Canavar Tiradı

Emine Ecran Şenel

Eğer biz isteseydik o kişiyi delillerimizle yüceltirdik. Fakat o dünyaya saplanıp kaldı, hevesinin peşine düştü. İşte böylesinin hâli, kovsan da bıraksan da hep dilini çıkarıp soluyan köpeğin hâline benzer. Âyetlerimizi yalan sayan topluluğun durumu işte böyledir. Şimdi sen bu kıssayı anlat, umulur ki iyice düşünürler. (Araf sr. 176)

Çırpınmak kurtarır mı boğulmaktan? Karaya çıkabilir misin çırpınmadan? Ağlayan şavkını bırakıp da gökte

ay, düşünce ağaçtan, yerden yüksek oynadık atlayarak yıldızlardan. Çocuklar gibi sorulara ve sorunlara aldırmadan. Yere basan yanar, aşağısı alevler. Aradığımızı bulduk sanınca patladı çamlak çömlekler. Gurbette sobelendi hem kalanlar hem gidenler. Dünyaya sığmayanlar ele avuca sığdı. Göze görünmeyenler aynalara yansıdı. Fısıldanmayanlar dağlarda yankılandı. Saklananlar ulu orta bulundu. Akşam ezanı duyuldu, oyun bitti. Armut desem de elma desem de fark etmez, saklansan da saklanmasan da ebe. Ebe sobe.

Canavarı bulmak ve ne pahasına olursa olsun onu öldürmek için beni görevlendirdiler. Atılgan, fedakâr, cesur, babayiğit olmanın bedelini ödemek icap edermiş. Öyle dediler. Bunlara kanmazdım da vatan için, milletin selameti için denince akan sular durdu. Kabul ettim. Adım Süleyman diye canavarın dilinden de anlarmışım, Süleyman peygamberin adını taşıyormuşum. İşe gelince işçi Süleyman, canavara gelince Sultan Süleyman. Ulan madem öyle Süleyman peygamberin mülkü kadar mülk verin, dedim. İçimden. Dışımdan da derdim de şimdi birisi kafamı bozacak bir şey der, kızarım, kendimi tutamam, adama bir dokunurum beyin kanaması geçirir mazallah. Başıma iş almaya gerek yok, diye içimden dedim. Kızdığımı anlamış olacaklar ki bu işten alnımın akıyla çıkarsam sonunda ödül vereceklerini söylediler. Ödülde gözüm yoktu benim. Vatan için, millet için kabul ettim.

Gözleriyle görenler olmuş canavarı. Gölün ortasında. Büyükmüş. Korkunçmuş. Korkmuş insanlar. İhbarda bulunmuşlar. Önce önemsenmemiş. Vatandaş oyalanmaya çalışılmış. İhbar sayıları artıp bir de üstüne ortadan kaybolan çocuklar olunca MİT’e görevlendirme verilmiş. Onlar da beni seçtiler bu mukaddes görev için. Yanlış anlaşılma olmasın ben MİT’te görevli değildim. Bir sitede kapıcılık yapan bir garibandım. Nasıl olduysa bulmuşlar işte beni. Daha önce hafiften dokunup hastanelik ettiğim üç beş kişi olduydu. O sebepten karakola uğradığımız oldu zamanında. Belki suçlu dosyaları arasından bulmuşlardır. Bilmem ben.

Beni yedirdiler, içirdiler, giydirdiler, cebime harçlık koyup gölün kenarına getirdiler. Bir küçük ev kurulmuş gözlem yapmam için. İçine de üç beş parça eşya koymuşlar. Ne yap ne et canavarı bul ve öldür. Baktın bulamadın başka bir hayvan öldür, parçala ve onun canavar olduğunu söyle. Halkı bu korkudan başka türlü kurtaramayız, dedi Müdür Bey. Ne yalanı ya hu, diye yükseldim. Ben milletime yalan söylemem. Evelallah bulurum da öldürürüm de canavaroğlu canavarı, dedim. Aferin dediler devlet görevlileri, sırtımı sıvazladılar. Kanmam dedim ya, yalan söyledim. Çabuk kanarım, çabuk gaza gelirim ben. Bir bakışa, bir çift güzel söze aldanırım. Neyse, yüklendik bu görevi de omzumuza. Halkın göle yaklaşması yasaklanmıştı. Bir ben vardım o bölgede bir de Allah. Ara sıra halktan yemek getirenler oluyordu. Beni kahramanları addediyorlardı.

Bekledim, gözledim, inceledim. Değil canavar, küçük bir karaltı bile görmedim günlerce, haftalarca, aylarca. Artık herkes usanmıştı bir şey yok, dememden. Çocukları ortadan kaybolan insanlar isyanlarını artırmışlar, eyleme geçmeyi düşünüyorlardı. Yavaş yavaş müdürün yalan planı kafama yatmaya başlamıştı. Ne yapacağımı nasıl edeceğimi düşünmekten saçlarıma aklar düştü. Bir gün aklıma bir fikir geldi. Madem bu canavar çocukları kaçırıyordu, demek ki çocuk görünce ortaya çıkıyordu. Bir çocuk maketi yapıp gölün kenarına koymaya karar verdim. Karar verdim vermesine ama ben ne anlarım maket yapmaktan. Benim koca ellerimin öyle maharetleri yoktur. Şehirden bir marangoz bulup ondan istedim maketi yapmasını. O, maketi yaptı; ben de çocuk kıyafetleri aldım. Hatta oyuncak araba bile aldım. Çocuk dediğin oyuncaksız olmaz, oyun oynamayan çocuk olmaz. Aldım çocuğumu gittim gölün kenarına. Uygun bir yere oturur vaziyette yerleştirdim, önüne de arabasını koydum. Canavar amca gelene kadar sen burada oyalan, e mi yavrum, dedim. Ses etmedi. Edemezdi zaten. Ağzı var, dili yoktu yavrucağın. Beklemeye koyuldum. Biraz sonra gölün tam ortasında bir karaltı göründü. Hay zekâmı seveyim, diye ünledim. Yavaş yavaş kıyıya doğru yaklaştı karaltı. Hazırladığım kemendi havada çevirdim, çevirdim, çevirdim. Canavarın yeteri kadar yaklaştığından emin olunca Ya Allah, diye fırlattım kemendi. Canavarın bir yerine takıldı. Çoğu suyun altında olduğundan neresine takıldığını göremedim ama takıldı. Var gücümle çekmeye başladım. Gücüm yetmedi. Hırslandım. O zamana kadar gücümün yetmediği hiç bir işle karşılaşmamıştım. Demir verseler elime demiri bükerdim. Benim yürüdüğüm yerler sallanırdı. Ama canavara gücüm yetmiyordu. Ben çektim, o çekti, ben çektim, o çekti, ben çektim o çekti. O çekti, o çekti, çekti çekti çekt…

Yaklaşık yarım saat dayandım bu çekişmeye. Sonunda suyun içindeydim. Gücüm tükendi. Otuz beş yıldır ilk defa gücüm tükendi. Suyun içindeydim. İşin kötüsü yüzmeyi de bilmiyordum. Ne yapacağımı, nasıl edeceğimi bilemedim. Çırpınmak mı gerekti? Kendini suyun kollarına bırakmak mı? Nasıl yüzülür? Çırpınmak kurtarır mı boğulmaktan? Karaya çıkabilir misin çırpınmadan? Bıraktım kendimi suya. Suyun içindeydim.

Canavarla göz göze geldik. O gözler nasıl gözlerdi öyle. Göz bebeklerinin ortasında parlayan bir çift yıldız vardı. O nasıl bir yüzdü öyle. Dudaklarında şekerparemsi bir tebessüm, yanaklarında çilek kırmızılığı. Ya o çiller… Kolları ve bacakları vardı. Dinozoru andırıyordu biraz. Bebek bir dinozoru. Dünyanın en tatlı yaratığı duruyordu karşımda. Böyle canavar mı olur ulan, dedim, suyun içinde nasıl konuşabildiğimi sorgulamadan. Güldü canavar. Çocuklar gibi şen güldü. Çocuk demişken kucağında da benim maket çocuk duruyordu. Demek çocukları kaçırdığı doğruydu.

Bu arada habire dibe batıyorduk. Yüzmüyordum, boğulmuyordum. Nefes de alıyordum üstelik. Dibe indik, yere bastık. Su yukarıda kaldı. Aşağıda bambaşka bir şehir vardı. Masal diyarı gibi bir şehir. Mantardan evler vardı, şirinlerin evlerine benzeyen. Dün gece karşı dağın tepesindeki ulu ağacın üstünden barakamın içini aydınlatan Ay oradaydı, yıldızlar da. Meğer dünyada gündüz olunca buraya inerlermiş, gece olunca da Güneş inermiş buraya. Haa, dedim bunu öğrenince. Ben de Güneş suyun ardında batınca nereye gidiyor diye düşünür dururdum, dedim. Canavar güldü. Sonra etrafımızı onlarca çocuk kapladı. Şarkılar söylüyorlardı. Birden oyun başladı. Ben de kendimi oyunun içinde buldum. Ay, ebe oldu. Yerden yüksek oynadık yıldızların birinden diğerine atlayarak. Ben ne anlarım oyun oynamaktan ulan, dedim. Oynamayacaktım ama oyun başlayınca yıldızların altında alevler göründü. Yere bassam yanacaktım. Mecbur dahil oldum oyuna. Eğlendim ama. Çocukların şarkılarına eşlik ederken buldum kendimi. Bu iri cüsseyle de masallar diyarının devi gibi duruyordum. Sonra oyun aniden bitti. Ne çabuk bitti ya, dedim çocuk gibi. Utanmasam bana ne bana ne diye zıplayacaktım. Çocuklar dağıldılar. Baktım yaş pastalar, şekerler, dondurmalar, çikolatalar, bonibonlar yiyorlardı. Çocuk şarkıları, çocuk kahkahaları sarmıştı her yanı.

Ulan rüyada mıyım, dedim. Canavar yine güldü. Ne gülüyorsun lan, madem anlıyorsun beni, anlat o zaman. Açıkla bu durumun aslını, dedim. Canavar kızdı. Kaşlarını çattı. Sonra konuşmaya başladı. O tatlı görüntüsüne zıt, gür bir sesi vardı. Benim sesimden bile gür. En azından canavara yakışır bir özelliği vardı. Burayı Süleyman peygamberin ordusundaki cinlerin soyundan gelen bir grup cin ile kurduk. Rica ettim beni kırmadılar, sağ olsunlar. Çocuklar için kurduk. Çocukları oyun hamuru gibi kullanan ebeveynlerinden kurtarmak için, dedi. Çocuk sadece çocuktur. Siz yetişkinler bunu unutuyorsunuz, unuttuğunuz bir çok şey gibi, dedi. Benim çocuğum yok. Ne dediğini de anlamadım. Bu yavrucakların ana babaları perperişan oldular. Dirisi bulunmuyorsa ölüsü bulunsun. En azından bir mezarı olsun yavrularımızın diye ağlıyorlar yukarıda, dedim.

O sırada yine çocuklar sardı etrafımızı. Sonra benim çevremde dönmeye başladılar. Ebee eebee eeebee, diyerek. Saklambaç oynayacakmışız, benim ebe olmamı istiyorlarmış, öyle dedi canavar. Eh, iyi madem dedim. Mantar evlerden birinin duvarına koydum kafamı, gözlerimi yumdum, başladım saymaya. Biiir ikiii üüüç döörrt… eeelli altı eellli yedi eellli sek… Yüze kadar saydım. Baktım kimseler kalmamış. Aramaya başladım ama yalnız kalınca da ufaktan bir tırstım. Cin min dedi canavar. Karşıma biri çıksa naparım diye düşündüm. Ulan, insanoğlu olsa çarpar devirirsin, cinle güreşilir mi? Bildiğim duaları okuyarak aramaya devam ettim. Kenara köşeye pusup saklandığını sanan çocuklar kikir kikir gülüyorlardı. Görmezden geldim onları. Çocuktur ne de olsa güvenip de saklandığı yerden çıkarırsan incinir. Mahsuscuktan görmüyormuş gibi yaparak “Nereye gitmiş bunlar ya huu,” diye geziniyordum mantar evlerin arasında.

Neden sonra canavarı öldürmem gerektiği geldi aklıma. Evlat acısı çeken ana babalar için, vatan için, milletin selameti için. Ödül için, gururum için… Belimdeki hançeri kontrol ettim. Çocukların hiçbirini sobelemeyip canavarı bulacaktım. Bulduğum gibi de hançeri saplayacaktım. Dikkatle baktım her yere. İleri de bir ağacın ardından kuyruğunu gördüm. Parmaklarımın ucunda sessizce yaklaştım. Nefes bile almıyordum. İyice yaklaştıktan sonra hızla hançeri belimden çıkarıp sapladım. Çektim hançeri bir daha sapladım. Bir daha, bir daha. Dimdik duruyordu canavar. Ağacın arkasına kafamı uzattığımda hançeri sapladığım şeyin yalnızca bir odun parçasına geçirilmiş maske olduğunu gördüm. Öfkeyle lanet ettim, kafamı kaldırdım ki canavar gözlerinden akan yaşlarla bana bakıyor. Benim, canavarın maskesine saldırdığımı görmeyen çocuklarsa saklandıkları yerden çıkmış, her şeyden habersiz çam-lak çöm-lek pat-laa-dı, diye bağırıyorlardı.

O sırada uzaklardan, suyun üstündeki dünyadan akşam ezanı sesi duyuldu. Çocukların hepsi koşarak evlere girdiler. Canavar gözyaşlarını silip, burnunu çekerek yanıma geldi. Sen de mi Brütüs, der gibi bakıyordu bana. Çocukların aileleri çok üzgün, diyebildim sadece. Canavar, gür sesiyle görmüyor musun burada ne kadar mutlu olduklarını? Ebeveynlerinin sokmaya çalıştığı kalıpların şekliyle değil kendi kimlikleriyle yaşadıklarını görmüyor musun? Benden mi kurtarmak gerek onları ailelerden mi? dedi. Daha bir sürü yarısını anladığım yarısını anlamadığım tumturaklı laflar söyledi. Ben bu dünyayı büyüklerin kendi dünyalarına sığdırmadığı, başlarından savdığı çocuklar için kurdurdum. Başka kimseyi almak niyetinde değildim. Fakat seni görünce… Bakışında merhamet var sandım. Çocukları seversin sandım. Beni de… Sense kalbinin karasını ancak birkaç saat saklayabildin. O da belki çocuk dünyasının parıltısından görünmemiştir. Şimdi git. Burada sana yer yok, dedi. Çocukları almadan gitmem, dedim. Senin de canını istediler benden ama onu sana bağışlıyorum. Sadece çocukları ver, dedim. Canavar kızdı. Yüzündeki çilek kırmızılığı alev kırmızısına döndü. Göz bebeklerindeki yıldızlar ateş saçmaya başladı. Bana bir kafa attı, top gibi fırladım. Kendimi evimin önünde buldum. Pat diye.

Ulan, dedim. Ben bilirim sana yapacağımı. Gülen yüzü geldi gözümün önüne. Çocuklarla oynadığımız anlar geldi. Sonra toparlandım. Onu yok etmeliyim dedim. Evlat acısı çeken ana babalar için, vatan için, milletin selameti için. Ödül için, gururum için… Müdürü aradım, anlattım gördüklerimi. İnanmadı. Kahkahalarla gülmeye başladım. Ulan, dedim. Yanımda olsan var ya… İçimden dedim. Sonra planımı anlattım. Göle akan suların ağzı başka yere çevrilsin, gölün suyu o yere boşaltılsın. Böylece gölün içi dışına çıksın. Canavar da ortaya çıkar, dedim. Onu kendi ellerimle öldürürüm. Evlat acısı çeken ana babalar için, dedim. Vatan için, milletin selameti için. Ödül iç… Sustum. Müdür de sustu bir süre. Anlattıklarıma inanmadı ama planım aklına yattı. Tamam, dedi sonra. Yapalım bunu, dedi.

Akarsuların yönü başka tarafa çevrildi. Ülkenin her yerinden getirilen helikopterlerle, tankerlerle gölün suyu başka yere taşındı. Yeni bir göl oluşturuldu. Eski göl koca bir çamur çukuruna dönüştü. Ortada ne canavar vardı ne çocuklar. Mantar evler, ay, yaldızlar hiçbiri yoktu. Yalnızca pis insanların önceden suya attıkları pislikler vardı. Müdür de pis pis baktı bana. Kazın, dedim, yeri kazın. Kazdılar, bir şey çıkmadı. Müdür daha pis baktı. Ben bu işin peşini bırakmam, dedim. Herkes gitti, ben kaldım. Günlerce bekledim. Haftalarca. Aylarca. Nihayet çamur kurudu. Girdim gölden kalan çukurun içine. Bir yer aradım. Bir giriş kapısı. Canavarın dünyasına giden bir yol. Bulamadım. Yoruldum. Yere çöktüm. Çaresiz öylece oturdum. Yeri eşeleyerek türkü söylemeye başladım. Artık herkes de deli gözüyle bakıyordu bana. Delirmiş miydim gerçekten? Bağıra bağıra söyledim türküyü. En iyi hangi türkü gider bu sahneye? Onu da siz bulun artık.

Yeri eşelerken bir şey takıldı elime. Eşeledim eşeledim. Parmak kadar küçük bir oyuncak bebek. Biraz daha eşeledim bir tane daha çıktı. Eşelemeye devam ettim. Oyuncak bir ev. Mantardan. Eşeledim eşeledim. Her eşeledikçe bir oyuncak çıktı. Bebekler. Mantar evler. Ağaçlar. Bonibonlar. Şekerler. Yaş pastalar… hepsi oyuncaktan. Hırsla eşelemeye devam ettim. Onu bulana kadar. Sonunda o da çıktı. Oyuncak canavar. Gülüyordu. Tatlı tatlı mı gülüyordu, pis pis mi, seçemedim. Avucuma topladım oyuncakları eve geldim. Rüyada mıydım? Yaşadıklarım gerçek miydi? Ben gariban bir kapıcıydım. Ne zaman oldu bütün bu olanlar? Ben buraya nasıl geldim? Delirmiş miydim? Avcuma baktım. O vardı. Canavar. Aynaya baktım. O vardı. Evden çıktım koşarak. Avucumdakileri fırlattım. Dağlardan onun sesi geliyordu. Yankılı.

Çırpınmak kurtarır mı boğulmaktan? Karaya çıkabilir misin çırpınmadan? Ağlayan şavkını bırakıp da gökte

ay, düşünce ağaçtan, yerden yüksek oynadık atlayarak yıldızlardan. Çocuklar gibi sorulara ve sorunlara aldırmadan. Yere basan yanar, aşağısı alevler. Aradığımızı bulduk sanınca patladı çamlak çömlekler. Gurbette sobelendi hem kalanlar hem gidenler. Dünyaya sığmayanlar ele avuca sığdı. Göze görünmeyenler aynalara yansıdı. Fısıldanmayanlar dağlarda yankılandı. Saklananlar ulu orta bulundu. Akşam ezanı duyuldu, oyun bitti. Armut desem de elma desem de fark etmez, saklansan da saklanmasan da ebe. Ebe sobe.