Bazen kafamın içinde başka bir şey varmış gibi geliyor. Sanki istediği an şalterleri indirme lüksü olan biri var. Bambaşka düşünmeme, bildiklerimi sorgulamama neden olacak biri. O, beynimin içinde bir köşeye sinmiş kurgularken tüm senaryoları, güçlükle gözlerimi açıyorum. Her şeyi görüyor ve duyuyorum. Ama ne doğru tepkiler verebiliyorum ne de olanları anlamlandırabiliyorum. Gerçi doğru tepki diye bir şey de var mıdır bilmiyorum. Düşünce yetimi, şimdiye dek bildiklerimi, öğrendiklerimi bir kenara büyük bir hınçla gizleyebilme gücü varmış gibi. Az önce s’nin nasıl yazıldığını düşündüm uzun uzun. Hatırlayamadım bir türlü. Sanki şalterleri her indirdiğinde oraya bir de ayna iliştiriyormuş da bildiğim her şeyin yansımasını bana kabul ettirmeye çalışıyormuş gibi. Beni bu yanılsamalara mahkûm ediyor. Son zamanlarda kendimi sık sık klavyelerde bile olmayan simetriler miydi acaba doğrusu diye düşünürken buluyorum. Dijitalde 2 miydi S’ye benzeyen yoksa 5 mi? Hangi yolu gözlüyordu s, ne tarafa bakıyordu?
Ahh, her yerde ne çok insan var. En olmayacak yerlerden çıkıyorlar. Bazıları gözlerini yüzüme dikmiş bomboş bakıyor. Ben de onlara baktığım için olabilir gerçi. Sokak lambaları yol gösteriyor gibi gelene gidene. Kimisi haddinden fazla parlak, kimisi yaşamdan artık zevk almıyormuş gibi solmuş. Benim gibi. Ama onlar, birilerine, bir şeylere yol göstermeyi denemiş sanki. Parlak olanların, ilgiyi üstüne çekenlerin takip edilmesi ne tuhaf. Herkes o denli korkuyor ki karanlıkta kalandan. Neden karanlığı uğursuz, kötü olarak anlamlandırmışlar acaba? Mezarlıkları da böylece dehşet verici totemler hâline getirmediler mi zaten? Oysa demezler miydi bize ölüden değil diriden korkun diye. Tüh. Işıklar da önemlerini yitirdiler şimdi. Bulanıklaştılar. Onlar da darıldı sözlerime. Herkes darılıyor bana şimdilerde. Düşünceden düşünceye sıçrıyormuşum da. Önceden ne dediğimi anlıyordularsa da şimdilerde takip etmekte zorlanıyorlarmış da. Peh, diyorum söylenmeye başlayanlara. Peh. Aklından geçeni paylaşmaya gelmiyor kimseyle.
Bazen ansızın dalga sesleriyle bölünüyor düşüncelerim. Kıyıdan görüp de seyirci olduklarımızdan değil. Bizzat kendinizi tamamen sulara teslim ettiğinizdeki o ses. Nefesinizin kesildiğini hissederken kulaklarınızın uğuldamasına neden olacak denli yankılanan o dalga sesi. Dalgaların birbirleriyle dansı, kıyıdakilere olan hınçları. Hepsine, her şeye hâkim olduğunuz o an, kafanızın içini dolduran o muazzam ses. Dalgaların kendine gel sezinişleri gibi. Bazen de kalp atışlarım dalgaların yerini alıyor. Lup da, lup da. Sistolde mi diastolde mi çıkıyordu bu sesler? Amann sırayla gitmiyorlar mı zaten. Hep bir yarış halindeler. Lup-da. Da-lup. Aralarındaki yarışa rağmen birisi olmadan diğeri de olmuyor. Herkes eşli yaratılmış, yalnızlık Allah’a mahsus derlerdi de inanmazdım. Şu kalbin kasılıp gevşemesinin bile eşi var. Bir benim yok. Beni anlamaya çalışan bile yok. Zor olsa da eskiden anlıyorlarmış da şimdilerde karman çorman konuşuyormuşum. Size ne yahu. Beyin benim beynim değil mi sonuçta? Ne istersem düşünmekte özgürüm o halde. Düşünecek çok şey varsa suçlu nasıl ben oluyorum? Hoş, bazen dış mihrakların oyununa geliyorum, ben de kendimi sorguluyorum. Normal mi tüm bunlar diye soruyorum bazen. Acaba başkaları da duyuyor bu sesleri. Uzun uzun düşündüklerimi. Dahasını. Sonra ne normal ki diyorum kendime. Sen de ne diye kulp arıyorsun kendine diye de kızıyorum devamında. Birilerinin bir şeyleri bizim yerimize onaylamasını ne çok istiyoruz yahu. Sanki birileri seçimleri bizim yerimize yapınca yine bize mal olmayacak sonuçları. İnsan kolaya kaçmayı seviyor. Tuhaf varlıklar. Her yerdeler.
Ah! Bulut olmak nasıldır acaba? Böyle, kalsam mesela havada. Öylece. Asılı. Arada bir bir şeyler atacaksın aşağıya o kadar. Dert, tasa yok. Mis gibi hayat. Gerçi biraz düşününce o da pek cazip gelmiyor gibi. Vadesi dolunca kayboluyor sonuçta. İnsan gibi. Yerde iki ateş yaksalar mesela, o sonsuz göğü kaplayacak denli özgüvenle süsleyebilecekken her tarafı, dumanlar gözlerimizi yaşarttığı gibi kendininkini yaşartınca evlatlarını salıveriyor aşağıya zavallı. Çocukları, damlaları pıtı pıtı düştükçe yere o da hiç yok olmayacakmış gibi kapladığı gökten usulca kayboluyor. Kendi sonunu kendi getiriyor. Aman aman. Bulutlar da duyup alınacak şimdi ışıklar gibi. Faniliği vurulunca yüze herkes arkasına bakmadan kaçıyor zaten.
Fanilik demişken, yaşını almış kimseler, hikâyesi anlatılan hayat yaşanmış demektir, derdi. Bazen de bunu düşünüyorum. Bir hikâye bırakabilir miyim ardımda acaba? Bir hikâyem olursa yaşamış sayılır mıyım? Gerçi ben yaşarken beni anladılar mı ki ölünce anlasınlar yazdıklarımı. Aynı kimseler, hiçbir şey yok olmaz, sadece değişir de demişlerdi. Bu zaten bulunmamış mıydı zamanında? Termodinamiğin ikinci yasası mıydı? Yoksa kaderi mi böyle tanımlıyorlardı? Neyse ne. Vaay diyorum bazen ne doğru demişler. Biliyorlarmış da konuşuyorlarmış eskiler. Sonra diyorum ki bu her şey için nasıl geçerli olsun? Zaten ne her şey için geçerli olabilir ki?
E şimdi ortada ne normal ne de kat’î suretle doğru kabul edilenler kaldı. Yine elde var sıfır. Kaldım ortada. Kafamdaki ses gibi. O da terk edecek herhalde beni. Hazırlanıyor. Kara tahtayı çizerken çıkan o ses var ya, işte onun gibi bir ses çıkarıyor şimdi. Aynayı sürüklüyor içerde. Benimle ama aynı zamanda değil de. Garip biri. Tüm tuşlara basıp ben delirene, kendimden şüphe edene kadar beni sınamak istiyor gibi. Toplanma vakti gelmiş demek ki. Beni azat edecek ya da daha iyi planları var. O da sıkılmıştır benim hayatımdan. Sahi öyle değersiz bir şey mi bu hayat? Ya da değersiz olan yalnız benim hayatım mı herkes kolayca bırakıveriyor beni. Küçükkende bırakmışlardı. Ta o zamandan belliymiş işte. Öylece. Çöp poşetini bir kenara bırakır gibi bırakıyor herkes beni. Bulutlarda bırakıyor mudur birbirlerini ya da yıldızları? Bazı bazı kıskanıp kapatıyorlar ya önlerini. Işıklarını herkes görmesin istiyorlar zannımca. Şehrin ışıkları dururken onlara kimse bakmıyor, üzülmesinler diye de olabilir. Üzülürlerse belki düşerler, bulutlar gibi yavaşça kaybolurlar gökyüzünden. Kendi başlarına gelen başkasının başına gelmesin istiyorlardır belki de.
Her şeyin nasıl son bulacağını düşünürken kendi sonumu da düşünüyorum elbet. Gözlerimi yumduğumda kaç yaşında olurum mesela? Bulutlar gibi ben de kendi sonumu kendim mi getiririm? O, hâlâ kafamın içinde bir köşeye ilişip zevk alır mı yaşananlardan? Ardımda bir hikâye bırakabilir miyim? Yahut, beni anacak insanlar kalır mı bendengeri? Ateşin dumanında yükselen o çok sevdiğim bulutlar ansızın gürleseler diyorum bazen. Gürleseler ve bir şimşek ruhumu ezip geçse. Veyahut ondan geriye bir şey kaldıysa. Bense öylece dikilip kalsam oracıkta. Ne normallere ne de kat’î doğrulara uyan, gibisi bol bir hikâye. İşte. Sahiden bana layık sonlardan biri. Benim gibi. Ve daha niceleri.