Miyav Yani Sus

Fatma Ünsal

Bu benim kendime kaçıncı söz verişim. Annem beni dünyaya afili laflar bırakayım diye doğurmuş. Bir daha söyleyeyim: Bu benim kendime kaçıncı söz verişim. Böyle afili laflar edince de şüpheleniyorum şarkı türkü sözü var da onu mu çaldım acaba diye. Var mı? Yokmuş. Ben de baktım onlar da baktı. Kendime verdiğim sözlerin çoğunu tutamadım. Annem beni bunun için doğurmuş olamaz. Zaten anneler çocuklarını kuru ve kötü hayaller için doğurmaz. Ama işte. Verdiğim sözleri tutamadım.

İlkokulda başladım kendime söz vermeye. Bugün ağlamayacaksın, bugün ağlamayacaksın. İlk dersin ortasında başlardım ağlamaya. Öğretmen köteği basardı. Ağlamayı keserdim. Dayak yediğimde daha çok ağlasaydım ve yıksaydım etrafı, dayaktan da kurtulacaktım. Ama öğretmene öğretmiştim dayak yediğimde sustuğumu. O da ilk seferinde öğrendi, helal olsun. Üç sene alışamadım okula. Çizgi oynamaya, arkadaşlara. Sınıfa, sınıftaki sobaya. Önlüğümü yakıp bu sefer de önlük yandı diye ağlardım. Eve geldiğimde yanık önlükle, bir de annemden dayak yerdim. Annem dayak atınca daha çok ağlardım. Ben ağladıkça o daha çok vururdu. Annemin acıyacağını sanıp daha çok bağırıyordum muhtemelen. Acımıyordu. Demek ki ağlamak, her zaman kurtarmıyordu insanı.

Ortaokulda bugün fen bilgisinde gülmeyeğim, diye söz verirdim kendime. Tuhaf giyimli öğretmen, koca göbeği ve Aynştayn saçlarıyla sınıfa girince…Dudağımı ısırmaya başlardım. İnsanların kılığına tipine gülünür mü? Ne ayıp. Ben de biliyordum ayıp olduğunu ama ayıp biraz da hatalı olduğu bilindiği hâlde yapılan şey değil mi? Derken dudaklarımın arasından p başını çıkarmaya başlardı:ppp. Yanına u, ü ne bulursa katardı: pppuüüüüüüüüü. O zaman öğretmen direkt yönünü bana döner ve kocaman elleriyle zayıfça belime…Güm! Ramazan davulu değil. Belimde patlayan öğretmen eliydi o.

Lisede derslerde dalıp dışarıyı izlemeyeceğim, diye söz verirdim kendime. Çünkü dışarıyı izlemeye başlayınca hayal kurmaya da başlıyordum. Hayal kurmaya başlayınca da… Çıkılmayan bir kuyuya düşüyordum. Hâlâ o kuyudayım. Hayaller beni derin bir kuyuya itti. Orada kaldım. Lisedeki o ergen kız yüzünden. Hâlâ buradayım. Kuyuda. Bu sözümü de tutamazdım. Matematik: ef iks eşittir ye. Ye eşittir zıkkımın köküyse bunun diferansiyel molikül bilmem neyindeki z kaç…Kızım kızım uyansana? Dürtün arkadaşınızı, bu ne ya velisini çağıracağım. Hocaam onun velisi gelmez boşa uğraşmayın, ne demek gelmez, şşş uyan kız hoca kızıyor duymuyor musun, dandini dandini dastaaana, puhahahahahaha, sus sus bir de sizinle uğraşmayayım, oğlum geç yerine! Felsefe: Dersin başlaması yeterdi uyumaya. Efendim Sokrates bu işi başlatan kişi aslında. Kendisi taş ustasıymış. Hocaaam Sokrates’e çok çirkinmiş diyolar doğru mu, güzellik yarışması mı anlatıyoruz kızım burada, ama hocam sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez demiş sorgulamayalım mı yani, demi kız Gülten, Gülteeen ay sen yine mi… Edebiyat: Hocaaam Yahya Kemal kime âşık olmuştu? Dersi yine magazin programına çevirmeyelim tamam anlattık bitti. Aaaa ama hocam yaaa…Kızım tamam hadi başlayalım. Nerede kalmıştık? Hah, Tanzimat. İşte o günden sonra ülkenin beli doğrulmadı. Önemli bir kısım, Batı hayranı görgüsüzlere evrildi. Çocukları da onlara benzedi. Tanzimat oldu mu sana kimi çiğleri açığa çıkaran bir ferman? Hocaaam Celalettin ben Avrupa’da okuyup cön Türk olcam diyo amaa, hahahahahahahahah, susun tamam sus, uyandırın şu kızı hem ya, ne ayıp ya. Her ders her ders. Kızım hey!

Sonradan da pek değişen bir şey olmadı. Tonla ajandaya tonla sözler verdim akşamdan. Ne umutlarla başına geçip planlar yaptım. Hiçbirini tutamadım. Kendinize verdiğiniz o ilk sözü ıskaladınız mı artık iflah olmazsınız. Anladım. Yine de uyanabildiğim her sabah kendime sözler verdim. Akşamına tutmamış olarak eve gireceğimi bile bile.

Diğerleri hadi neyse de. Keşke bunu becerebilseydim. Keşke şu çenemi tutmayı öğrenebilseydim. Herkesin işine burnumu sokmamayı. Fikrim sorulmadan söylememeyi becerebilseydim. Aynaya baktığımda kıracağım gelirdi. Saçımı başımı yolsam hani rahatlayacağım. Karışma insanlara Gülten, çok konuşma Gülten, sorulmadan bence şöyle böyle diye balıklama dalma Gülten, Gülten, Gülten…

Güzel de bir işim vardı aslında. Nezih bir şirkette bölüm şefi olmuştum hayallerle geçen okul yıllarıma rağmen. Eh buradan sosyal mesaj falan vermiyorum. Hayal kurun, sizin de işiniz olsun sun sun sun. Demiyorum. Bir de onun sıkıntısını çekemem.

Çok konuşuyordum ama. Çok. Lisede o kadar susunca, sanırım sonradan böyle olmuştum. Allah şifamı verseydi. Vakti olmalıydı. O zaman beklemeliydi.

İş arkadaşlarım ben yanlarına yaklaşınca hemencecik dağılıyorlardı. Geliyor yine çal çeneler, kadının çenesi de çıkmıyor yerinden, diyenler gırlaydı. Üzülüyordum ama ne yapayım? Olmuyordu işte. Ailem de bıkmıştı benden. Dert yanayım diye aradığımda bir süre karşılık veriyorlardı konuştuklarıma. Sonradan derince bir sessizlik. Alo alo alo? Babamın sesleri geliyordu sonra:Hat çekmiyor hat hat. Aloo kızım alooo. Tiyatrocu. Anlıyordum yalan söylediğini ama ne yapayım? Kardeşimi aradığımdaysa ya tünele giriyorum diyordu ya asansöre biniyorum. İnsanlar çenemden kurtulmak için zihinlerinde çıkılmaz tüneller ve asla durmayan asansörler icat etmişlerdi.

Yorgun argın evime döndüğümde boş ev ve tosun gibi olan kedim karşılıyordu beni. Tosun gibiydi evet. Parlak sarı tüyleri olan, kaytan bıyıklı kocaman bir kedi. Kedileri de hiç sevmezdim ama buna acıyıp almıştım eve. Kendime de acımış olabilirim gerçi.

O akşam da diğerlerinin aynıydı. Tüm gündüzlerim, gecelerim birbirine benzerdi zaten. İnsanın kendisinden yorgun olması yapıyordu bunu bence. Kendisini katlanılmaz bulması. Ne bileyim. Çevresindekilerin birer birer kaçması. Çok anlattırmayın, gözlerim doluyor. Ağlayınca da balona dönüyorlar. Hoş değil.

Kapıyı açınca koridordaki kaloriferin yanında yatan kedim, hımbılca kımıldadı. Sonra kafasını kaldırdı yavaşça. Beni görünce uykusuna devam etti. Ya ne yapacaktı? Ooo sultanım, hoş geldin mi deseydi? Terliklerimi ayağıma geçirirken söylenmeden edemedim, şuna bak şuna. Kedi dediğin gelir sırnaşır sahibine. Bu kadar mı hatrım yok be? Yazıklar olsun. Bunu derken gözlerim doldu. Ağladım ağlayacaktım. Bir de bunu diline dolayanlar var. Tam bir şey anlatıyorum, ah ne oldu, yoksa ağlayacak mısın? diyenler. Ağlayacağım ulan ağlayacağım. Göz benim, gözyaşı benim. Size ne? Ağlayacağım. Ağlayacağım yerleri de kendim tayin edeceğim. Neyse, ağlamadım. Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Yemeğimi ısıtırken yan komşunun sesleri çalındı kulağıma. -Necdeet, Necdeeet, sofra hazır canım, hadi! Nicdiiit Nicdiiit, sifri hizir cinim hidi. İnsan kocasına bu kadar düşkün olmaz ya. Sofra hazırmış da Necdet’miş de. Ehh. Yemeği alıp salona geçtim. Şen kahkaha dinleyesim yoktu. Koridorda daha yatıyordu benim köşe yastığı. Yat yat oh yat, deyip ayağımla şöyle bir dürtükledim. Hay yapmaz olaydım. Uyanıp tırnaklarını bacağıma bir geçirdi. Kuru fasulye pilav tabağı elimden fırladı uçtu. Etraf oldu mu sana yemek.-Yoksa ağladınız mı Gülten Hanım? Ağladım. Hem temizledim hem ağladım. Kediye de ayağımdaki terliği çıkarıp fırlattım. Şansım olsa kedi olurdum bile dedim. Hay taş olaydım da dedim. O gece yemek yemeden yattım. Dön dön uyuyamadım. Ninemin öğrettiği yattım Allah, kaldır benileri de okudum. Yok. Koyun saydım. Koyunlar bir süre sonra kedime dönüştüler. Çitten atlayan her kedinin suratı asıktı. Dalmadan önce hatırladığım kedi elin kırılsın, dilin tutulsun emi, deyip atladı.

Sabaha öyle bir dinlenmiştim ki. Oh. Ya Rabbi. Şu uyku ne güzel şey. Aklıma rüyam geldi. Güldüm. Rüya değildi gerçi. Ama rüyaydı bence. Öyle iş mi olurdu? Yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim. Karnım epey acıkmıştı hani. Hafta sonuydu. Mis gibi bir kahvaltı. Sonra yürüyüş. Oh gel keyfim gel. Kedim yine aynı yerinde yatıyordu. Küsmüştü sanki. Gece odama gelir, halıya kıvrılır yatardı. Gelmemişti. Yanından geçerken ne o kız, küs müyüz? diyecektim ki -Ne bakıyorsunn? Birr de seninn odana mı gelecektimm uyumaya, demez mi! Estağfirullaah! Ay sen konuştun mu, diye cırlayacaktım ama sesim çıkmadı. Korkmama yordum. -Şaşırrdın mı? Elin kırılmadı ama bakk dilin tutulmuş hıh, demez mi. Tövbee. Hemen mutfağa kaçıp kapıyı kapattım. Annemi aradım.

-Rüyanda mı gördün kız beni? Günaydın. Nasılsın?

-Hahhhh

-Ne oldu kız? Boğazın mı acıyor? Niye hırıldıyorsun?

Arkadan babamın sesi geliyor:”Ne olmuş? Yine mi hastalanmış? Kendisine bakmayı da bilmiyor. Evlense de kocası baksa şuna.”

-Yavrum sıcak bir şey içtin mi?

-Ukkk ukk ukk

-Uk ne yavrum? Bey bu ne diyor? Bir şey oldu galiba çocuğa Allah ya Rabbi. Koş bey, arabayı hazırla yanına gidelim.

Babamın sesi yine fonda: Yahu ne olacak? Üşütmüş işte. Doktora gitsin, bir serum bağlasınlar tamam.

Kedim de kapının önünden bağırıyor: Açç kapıyı açç da anlatayımm benn ne olduğunu.

Nereye gideyim ya Rabbi? Ama bu çok saçma. Çitten atlayan kedi bana beddua etti diye de. Yani tamam çok iyi bir insan sayılmam ama bu kadarı da fazla değil mi?

Nedense mantıklı geldi ama. Kapıyı açtım. Telefonu uzattım. Kedim anlatmaya başladı:

-Alo ben Gülten’in kedisii… Neyydi yaa benim adımm? Neyyse. Benn Gülten’in kedisiyim teyyze. Gülten’in konuşşma yetissi bana geçtii. Sizinn kızz kelimelerri o kadarr horr kullanndı ki artıkk ona kelime kallmadı. Dünn de bana şiddett uygulayınnca eh olann oldun. Nee? Ben kimm miyimm? Nee? Hırrsız mıyımm? Kenndine gell teyyze. Benn harama ell uzatmamm. Bakk kızın azıcıkk kızdı başına neler geldi. Bence sen de çok konuşuyorsunn. Amcama verr seninle anlaşamayacağızz.

Babamın sesleri: Ayfer! Ayfer! Kendine gel Ayfer! Alo alo kimsin sen? Kızımın evinde ne işin var? Bak geliyorum oraya ben gelmeden de yığacağım polisleri haberin olsun. Kırarım kemiklerini. Kızı rahat bırak. Alo alo!

Kedim telefondan uzaklaşırken insanlarrla anlaşmakk ne mümkünn yaa, diyordu. Ardından bakakaldım.

Yarım saat geçti geçmedi kapı çaldı. Açtım. Karşımda iki polis memuru.

-Hanımefendi, iyi günler. Zor durumda olduğunuza dair ihbar aldık.

-Hhheeeh.

-Yani doğru mu? Konuşamıyor musunuz? Raci iş ciddi galiba. Ekibe haber ver. Destek yollasınlar.

-Abi kadın o kadar telaşlı değil sanki. Dur önce anlayalım.

-Anlatın hanfendi. Sizi dinliyoruz.

-Kkkkii ddd

-Hah zorla hanımefendi biraz, tamam sonra?

-Abi ne sonra? Kadın ne dedi de sonra? Şuraya yaz sen abla.

-Ne oluyorr memur beyy?

-İyi günler de nereden geldi abi o ses?

-Herhalde biri odadan sesleniyor.

-Yokk yokk aşağı bakınn buradayımm.

-Aşağıda kedi var memurla dalga geçmekten alırım bak kimsen seni ha! Çık ulan adamakıllı ortaya! Tövbe sabah sabah.

-Abi yalnız cidden kediden geldi ha ses.

-Raci, delirdin mi Raci? Tövbe tövbee. Ulan nerede görüşmüş kedinin konuştuğu? Dur eğileyim de patisini sıkayım.

- Memur beyy, isterr inann, isterr inanma. Bu kadından şikâyetçiyimm benn. Alın bunu götürünn. Dün şiddet uyguladı banaa miyaav. Sonra da işte ha böyle oldu.

-Doğru mu hanımefendi?

-Abi her şeyi kabullendin, olayın doğruluğunu mu sorguluyorsun? Kedi konuşuyor ya!

-Doğru dedin Raci. Bu iş bizi aşar. Hadi gidelim doktor moktor birileriyle gelelim. Koş oğlum.

Dönüp gittiler. Kedim bağırdı arkalarından heey bu caniyi de alın, diye. Apartmanın dış kapı sesi duyuldu sonra.

Çok konuşuyordum ama. Çok. Lisede o kadar susunca, sanırım sonradan böyle olmuştum. Allah şifamı verseydi. Vakti olmalıydı. O zaman beklemeliydi.

Vakti olmalıydı derken bunu kastetmemiştim. Normal vakitlerde işte. Ağacın birden büyümesi. Güneşin gün ortasında tak diye batması. Bebeğin emeklemeden koşması. Olur mu hiç?

Annemler geldi. Kadın sararıp soldu. Babam konuşmadı. Kediyi attılar evden uğursuz diye. Bir ay rapor aldım işten. Bir aya düzelirim umudu. Bir aya yine eski şikâyetlerime dönerim umudu. Memlekete gidelim diye zorladılar. Kafa salladım. Babam kız konuşamıyorsun işte, bir şey olsa kim bakacak? diye kızdı. Annem de babama kızdı şom ağızlı diye. Adam haklı. Ama gitmedim.

Bir aya konuşurum yine ben. Yine sular seller gibi. Şakır şakır. -Ağlıyor musunuz yoksa Gülten Hanım?

Fatma Ünsal şu şarkı güzelmiş.