The Show Must Go On

Fatma Dursun

Yerlerinize yerlerinize Show başlamak üzere.

Arzulara göre şekillenen bir dünya değil burası. Gerçi arzulara göre şekillenen bir yer var mı? Sıkışıp kaldık. O kaderine sıkıştı. Biz onun içine. Zaten o varken vardık. Fark ettikçe mutsuzlaştı. Düşündükçe umutsuzlandı. Çabaladıkça çürüdü. Ve biz hepsini izlemek zorundaydık. O çıkamadı krizin içinden. Biz de onun içinden.

Herkes yerine geçecek. Herkes şahit olacak bu ana.

Sorumlu bizleriz. Bizim olmamıza sebep olan da zihni. Kontrolsüzlüğü. Şansızlığı. Çevresi. Çürüdün sen. Bu yaşta çürüdün. Hala çiçek açacağına inanacak kadar da aptalsın. Karanlığının her zerresini tanıyorken aydın olan bu tarafın varlığı niye? Anlamsız bir parçalanmışlığın getirdiği yenilgiyi görecek kadar zekiyken düşüşüne olan bu koşuşu niye?

Gözün ardındaki odacıkta düşünceler ve duygular yerlerine geçtiler.

Çeşit çeşitler. Nasıl sınıflandırılırlar? Moderatör kim? Kalp, ruh, zihin bu tartışmanın bir cevabı mevcut değil. Bunun kararını onun vermesi gerekiyor. Ama onun buna şansı yok. Onun düşünme, hissetme ve var olma hakkı yok. O ölemez, o yaşayamaz. O sadece çürür. O kaçamıyor biz de kaçamıyoruz. Karanlık, aydınlık, anlamlı, anlamsız, nötr temelde böyle ayrılırlar. Ama karmakarışık oturdular. Birbirleri ile karışıyorlar.

Show başlıyor. Kanı kaynıyor önce. Sonra damarları çekiliyor. Titremeye başlıyor. Hazır.

Hapsediyor bir şey bizi buraya her seferinde. Kimse müdahale edemiyor duruma. O da farkında bunun. Kriz yönetilsin istemiyorlar. Farkında bunun. Delirebilseydi keşke. Deliremiyor. Daha da anlıyor kendi halini. Acımıyor, üzülmüyor kendine. Öfkelenmiyor, affetmiyor. Düşünmüyor hissetmiyor. Sadece bilincinde olanların. Belki bizi hapsetmesinin nedeni de budur. Bizden kaçamıyor biz de ondan. Hapsederek kurtuluyor bizden.

Krize girdi. Başlıyor nöbeti. Tetikleyici temelde aynı. Güvende hissetmiyor kendini. Tehdit altında sürekli. Ölmeliler ya da ölmeli. Dünya küçük. O yaşayamıyor. Ölemiyor da. Çürümeyi hak etmiyor. Onlar ölmeli. Onların ölmeyeceğini biliyor. Kaçamaz da. O kaşığı dahi kaldıramayacak kadar aciz. Bundan kontrolsüzlüğü.

Bağırmaya başladı. Boğazı kabarıyor. Kızarıyor. Tabakları ve şişeleri kırdı. Sıra kendinde. Önce saçlarını yoldu. Ellerini sıktı. Kafasına vurmaya başladı. Tam kulaklarının oradan. Böylece kulakları duymayacaktı. Neyi duymayacaklardı? Bizi hapsettiği gibi geçmişi fısıldayanları da hapsetti bunlar olmazdı. Kafası zonklamaya başladı. Vurmaktan yoruldu. Çizmeye başladı. Boynunu, ensesini… Yüzünü çizmedi. Görünmesini istemezdi. Tek şahitler bizdik.

Show’un son sahnesine geldi. Yerlerinizden ayrılmayın.

Ayrılamazdık zaten. Krizin şiddeti bitti. Şimdi yavaşladı tüm hareketleri. Nefes alışı azaldı. Titremesi bitti. Aynaya baktı. Bizle göz göze geldi. Kendisi ile göz göze geldi. Kızaran yüzüne, şişen gözlerine baktı. Sadece baktı bir şey hissetmedi. Ağlamaya başladı. Sakince döküldü. Saçları, gözleri, tüm benliği sakince döküldü. Dindi. Show’u bitti.

Herkes uyuşmuştu. Yavaş yavaş kendine geldi. Yavaş yavaş biz de yerlerimize dönüyorduk. Düşünmedi olanları. Bir başka zamana dedi. Bir başka zaman düşünecekti. Şimdilik unuttu. Bir gün sonsuza kadar unutacaktı. Bizi hapsetmeyecek, unutmayacak bir gün anlayacaktı.