Ne Olmadıkları

Hacer Noğman

Salı günlerinin bu güzelliği vardı. Seçebildiğimiz bir günü tatil yapabiliyorduk. Salı günü doğmuştum. Bu yüzden ben de salıyı seçmiştim. Ne diyordum, salı günleri çok güzeldir. Deniz kenarına gidersin, mor dalgaları izlersin. Belki bir çay içersin bol şekerli. Ağzında kötü bir tat bırakmasına rağmen bundan vazgeçemezsin. Çaya karbonat katıldığını da anlarsın ama ses edemezsin. Parasını vermişsin bir kere. Nasıl ses çıkarabilirsin? Etrafındakiler sana bön bön bakarlar. “Buraya bakarlar” yazmamasına rağmen. Yine de salı güzeldi.

Artık değil. Kediler başımıza geçeli beri salılar güzel değil. Neymiş, her gün çalışacakmışız. Bu kedilere yüz verenlerin hepsini bulmak istiyorum. Kim bardağın son damlasını taşırmış da kedileri gerçekten başımıza musallat etmiş, bunu öğrenmek istiyorum. Kim o düşman? Belki de montunu çıkarıp kedinin üzerine örtmüştür. Hava yağmurlu olmasına rağmen kendini ıslanmaya mâhkum etmiştir. Bo hovodo kodolor nopson? Allah bilir işini kardeşim, sana ne. Sonra o monta iş*r. Kediler öyle yapmaz diyeceklerdir . Kardeşim kedilerin DNA sarmalında bir şeylerin değiştirildiğini düşünüyorum, sizler, mamalar dış minnaklar tarafından. İtirazı olan? Umurumda değil. Bize mi sordular kedileri başımıza çıkarırlarken? Hayret bir şey. Gelelim tekrar salı günlerine. Şimdi hiçbir önemi yok o günün, anılardan başka. Salılardan birinde telefonum çaldı.

-Alo?

-Miyav.

Yüzüm bir yamuldu, kaşlarım büküldü, dudaklarım s şekli aldı, burun kanatlarım açıldı.

-Aloooğ?

-Miyağuuuvvv!

-….

Önceki iki Alo’yu da ben dememişim. Üçüncüyü diyemeyişimden anladım. Dilimi yutmuştum. Dili yutmanın mecazi bir anlamı olduğuna o gün kani olmuştum.

-….

-Ooooğoooovovovovovovovov.

-?

Sokaklardaki kedi dalaşmalarında duyduğumuz garip seslerin benzerlerini işittim ahizeden. Bir arkadaşımın şakasıydı elbette, başka ne olabilirdi ki? Evet, tam da böyle düşünmüştüm o an. Hangi salaktı diye düşünerek yataktan kalktım, abdest aldım. O zamanlar bunu yapmazdım ama şimdi abdest alırken ettiğim dualara çok dikkat ediyorum. Ellerimi yıkarken “Allah’ım, bu ellerle şımarmaya meyilli kedileri sevdirme,”, yüzümü yıkarken “Allah’ım tatlılığına kanabileceğim kedilere baktırma,”, ayaklarımı yıkarken de “Allah’ım, adımlarımı beni tatlılıklarıyla kandırabilecek kedilerin dibinde bitirme,” diye dua ediyorum. Her şey için çok geç olsa da bazı şeyler için hâlâ geç değil, diye düşünüyorum. Beterin beteri var, hesabı.

O salı günü mor dalgaları izlerken taburemin yakınına bir kedi yanaştı. Tekir. Sevimli desen değil. Zayıf bir şey. Rengi garfiyıld sarısı. Hiç de sevmem. Yer yer grileşmiş tüyleri daha da çirkin gösteriyordu onu. Allah’ım affet dedim içimden. Geldi ayaklarıma dolanmadan önce yerde bir iki tur döndü. Kanmam ben böyle numaralara, hiç de etkilenmem dedim sesli, yüzümü buruşturdum. Höpürdeterek bir yudum aldım şekerli çayımdan. O sırada masalardan şekerleri topladıklarını gördüm. Sıra benim masama gelince, masa dediysem dizime kadar gelmeyen katlanır bir masa, n’oluyor dedim. Garson dediğime aldırmadı, şekerleri aldı gitti. Üstelemedim. Evde içerim çayımı, hıh. Tekir bacağıma değdiriyordu kafasını. Nasıl da tüy döküyor. Garson! Dilimi yuttuğumu o an hatırlamıştım. Garson! Ne bağırıyorsun kardeşim? Garson duymuyor işte. El yaptım, garson gördü, sağ elimle sol elime bir şey yazıyormuş gibi yaptım. Hesap geldi. Bu dili seviyorum. Keşke zamanında daha da geliştirseymişiz. Bundan sonra çok ihtiyacımız olacak. Tabii bunu şimdi düşünüyorum, o anları düşünürken.

Ayaklandım. O tekir de benimle birlikte harekete geçti. Garsona karşı “Miyauuuğ, uuğuğuğuğğuğuuğğ, vaoooooouvuvuvvu,” sesleri çıkardı. Garson başını salladı. Ne anladı da onayladı bilmiyorum. Evin yolunu tuttum. Konuşamamayı bu kadar garipsemedim. Bazenleri hiç konuşmadığı gün bile oluyor. Evde tek olunca duvarlarla konuşacak hâlim yok ya. İşte de bazen hiç konuşmadığım günler oluyor. İşte bugünü o günlerden biri gibi düşünmüştüm. Ama yarın oldu öbür gün oldu öbür öbür gün oldu. Sokakta, işte, markette, avemelerde, metrolarda, otobüslerde, her yerde kedi miyavlamalarından başka bir şey işitmez oldum. Olduk desem daha iyi belki de. Diğer insanlar benden farklı olarak miyavlamaları başlarıyla onaylıyor, bir miyavlamayla yerlerinden fırlıyor, başka bir miyavlamayla emir almış gibi harekete geçiyorlar. Benim duyduğumdan başka bir şey duydukları kesin de. Ana dil miyavca mı olmuştu ben her şeyden bihaber miydim? Bu soruyu kime soracağımı da bilmiyordum.

Gittiğim her yerde insanların başlarında bekleyen kediler vardı. Gittiğim her yer, evim dışında, alışveriş mekânı olduğundan, o yerdeki asayişi kediler sağlıyordu. Herhangi kimsenin işini yanlış yaptığına tanık olacakken kedi tarafından uyarıldığını görüyordum. Uyarı da şöyle: Miyauğuğuğuğuğuğuuğuğuuuuuuuğuğuoooovuvvuvuvu. ????? Konuşsam kimse dediğimi anlamıyor. Çünkü konuştuğum içime kaçıyor. Ses tellerim kıpraşmıyor. O bahsettiğim tekir de benim evin dibinden ayrılmıyor artık. Kaç kez evime girmeye yeltendi. İçimde kalan zerre merhamet duygusu uyanıyor, yanına bir de Allah korkusu eklenince tekiri şamarlamaktan vazgeçiyorum. Her evde yaş mama bulundurma zorunluluğu da getirildi. Bu beklediğim bir olaydı. Ama nasıl, kim getirdi anlamadım. Bunca millet konuşamıyorsa bu bilgi bize nasıl ulaştı? Günün birinde billboardlarda yaş mama reklamları gördük. Tüm billboardlarda. Elektrik direklerinde. Reklam panolarında. Birbirleriyle yarışan yaş mamalar. Şurada daha ucuzu var, burada ondan da ucuzu var, orada bedavası var??? Böyle saçma saçma ilanlar. Yazılar Türkçeydi. Konuşamayan ama yazabilen insanlar vardı demek ki benim gibi. Buna sevinmeli mi bilmiyorum. Ona gelmeden üzülecek çok şeyimiz var neticede. Tahmin edersiniz ki evime yaş mama almadım. Bir gün kapım çaldı. Her gün reklam broşürü bırakanlar kapımı çalıyordu, onlardan biri sandım. Bırakan dediysem insan mı kedi mi bilmiyorum ha, merak da etmedim. Böyle de umursamaz bir insanım. Dört kedi var karşımda, bir de orta yaşlarda bir abi. Saçları yeşil, sakalları mor. Kafası mor halkalı.

-???

Ne dediğimi ben de anlamadım o ân. Miyavlaşmalar. Evime girdi yeşil saçlı ABİ? Buzdolabıma yöneldi direkt. Yerini nasıl biliyorsun böyle direkt ona gittin? Ben onun peşinden, kediler kapıda. Yeşil kafalı abi buzdolabına bakınıp kedilerin yanına gitti, peşinde ben. Kafasını sağa sola salladı. Kediler iki üç miyavladı, mor sakallı abi ellerimi kıvrak hareketle kavradı, plastik kelepçeyle arkamda birleştirdi. Omzumu zorlamışım orda. Hâlâ acıyor.

Gözlerimi bağlayıp buraya getirdiler. Dört duvar bir yer. Kapıda yeşil kafalı abiyi unutturmayan mavili bir abi var. Dört kişiyiz burada. Dördümüz de konuşabiliyoruz. Birbirimizi anlıyoruz. Şükürler olsun Allah’ıma. Herkes dünyasının nasıl cehenneme dönüştüğünü anlatıyor. Şu kapıdaki abinin kediyi hayatında konumlandırdığı yerle bizim konumlandırdığımız yerin aynı olmayışını konuşuyoruz. Şımartılan kedileri anınca birimiz diğerleri hemen yüz buruşturuyor. Bense o şekerlerin niçin toplandığını şimdi öğreniyorum: Kediler şekerli çay sevmiyorlarmış.