Bûkê Barane

Emine Ecran Şenel

BÛKÊ BARANE[1]

Beklemeyi sevmem. Bekletmekten nefret ederim. İnsan sözünün eri değilse ne işe yarar ki? Söz, er olan insana ait değilse neye yarar? Yaramazlar niye varlar? Felsefeyi bırak şimdi. Programa geciktin. Geciktiğim için söylüyorum ya bunları zaten. Beni bekleyen insanlar var ve ben geciktim. İlk defa bir programa geciktim. Yaşlanıyorsun be oğlum. Yaşlandın. Ömrün varsa daha da yaşlanacaksın. Değersizleşeceksin. Kolundaki saatten daha değersiz olacaksın. Müsvedde kâğıtlar kadar değersiz. Bırak şimdi kederi, kaygıyı, içeriden alkış sesleri geliyor. Hızlıca sahneye çıktım. Çantamı masanın üzerine bırakıp oturdum. Çantadan notları çıkardım. Geç kalmanın cezası bir kaygı oluştu içimde. Masadaki sudan bir yudum al. Sakin ol. İlk defa gelmedin bir söyleşiye. İnsanlara bakamıyorum. Notları kontrol et. Konu: Yeni Başlangıçlar. Giriş: Bismillahirrahmanirrahim… Oku, emri ile başlayan bir başlangıcın gelişme ve sonuç bölümlerine baktığımızda… Masaya niye seyyar mikrofon koymuşlar? Başka mikrofon mu bulamamışlar? Bir saat onu mu tutacağım ben? Nerede bu söyleşinin moderatörü? Hıh geldi. Ne yan yan bakıyorsun be? Altı üstü beş dakika geciktim. Mikrofonu aldı “Değerli konuklarımız, damat beyin gecikmesinden dolayı girişimiz konseptimize uygun olmadı. Kusura bakmayın. Şimdi alkışlarınızlaaa gelin hanımı sahneye davet ediyoruuuzz.” dedi. Ne damadı? Ne gelini? Hızla kafamı kaldırdığımda bir düğün salonunun sahnesinde olduğumu fark ettim. Hemen ayağa fırladım. Tüm konuklar da ayaktaydılar ve alkışlıyorlardı. Karşı kulisin kapısında gelin belirdi. Beni görünce gözlerini sonuna kadar açtı. Sonra konuklara baktı. Sonra yeniden bana. Sonra konuklara. Gülümsedi. Zorla. Hafif eğilerek selamladı konukları. Konuklardan hemen sahnenin altında duran bir grup telaşlı görünüyordu. Kendi aralarında konuşuyorlar, neredeyse kavga etmeye hazırlanıyorlardı. Gelin, eliyle onlara “Sakin olun,” işareti verdi. Fena birine benziyor. Tam bir başat. Nereden anladım? Tipinden. Allah damat beye sabır versin. Damat bey? Ben miyim o? Ben üç yıl önce evlenmedim mi? Hem bu gelin benim gelinim değil. Benim gelinim tam bir Bûke Baranê. Öyle güzel. Öyle narin. Öyle canlı. Öyle olgun. Öyle çocuk. Sevdiğim. Canım. Cânanım… Buradan hemen gitmeliyim.

Gelin yanıma geldi. Bana sarıldı. Kulağıma “Yalvarırım çaktırmayın. Yalvarırım,” dedi sesi titreyerek. Sandalyeye oturdu. Elimden tutup beni de oturmam için çekiştirdi. O an yapmam gereken tek şey geline itaat etmekmiş gibi hissettim. Zaten bu geline itaat etmemek ne mümkün. Gelin değil general mübarek. Öyle bir enerjisi var. Oturdum. Moderatör sandığım sunucu geldi yanıma ve “Damat bey neden geciktiğinizi açıklamak ister misiniz yoksa bir ömür bu yaptığınız ayıbın kefareti olarak her gün aynı hikâyeyi dinlemek mi istersiniz?” diyerek mikronu bana uzattı. Sana ne ulan sana ne, deseydim. Diyemedim. Yakasından tutup kafamı suratına indirseydim. İndiremedim. Gelin elimi tuttu “Lütfen,” diye fısıldadı. Helalimden başkasının elime dokunmasından rahatsız oldum, elimi çektim. Ayağa kalktım. Mikrofonu elime aldım. Bismillahirrahmanirrahim. Yeni başlangıçlar, diye düğmesine basılmış bir makine gibi söyleşi için hazırladığım konuşmayı yapmaya başladım. Her yıl, her ay, her hafta, her gün, her an, her bitiş, her gidiş, her geliş yeni başlangıçlara gebe, yeni başlangıçlara sebeptir. Doğum da başlangıçtır ölüm de. Bize düşen başlangıçlarımızı nasıl yaptığımızdır… Sunucunun biraz önce yaptığı gereksiz komikliğe gülen konukların yüzündeki gülüş artıkları yavaş yavaş silinmeye başladı. Oku, emri ile başlayan bir başlangıç var tarihte. O kutlu başlangıcın gelişme ve sonucuna baktığımızda amacından sapmadığı durumları ve zamanları hesaptan çıkarırsak yıllar yılı… Mikrofonu gelin aldı elimden. “Lütfen heyecanımızı maruz görün,” dedi. Maruz mu görmek? Damadın düğüne niye gelmediğini şimdi daha iyi anladım. “Ben, sevgili eşimin gecikmesini affettim. Sizler de maruz görün,” dedi ve mikrofonu sunucuya uzattı. Sunucu “Yyaaa ne güzel bir aşk. Umarım bir ömür birbirinize karşı böyle anlayışlı olur, birbirinizi böyle seversiniz,” dedi. Herkes alkışladı. Şak şak şak. Konuklar ne kadar da birbirinden farklı. İki zıt kutuptan gelmiş gibiler. Bir yanda siyah, düz eteklerinin üstüne taşlı, pullu penyeler giymiş köylü kadınlar ile markasız, kalitesiz kumaşlı, alelade ceket ve pantolonlar giyerek takım elbise giydiğini zanneden köylü adamlar ve diğer yanda olabildiğince kaliteli parlak elbiseler giyen, mevcut bütün makyaj malzemelerini yüzünde kullanmış, bir ressamın kafa karışıklığı, iç sıkıntısı ile karalayıp fırlattığı yağlı boya tablolarını anımsatan kadınlar ile en fiyakalı markalardan giyinmiş hakiki takım elbiseleri ve mükemmel traşlarıyla herkese tepeden bakan adamlar. Gelin ve damadın ailesi olduğunu düşündüğüm ön masadaki kişiler de aynı.

Sunucu, nikah memurunu sahneye davet etti. Nikah memuru konukları selamlayıp oturdu. Sunucu şahitleri çağırdı. Onlar da geldi masaya. Mikrofonu nikah memuru aldı “Yapmış olduğumuz araştırmalara göre evlenmenizde bir mani görülmemiştir.” Ne araştırması yaptınız ulan? Şu defterdeki fotoğrafa bir bak. Ben miyim o meymenetsiz? Hem ben olsam bile şu mendebur suratlı kadının yanıma yakışmaması bile başlı başına evlenmemize mani değil mi? “Siz Kuddusi kızı Nalan Kertmen, Sadullah oğlu Abdullah Yozgatlı’yı hiçbir baskı ve kimsenin etkisi altında kalmadan, hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde eş olarak kabul ediyor musunuz?” Gelin mikrofona doğru “Eeeveet,” diye bağırdı. Kalabalık çığlık atıp ıslık çalarak alkışladılar. Nikah memuru aynı cümlelerle bana sordu “…eş olarak kabul ediyor musunuz?” Gelin elimi tuttu. “Ne olur…” diye fısıldadı kulağıma. Konuklara bakıp her şey yolunda anlamında tebessüm etti zorla. Evet, dersem nikahına gelmeyen bir adama nikahının kıyılmasına sebep olarak kıyım kıyım kıyacaktım. Onu bir ömür maruz bırakacaktım belki de. Ama o da madem istemiyordu olaylar buraya gelmeden cesurca son verseydi canım. Nikâh günü “Ben bu ilişkiye olan inancımı kaybettim Ela,” bile demeden çekip gitmek olur mu? Demek ki o, hiç Doktorlar dizisi izlememiş. Gerçi ben de izlemedim ama bu repliği biliyorum. Nereden biliyorum? İşte onu bilmiyorum. Ne gereksiz bilgiler saklıyor bu beyin. Beyin demişken, gelin hanım, senin beyin nerede beyin? Gelin gerginlikten ayağını sallayıp duruyor. “Evet,” dedim gitti. Alkış. Şak şak şak.

Şahitler de onayladı evliliğimizi. Daha doğrusu Abdullah ile Nalan’ın evliliğini. İmza yerine A harfi yazıp karaladım. Yarın Abdullah çıkıp bu benim imzam değil, derse yandın kızım Nalan. Sunucu gelinle damadı dansa davet etti. Yok artık o kadar da değil, dedim. İçimden. Sonra neden dışımdan söylemediğimi düşündüm ve “Yok artık o kadar da değil,” dedim gelinin kulağına. Gelin zaten ağladı ağlayacaktı. “Lütfen…” dedi yine dolu gözlerle. “Ben evliyim. Eşimden başkasıyla dans etmedim, etmem,” dedim. Gelin, benden ümidi kesince mikrofonu aldı. Yine “Bizi maruz görün,” diyecek diye korktum ve mikronu çektim elinden “Sevgili konuklarımız yeni başlangıçların okumak ile başlaması efdaldir. Okuyarak başlayan işler güzel sonuçlar doğurur. Okuyarak yapılan başlangıçların ışığı ebediyyen sönmez. Biz de yeni hayatımızın bu güzel başlangıcını okumak ile yapmak istiyoruz,” dedim Müziği kapatalım, diye komut verdim. Müzik kapandı ama ben ne okuyacağımı bilmiyordum. Sesim güzel olsaydı bir türkü patlatırdım. Kulakların pası açılırdı. En iyisi karıma yazdığım şiiri okuyayım. Duyarsa beni ne şekilde infaz eder bilmiyorum. Telefondan şiiri açtım. Bir sürü de cevapsız çağrı vardı. Kesin söyleşiye davet edenler aradılar. Eşim aramış mıdır? Yok. O, söyleşide olduğumu bildiğinden aramamıştır. Akşama da en sevdiğim yemeği yapacaktı. Canım karım. Onu aldatmış gibi hissediyorum. Ama ben evlenmiyorum ki bu kadınla. Bu yaptığım dublörlük gibi bir şey. İnsanlar bekliyor, şiire başla

Bûke Barane

Ben yağmurum,

asumanın gözyaşı.

Hep düşmekte olan,

arayan, ağrıyan, kaçılan.

Sense yağmurun gelini

Sevincin rengi

hep gülmekte olan

aranan, beklenen, çağrılan.

İyi ki yağmuru çağıracak kadar güzelsin

İyi ki sevdin yağmuru.

Yağmur daha bulutun bağrındayken sana âşık

sana meftûn, sana mecnûn.

Yağmura şarkı söyle

dans edelim birlikte.

Yağmur buluttan yağsın, sen yağmurdan

Yağmurca düşüp aynı gülün üstüne

Birlikte seçelim renklerimizi

gülüşüne, gözlerine, yüreğine

güzelliğine.

Konukların kimisi ağlıyor, kimisi kocalarını dürtüyor, kimi genç kızlar hased fışkıran gözleriyle geline bakıyor, kimisi sana da şiirine de… başımıza iş çıkardın eşşoğlu, der gibi bana bakıyordu. Gelin de hayran hayran bana bakıyordu. Ben evliyim. Hatta artık sen de evlisin. Sadullah oğlu Abdullah’la. Gelinin kulağına eğilip bir an önce bitir şu düğünü, dedim. Gelin tamam az kaldı lütfen biraz daha sabret, dedi. Sunucunun kulağına bir şeyler fısıldadı. Sunucu “Sayın konuklarımız şimdi takı törenine geçiyoruz,” dedi. Takı töreni için sahnenin biraz daha gerisine aldılar bizi. İnsanlar sırayla gelip takılar, paralar hatta çekler taktılar. Ulan Abdullah bir servet kaybettin oğlum. Takı töreninden sonra gelin yine sunucunun kulağına bir şeyler fısıldadı. Sonra benim elimden tutup kulise götürdü. Biz kulise giderken sunucu “Gelin hanım rahatsızlandığı için düğünümüze burada nokta koymak zorundayız. Siz değerli misafirlerimize teşekkür ederiz,” diyordu. Kulise girince gelin, benden özür diledi. Teşekkür etti. Damat müsveddesi düğün günü terk etmişmiş, beni o sahneye Allah göndermişmiş, yoksa sosyeteye rezil olacakmışmış… Daha bir sürü tumturaklı şeyler anlattı ağlayarak. Ben, bir an önce bu rezillikten kurtulmak için “Tamam. Tamam,” diye geçiştirdim. Üstümdeki para takılı kurdelayı çıkarıp geline uzattım. “Onlar sizde kalsın,” dedi. “Beni büyük bir dertten kurtardınız.” Sağ ol, ya, bu paralar da beni bir takım dertlerimden kurtarabilir.

Salondan çıktım. Söyleşi için irtibatta olduğumuz kişiyi aradım ve ufak bir kaza geçirdiğim için gelemediğimi söyledim. Sonra eşimi aradım. Sesini duymaya ihtiyacım vardı. Duysam rahatlayacaktım. Açmadı. En sevdiği çiçeklerden aldım. Eve gittiğimde kapıyı eşim açsın diye anahtarla açmadım. Zile bastım. Eşim ağlamaktan şişmiş gözlerle açtı kapıyı. Kar beyazı yüzü alev gibi kıpkırmızıydı. İçeri girdim. Ne olduğunu sormama fırsat vermeden yüzüme okkalı bir tokat yapıştırdı. Herhalde yüzüm yamuldu. Eli amma da ağırmış bizim hanımın. “Neden? Nasıl?” diye bağırmaya başladı. Hıçkırarak ağlıyor, daha fazla konuşamıyordu. Elimdeki çiçekleri alıp parçaladı. Evde de kırılabilecek bütün eşyaları parçalamıştı. Bizim bûkê barane olmuş şimşek barane. Baktım, sakinleşeceği yok ben de bağırdım “Ne oluyor?” Birbirimize ilk defa bağırıyorduk. “Bir de soruyor musun?” dedi. Telefonunu açıp gösterdi. Ekranda bir haber. Haberde bir fotoğraf. Fotoğrafta gelin ve ben. Başlık: Ünlü işadamı Kuddusi Kertmen’in kızı Nalan Kertmen sır gibi sakladığı sevgilisiyle nikah masasına oturdu.

E. Ecran

________________

[1] Gökkuşağı. Yağmurun gelini.