Sakın bir grubun diğer gruptan daha güçlü olması sebebiyle yeminlerinizi aranızda (güçsüzler aleyhine) bir kandırma aracı yaparak, ipliğini iyice büktükten sonra geri çözen kadın gibi olmayın. Allah bu şekilde sizi imtihan etmektedir. Ve O, hakkında görüş ayrılığına düştüğünüz şeyleri kıyamet gününde size mutlaka açıklayacaktır. (Nahl sr. 92)
İki ters iki düz, iki ters iki düz, iki ters iki düz… Küçük mü başladım? Evet ya küçük duruyor. On ilmek daha olsa iyi olur. Sök. Yeniden başla. Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. Rıza amcaların köpeği sabahtan beri havlıyor. Niye? Ne bileyim ben, niye? On bir on iki… yirmi beş yirmi altı… Köpeğin yemeğini vermeyi mi unuttu bunlar? Ya da evde mi yoklar? Yüz on yüz on bir yüz on iki… Yüz yirmi ilmek yeterli bence kazak için. İki sıra ördükten sonra gidip bakayım şu köpeğe. Akşamdan kalan yemeği götüreyim de yesin hayvan. Belki Rıza amcalar evde değillerdir. İki ters iki düz, iki ters iki düz… Hayat da böyle ilerliyor işte. İki ters iki düz. Hatta beş ters iki düz. Yok vazgeçtim on ters bir düz. O bir düzlere ulaşmanın umuduyla devam ediyoruz yaşamaya. Tersliklerin küçücük deliklerinden sızan ufacık havayı solumaya. İlk sırayı bitirseydim. Birkaç sıradan sonrası çerez gibi gelir. Hiç sevmiyorum başlangıçları. Her şeyde başlangıcı atlayıp ortadan devam etmek istiyorum. Yeni bir işe girmek, yeni bir insan tanımak, yeni bir eve taşınmak, yeni bir örgüye başlamak, bir duyguyla yeni tanışmak ya da yeniden bir duyguyla tanışmak, bir yemeği yapmaya başlamak, çayın ilk yudumu, elmanın ilk ısırığı… Sevmiyorum. Çoğu insan bitişleri sevmez, ben başlangıçları. Zorla mı? Sevmiyorum işte. Lastik kısmı için on beş sıra yeterli galiba. Aayy köpeğe bakacaktım. Havlamaktan ciğerleri söküldü. Hadi ev sahipleri evde yok diyelim, benden başka komşu da mı yok, neden kimse ilgilenmiyor? Yok yok, artık komşuluk da kalmadı, dostluk da. Vefa zaten İstanbul’da semt adı.
Patlıcan yemeğini yersin umarım köpekcik. Ben yaptım diye demiyorum valla çok lezzetli. Hem de etli. İnliyor köpek. Tamam yavrum, bak geldim ben. Tamam sakinleş artık. Yoksa bir şey mi hissediyor? Hayvanların hisleri kuvvetli olurmuş. Ne hissi be. Hayvanlar hisseder mi? Hayvanlar hissetseydi bizim Müzeyyen Hanımın it oğlu bir şeyler hissederdi de anasını olur olmaz yere dövmezdi. O it, bu itlerden değil. Bunlar hisseder, onlar hissetmez. Zincirini açar açmaz evin kapısına koştu ve yeniden havlamaya başladı köpek. Peşinden gittim. Kapı aralıktı. Zile bastım. Kimsenin çıkmayacağını bile bile kimse yok mu, diye seslendim. Zira kimse olsa köpeğin bunca havlamasına çoktan çıkardı zaten. Zekiye teyze! Rıza amca! Ses seda yok. İçimi bir telaş kapladı. İnşallah iki cesetle karşılaşmam diyerek içeri girdim. Bugün kazağın yarısını örüp bitirmeyi planlarken başıma bir çorap örülmese bari. Böyle felaket senaryoları düşündüğüm hâlde polise neden haber vermiyorum acaba? Ölmemişlerdir inşallah. Zekiye teyze neyse de Rıza amca ölmesin ya. Onu çok severim. Biz çocukken şekerler dağıtırdı bize. Hikâyeler anlatırdı. Sık sık tekrarladığı üç nasihati vardı: Yalan söyleme, yerde bulduğunu alma, yemin etme. Koca mahallede hatta koca şehirde yerini dolduracak kimse yok Rıza amca. Ölme. Yeri dolmayacak insanlar ölmesin.
Koridorun sağındaki ilk oda mutfak. Mutfakta kimse yok. İkinci oda salon, kimse yok. Yatak odasına baksam ayıp mı olur? Tekrar seslendim. Rıza amca! Zekiye teyze! Ses yok. Odanın kapısını çaldım. Kapıyı açtım. Kimse yok. Lavaboda biri var. Demek evdeler. Muhtemelen Zekiye teyzedir. Bekleyim de açıklama yapayım. Yeniden salona geçtim. Çocukken defalarca çay ve kek eşliğinde ağırlandığımız salona. Etrafı inceledim. Duvardaki tablolar, koltuk takımı, yemek masası, vitrin ve içindekiler aynı yıllardır. Vitrinin en üst gözünde dosyalar, belgeler, kâğıtlar, ikinci katında ucu sarkan dantellerin üzerine dizilmiş süslü sürahi ve takım arkadaşları, en alt katında yine ucu sarkıtılmış danteller üzerine dizilmiş fincan takımı. Belki perdeler değişmiştir. Perdeler çabuk çürür çünkü. Rıza amcanın koltuğuna oturdum. Yandaki sehpanın üzerinde duran kitabı karıştırırken lavabonun kapısı açıldı. Lavabodan çıkan Bilal amcaydı. O bana şaşkın şaşkın baktı, ben ona. Hiç haz etmem kendisinden. Mahallenin en zenginidir Bilal amca. https://youtube.com/shorts/NCESKycLEoY?feature=share Marketler zinciri var. İşi gücü caka satmaktır. Kendince hayır yapar fakirlere. Ona göre kendisinden başka herkes fakirdir. Hayır dediği yardımları yapmasının tek sebebi kendisine minnet duyanların sayısını artırmaktır. Minnet duysunlar, önünde eğilsinler. Açıklama yapma gereği duydum ve “Köpek… Havlıyordu da. Ben… Ona bakmak için gelmiştim. Kapı açıktı…” dedim. Bilal amca “He ben de valla. Rıza beylere bi uğrayım dedim. Baktım kapı açık. Ayıptır söylemesi de sen benim evladımsın, sıkıştıydım yüz numaraya girip çıktım.” dedi. Buralarda böyledir, sen benim evladımsın diye söze başlayan kişi genelde ayıp edecektir. Bana ne kardeşim senin yüz numarandan. Görüyoruz herhalde söylemene gerek yok. En son sen benim evladımsın dediğinde; beni, yanında çalıştırdığı, aslında ayak işlerinde kullandığı sümsük muhasebeciyle evlendirmeye çalışmıştı. Hem de zorla. Kabul etseymişim düğünümü o yapacak, evimi o dizecek, beni altınla donacakmış. Oldu canım. Ben de bir ömür sana minnet edeyim öyle mi? Sümsük karısı sümsük olayım. Onurumla gururumla evde kalırım daha iyi, dedim. Evde kaldım. Tabii bu dediklerimin hepsini içimden dedim. Bilal amca “Köpek havlayınca korktun zahar. Korkma korkma onlar eski topraktır seni de gömer beni de,” dedi boş boş kahkahalar savurarak. Benimle konuşurken bir taraftan da vitrine bakıyordu. Zekiye teyzenin fincan takımını beğenmediyse en kısa zamanda cafcaflı bir takım aldırıp yollar. “Yav…” dedi. “Yav, şu belgelerin içinde Rıza Bey’in benimle yaptığı bir sözleşme olacak. Daha doğrusu bir senet. Benim gözüm tam görmüyor. Gözlükler yanımda değil. Onu bana bir buluver sana zahmet,” dedi. “Neden?” diye sordum. “Zamanını uzatacağım. Ödeme zamanı yaklaştı, adamcağız sıkışmasın. Yav, benim ihtiyacım mı var, hiç ödeme diyorum, dinlemiyor köftehor,” dedi. Vitrindeki belgeleri aldım. Bilal amcanın bahsettiği seneti buldum ve verdim. “Sağ ol. Sağ ol,” dedi göbeğini sallayarak gülerken. O öyle gülünce benim beynimde şimşekler çakmaya başladı. Yanlış bir şey yaptığımı düşündüm aniden. Zehirli elmadan ısırmış pamuk prenses gibi hissediyordum. Düşsem şuracığa, bu yaştan sonra beyaz atlı prens de gelmeyeceğine göre sonsuza kadar uyusam, diye geçirdim içimden. Evden bir an önce uzaklaşmak istedim. Bilal amcayla birlikte çıktık. Köpek kapıda bekliyordu. Kızgın kızgın havlamaya başladı. Hav’larını Bilal amcaya savuruyordu. O da sevmiyor belli ki. Bilal amca kaçar gibi gitti. Köpeğin başını okşayarak sakinleştirdikten sonra yuvasına götürüp zincirini taktım. Bilal amcanın kötülük kahkahalarından fışkıran zehirin etkisiyle yalpalayarak eve doğru yol aldım.
Rıza amcalar gelene kadar kendimi oyalamak için eve gelir gelmez örgümü aldım elime. Lastik kısmındandan sonrasını dümdüz örmeyi düşünüyorum. Modelle falan uğraşamam. İnşallah o belgeyi vermekle yanlış bir iş yapmamışımdır. Şu renklerin güzelliğine bak ya. Renkler güzel de beni açar mı acaba? On sıra ördüm. Ama lastikten sonra ilmek sayısını biraz artırsa mıydım? Daha dökümlü durur. Sök. Yeniden başla. Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. Şu Bilal amca ne görgüsüz ya hu. Milletin tuvaletine izinsiz girmek de neyin nesi? Zekiye teyze duysa tuvaleti kırklar yine de tatmin olmaz. Titiz kadın ne de olsa. Eve gelseler de hemen söylesem her şeyi. Kapıyı açık unutup gitmişsiniz. Köpeğin havlamasından tedirgin oldum ve eve girdim, diye helallik isteme bahanesiyle Bilal amcanın tuvaleti kullandığını ve belgeyi alıp gittiğini de eklerim. “İyi fikir,” dedi babam. “Annem acıkmadın mı,” diye sordu. “Acıkmadım ama bir makarna suyu koyayım. Makarna yer miyiz babacığım?” dedim. “Senin elinden çiğ tavuk bile yerim canım kızım,” dedi babam. Annem kıskanç kıskanç bize baktı dudağının kenarıyla gülümseyerek. Kaç sıra örmüşüm? Bir iki üç dört… on beş on altı… yirmi sek… Aman Allah’ım ilmek atlamışım. Olamaz ya. “Tamam, sakin ol. Yalnızca bir kaç sıra sökeceksin,” dedi annem. Sök. Yeniden başla. Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. Köpek yine havlıyor. Pencereden baktım. Rıza amca! Rıza amcalar gelmiş! Babam “Yavaş ol” diye seslendi arkamdan.
Rıza amcaya koştum nefes nefese. Zekiye teyze de yanındaydı. Olanları anlatmaya çalıştım ama kelimeler dilime dolandı, nefesim içime kaçtı. “Sakin ol kızım,” diye eve aldılar beni. Bir bardak su verdiler. Bu bir bardak su, beyaz atlı prensin busesi gibi geldi bana. Zehrin etkisi geçti. Olanları tek tek anlattım. Zekiye teyze dizlerini dövmeye başladı “Ben sana dediydim beey, evin kapısını kilitleyip kilitlemediğimi hatırlamıyom, dediydim. O hınzır şimdi kimbilir ne dümenler çeviriyor. Ben sana ondan borç alma, dediydim…” diye ağıtvari söylenmeye başladı. Rıza amca “Yahu tamam. Bir sakin ol hanım. Daha ortada bir şey yok. Belki gerçekten ödeme gününü uzatacaktır,” dedi sakin sakin. Canım Rıza amcam nasıl sakin, nasıl tatlı. “Akşam yemeği yedin mi?” diye sordu bana. Ben “Makarna…” derken sözümü kesti “Makarnadan yemek mi olur ya hu. Siz oturun ben size güzel bir kıyma kavuruyum, üstüne yumurta, yanına tavşan kanı bir çay,” dedi. Zekiye teyze içini çekerek kafasını salladı dudağının kenarında beliren hafif bir tebessümle. Hâl diliyle Rıza amcaya başımın tatlı belası, diyordu. Ne tatlı bir çift. Keşke çocukları da olsaydı. Biz Zekiye teyzeyle eskileri yâd ettik. Bana çocukluğumdan bahsetti. Bin beş yüz yetmiş beş kere dinlediğim bu hikâyeleri her dinlediğimde ayrı zevk alıyorum. Her seferinde daha bir iştahla gülüyorum. Rıza amca yemeği hemencecik hazır etti. Hayatımda yediğim en lezzetli kıyma kavurmasıydı. Bunu söyleyince nasıl da gururlandı Rıza amcam. “İşler nasıl gidiyor,” dedi. Şimdi işin sırası mı be Rıza amca. Tatlı tatlı konuşuyoruz şurada. “İyi,” dedim. “Bir haftadır daha iyi çünkü izinliyim,” dedim. Güldüler. “Rahmetli annenle baban da görseydi şu hâllerini. Kocaman kız oluşunu. İşe girdiğini. Kendini nasıl da güzel idare ettiğini,” dedi Zekiye teyze gözleri dolarak. “Takdir-i ilâhi” dedi Rıza amca.
Köpek havlıyor. Kapı çalıyor. Ben bakarım, diye fırladım yerimden. Kapıyı açtığımda karşımda Bilal amcayı gördüm. Zehirin etkisi yeniden kendini göstermeye başladı. Kalbim sıkıştı. Bu gelişin hayır getirmediğini hissediyordum. Başım döndü. Rıza amca geldi, hiçbir şey olmamış gibi içeri buyur etti Bilal amcayı. Bilal amca “Ooo çay mı içiyorsunuz? Varsa ben de alırım bir bardak,” dedi. Zekiye teyze kımıldamadı. Yüzüne bile bakmadı Bilal amcanın. Ben bardak getirip verdim çayını. “Yav Zekiye hanım elli yıllık fincan takımı kullanıyorsun. Bunlar demode artık demode. Sana yeni fincan takımı aldırdım, birazdan getirecekler,” dedi. Zekiye teyze bir şey demedi. Rıza amca “Sağ olasın,” dedi. Köpek havlıyor. Kapı çaldı. “Hah geldi,” dedi Bilal amca. Yine ben baktım kapıya. Bilal amcanın sümsük muhasebecisi. Elindeki poşeti uzattı. Aldığım gibi kapıyı çarptım yüzüne. Poşeti Bilal amcaya uzattım. “Bana niye veriyon kızım? Zekiye Hanıma ver,” dedi. Zekiye teyzeye uzattım elinin tersiyle ittirdi elimi. Ya hu benim ne suçum var. İstemiyorsan istemiyorum, de. Ne ittiriyorsun? Masaya bıraktım poşeti. Bilal amca “Eee Rıza Bey, borcunun son ödeme tarihi yaklaşıyor. Ödeyebilecek misin?” diye sordu. Rıza amca “Bizim sözümüz sözdür,” dedi. Yatak odasına gidip geldi. İçinde para olduğunu tahmin ettiğim bir siyah poşeti Bilal amcaya uzattı. Bilal amca paraları çıkarıp saydı “Eksik burası,” dedi. Cebinden bir belge çıkarıp masanın üzerine bıraktı. İşaret parmağını bir takım bol sıfırlı rakamların üzerine koydu. Rıza amcanın yüzü kızardı. Galiba sinirlendi. Onu hiç sinirliyken görmedim. Görmek de istemezdim. Çünkü Rıza amca adam gibi adamdır. Adam gibi adamlar her şeyi olması gerektiği gibi yaparlar. Adam gibi sever, adam gibi sayar, adam gibi sarar, kıymayı adam gibi kavurur, çayı adam gibi demler… Dolayısıyla sinirlenince de adam gibi sinirlenirler. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. Hatta tahmin ettiğimden fazlası. Rıza amca yerinden fırladı “Ne diyorsun lan sen,” diye kükredi. “Namussuz! Sen benim evime girip senedi çal. Sonra da rakamları değiştir. Faiz mi ödeyeceğim sana? Bu yaştan sonra beni harama mı bulaştıracaksın? Öldürürüm lan seni!” diye devam ettirdi kükremesini. Hızla vitrine doğru gitti. Vitrinin arkasından küçük siyah bir çanta çıkardı. Çantanın içinden silah. Silahı Bilal amcaya doğrulttu. Ben bağırdım “Rıza amca değmez!” Bilal amcanın rengi bembeyaz oldu. Yarısı içine kaçmış sesiye “Yav tamam şaka yaptık,” dedi. Hızla terk etti evi. Ne kadar korktuysa Rıza amcanın verdiği paraları bile unuttu.
Bilal amcadan sonra gülme krizine girdik. On beş dakika kendimize gelemedik. Sonra sofrayı toplayıp bulaşıkları yıkadım. Her şey için teşekkür ettim. Tatlı çifti “Evinizin kapısını açık unutmayın bir daha,” diye tembihledikten sonra evime geçtim. Lambaderin ışığında örgümü örmeye başladım. Bu renk benim tenime gitmez. Başka renkle öreceğim. Sök. Yeniden başla. Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır. İki ters iki düz, iki ters iki düz, iki ters iki düz… Akşam yaşananları bizimkilere anlattım. Biraz da onlarla birlikte güldük. En çok Rıza amcanın silahının boncuk tabancası olduğunu duyunca güldüler.