdı. Ben üniversiteyi bitirip döndüm. İşimi kurdum. Hayatımı yoluna koydum. Adem’i de yanıma almak istedim. Fakat o, istemedi. Yine de beni üzmemek için her sabah gelir. Ben işe gitsem de o, gününü burada geçirir. Akşam evine geçer.”
“Adem o olaydan sonra mı böyle olmuş?” diye sordum. “Hayır,” dedi abisi. “Doktorlar doğuştan olduğunu söylediler. Biz anlamamışız.” Doğuştanmış. Ben şimdi aklı kaybetmenin yollarını kimden öğreneceğim. Nasıl gireceğim deliler arasına? Büyük bir hayal kırıklığıyla ayrıldım Adem’in abisinin yanından. Adem’i bana emanet etti. İstediğim zaman beni misafir edebileceğini söyledi. Teşekkür bile etmeden çıktım. Artık Adem’in deliliği tüm ışıltısını kaybetmişti. Her gece onun yanına gitmeyi bıraktım. Deliliği ondan öğrenemeyeceğime karar verince âşık olarak delirmeyi denedim. Beni sevmeyeceğini sandığım bir güzele âşık oldum. Ama o da beni sevdi. Olmaz, dedim. Böyle olmaz. Kaçtım. Anamın bulduğu, tanımadığım, sevmediğim bir kızla evlendim. Sevdiğime kavuşamayıp aklımı yitirmekti niyetim. Ama öyle de olmadı. Çoluk çocuk girdi araya, ekmek derdi, aş derdi. Sıradan insanlar gibi yaşamaya başladım, aklım bana kaldı.
Ara sıra Adem’e yemek götürüyordum Onun dışında görüşmüyorduk. Son yıllarda yağışlar azalmıştı. Adem günden güne çökmeye başladı. Götürdüğüm yemekleri de yemediğini fark ettim. Abisine Adem’in durumunu anlatmak istedim fakat işten güçten fırsat bulamadım. Dedim ya sıradan bir insandım artık ve sıradan insanların işleri güçleri çok olur. İlgilenmeye, sevmeye, sevilmeye, anlamaya, durup dinelmeye, durulup dinlenmeye, delirmeye fırsat bulamazlar.
Yağışlar azalınca ülkenin dört bir yanında insanlar yağmur duasına çıkmaya başladılar. İlçedekiler de Adem’in yanına çıkıp yağmur duası yapmayı düşünmüşler. Hep birlikte çıktık bir akşam. Adem’in ateşinin etrafında toplandık. Bildiğimiz sureleri okuduk. Dua ettik. “Habibin ve tüm sevdiklerinin hatırına. Şu günahsız Adem’in yüzü suyu hürmetine…” dedik. Adem her zamanki virdini tekrarlıyordu. Bir taraftan da ateşe odun atıp duruyordu. Ateş çok büyüdü. Ateş büyüdükçe benim içimi bir sıkıntı kapladı. Adem’in yanına yaklaşıp “Yeter,” dedim fısıltıyla. Adem durmadı. “Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur,” diye bağırarak büyütüyordu ateşini. O, öyle yaptıkça insanlar da coşa geldi. Gözlerinden yaşlar akarak dualar ediyor, zikirler çekiyorlardı. Deli Adem, şeyh; insanlar, mürid olmuştu sanki. Sonra Adem aniden koca ateşin içine attı kendini. Bağırdım “Adeeemm!” Kimsenin yanında su yoktu. Adem’in evinde de sular kesikti. Önceden olsa ben de atlardım Adem’in arkasından. Ama Adem’in eteğini bıraktığımdan beri aklıma sahip çıkıyordum.
Adem gözlerimizin önünde yandı. Ya da eridi. Ya da yok oldu. Bilmiyorum ne oldu? Çünkü ateşe girdiği anda görünmez oldu. Sesi de görüntüsü de kayboldu. Şayet yansaydı en azından bir ah etmez miydi? Halk, İsa (as) misali göğe yükseltildiğine inandı. Abisine haber verdim. İtfaiye çağırdık. Ateş söndürüldü. Abisi geldi. Adem’in küllerine bile rastlanamadı. Yine de onun anısına bahçeye bir mezar yapıldı. Adem ateşe daldıktan sonra üç gün kesintisiz yağmur yağdı. Mezarın başından ayrılamadım. Akşamları ateş yaktım Adem’in virdini söyledim “Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ. Yağmur yağmazsa gönüller çorak olur. Gönüller çorak olursa gözler kurak olur. Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ. Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ.” Bir sene gitmedim ne eve ne işe. Hanım bana yemek getirdi. Hayalimdeki delilik böyle bir şeydi. Düşünmeden yaşamak. Hiçbir kimseyi, hiçbir şeyi, hiçbir zamanı düşünmeden, önemsemeden yaşamak. Bu olay, aklıma delilik makamına eremesem de ermiş gibi yapmayı getirdi. Öyle yaptım. Her akşam ateş yakıp Adem’i taklit ettim. Buradan kendi evimi de görebiliyordum hem. Gözüm çocuklarımın üzerindeydi. Anamın seçtiği hanım becerikliydi. İşe girdi. Bana da iyi bakıyordu çocuklara da. Benim bir şey düşünmeme gerek yoktu.
Fakat yaktığım ateşler Adem’inki kadar uzun süreli yanmıyordu. Onunki kadar duru ve parlak da değildi. Hemen sönünce çok karanlık oluyordu etraf. Karanlık olunca gece ürkütücü oluyordu. Üstelik gündüzleri de halk, Adem’e gösterdiği müsamahayı bana göstermiyordu. Hor görüyorlardı beni. Yan bakıyorlardı. Anladım ki makamına ermediğin delilik işe yaramıyormuş. Münafıklık, delilikte bile başa bela oluyormuş. Eve döndüm. Şimdi yeniden ailemin reisi, evimin direği, çocuklarımın babasıyım. Onları pikniğe götürüp mangal ateşi yaktıkça tekralıyorum Adem’in virdini “Yan ateş yan. Yağ yağmur yağ…”