Kızlar Odası

Emine Ecran Şenel

Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve güzel şeyleri haram saymayın, sınırı da aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. (Maide sr. 87)

Fatih, Sevde’ye, sevdiği kıza sevdirdi kendini. Okul bitince evliliğe de ikna etti. Yıllardır birbirlerini yeterinden fazla tanımışlardı zaten. Sıra ailelerini tanımaya ve sonra da birbirleriyle tanıştırmaya gelmişti. Tanışmalar gerçekleşmeden önce ailelerinin her şeyini; gelmişini, geçmişini, prensiplerini, iyi yanlarını, kötü yanlarını birbirlerine anlatacaklardı. Bir gün Sevde anlattı uzun uzun. Zaten daha önceleri de ara ara ailesinden bahsettiği için Fatih onları tanıyor gibiydi. -Ama Fatih konuşmayı pek de seven birisi olmadığından çok bahsetmemişti ailesinden.- Başka bir gün ailesini anlatma sırası Fatih’e geldi.

Fatih önce annesinden başladı anlatmaya. Yemekleri lezizdi. Çilekeşti. Oğlunu paşam diye severdi. Kocasını sevmekten çok sayardı. Sıradan bir anadolu kadınıydı. Babası da klasik babaydı işte. Sevde’nin babası da aynıydı, tek farkları Fatih’in babası konuşmayı sever, çok konuşurdu, Sevde’nin babası daha sessizdi, az konuşurdu. Sevde, Fatih’i bu açıdan kendi babasına benzetirdi. Fatih devam etti anlatmaya. Bir tane erkek kardeşim var. Benin tam zıddım olan birisi düşün, işte o benim kardeşim. Küçükken de çok haylazdı şimdi de çok haylaz. Büyüyünce de haylaz kalacaktır eminim. Ama özünde merhametli ve iyi çocuktur. Eğlencelidir. Üç tane de ablam var, dedi. Sevde şaşırdı. Erkek kardeşinden bahsetmişti ama ablalarından şimdiye kadar hiç bahsetmemişti. Sevde bunu bilmediğinden içten içe seviniyordu görümce derdi çekmeyeceğim, diye. Yaşadığı hayal kırıklığının da etkisiyle Fatih’e kızdı. Yıllardır tanışıyoruz güya, kim bilir hakkında daha neler bilmiyorum, diye çıkıştı.

Sevde’nin çıkışmaları bitince Fatih devam etti. Üniversiteye geleceğim sene tanıdım ablalarımı, dedi. Sevde daha çok şaşırdı. Üç tane ablası vardı ve on sekiz yıl bundan habersizdi, nasıl olabiliyordu bu, neden? Fatih’in çok normal bir şeymiş gibi sakin sakin, yavaş yavaş anlatması Sevde’nin sinirini daha da bozdu. Eee? dedi sesini yükselterek. Devam etti Fatih. Bizim ev triplex bir villa, dedi. Üçüncü kat çoğu aynalı camdan oluşan birkaç odalı bir bölüm. Biz küçükken kardeşimle benim o kata çıkmamız yasaktı. Orada birilerinin olduğunu biliyordum çünkü annem üç öğün yemek çıkarırdı, babam işten gelince elindeki poşetlerle bir sürü yiyecek çıkarırdı, bazen konuşma sesleri duyardım, bazen müzik sesi gelirdi, takırtı tukurtu geceye kadar hiç eksilmezdi zaten. Bir gün gizli gizli çıktım, üçüncü katın bir giriş kapısı vardı ve kilitliydi, giremedim. İlerleyen zamanlarda annemle babamın bazı konuşmalarından kızlar diye birilerinin var olduğunu anlamıştım. Yıllar geçtikçe bana daha da tuhaf gelen bu durumu sorgulamaya başladım. Yukarıda kim var, diye sordum bir gün. Babam sustu, kaşlarını çattı. Annem zamanı gelince öğrenirsin dedi. Sustum. Ben zaten evde hep susardım. En çok kendi oyunlarımda, hayalimdeki karakterlerle konuşurdum. Bazen annem yemek götürdükçe merdivenin aşağısında bekler, yukarıyı incelerdim, belki kim olduğunu görebilirim diye ama hiç göremedim.

Üniversite için ilk kez şehir dışına çıkacağım zaman annemle babam artık zamanı geldi, dediler. Beni yukarı çıkardılar. Nedenini bilmediğim bir şekilde çok heyecanlandım. Kalbim daha hızlı atmaya, nefesim daralmaya başlamıştı. Babam kapıyı açtı, annem beni içeri buyur etti. Salona benzeyen bir odaya geçtik. Duvarlarda çeşitli tablolar vardı. Benzerleri aşağı katlarda da olan tablolar. Annem, kızlaaar, diye seslendi. Biraz sonra içeri üç tane kız girdi. Annemin özel günlerde giydiği elbiselere benzeyen elbiseler giymişlerdi. Bembeyazdı tenleri. Herhalde dışarı çıkmadıklarından. Gülümsüyorlardı. Hoş geldin, dedi bir tanesi. Diğeri nasılsın, diye sordu. Üçüncüsü güldü, afalladı çocuk, konuşsana şaşkın, dedi. Ben soru işaretli bakışlarımı anneme yönelttim. Ablaların, dedi annem. Babam, ablalarının elini öp, onlar senin büyüklerin, dedi. Kalktım ellerini öptüm. Büyük bir muhabbetle kucakladılar beni. Sırayla bana hediyelerini sundular. Birisi ağaç kabuklarından, kurutulmuş çiçeklerden yapılmış bir tablo verdi, kendisi yapmış. Diğeri yağlı boya çalışması üzerinde hat yazısı ile La tahzen innallahe meana yazan bir tablo verdi, kendisi yapmış. Üçüncüsü de bir kitap hediye etti, kendisi yazmış. Bana üniversite hayatımda başarılar dilediler. Şaşkınlıktan teşekkür bile edemiyordum. Babam beş yaşındaki çocuğa teşekkür etmeyi öğretircesine teşekkür etsene oğlum, deyip duruyordu. O akşam yemeği hep birlikte yedik. Ailecek. Erkek kardeşim de o akşam tanıdı ablalarımızı.

Babam ailenin ne büyük bir nimet olduğu hakkında konuştu uzun uzun. Eğer biraz ara verseydi konuşmasına ben de neden yıllardır ablamların orada olduğunu, bizden neden sakladıklarını sorardım ama aralıksız konuştu. Belki de bu soruyu birimizin soracağını tahmin ettiği ve cevaplamak istemediği içindi. Ablalarım bu durumu hiç garipsemiyorlardı. Sanki yıllardır bir aradaymışızcasına şakalar yapıyor, gülüyor, eğleniyor, sofrayı topluyor, bulaşık yıkıyorlardı. O günden sonra tatillerde görüştük ablalarımla. Onlar üçüncü katta kalıyorlar genelde. Yemeklerde görüşüyoruz. Kimseye görünmüyor, kimseyle görüşmüyorlar. Öyle olunca ben de onlardan kimseye bahsetmemem gerektiğini düşündüm.

İlk tanıştığımız gün şaşkınlıktan soramamıştım ama ilk yarıyıl tatilinde eve gittiğimde sordum neden, diye. Annem çünkü onlar prenses ve prensesler böyle yaşar, dedi. Babam öyle gerekiyordu, diye geçiştirmek istedi fakat benim ısrarlı bakışlarım onu rahatsız etmiş olacak ki açıklamasını genişletti: Hayat acımasızdı, çocukları dayanamazdı. Dünya cehennemdi, çocukları yanamazdı. İnsanlar kötüydü, onun çocukları karşı koyamazdı. Her an herkesten bir kötülük gelebilirdi. Elinden gelse erkek kardeşimle beni de saklardı ama biz erkektik ve meslek sahibi olmamız, para kazanmamız icab ediyordu. Öyle söyledi. Niyeti iyiydi, yaptığı yanlış mı bilmiyorum.

Fatih burada bir süre sustu. Çünkü babası o gün, sen de evlenince üçüncü kattan bir oda veririz, eşin için, demişti. Fatih, Sevde’ye bunu söylerse Sevde evlenmekten vazgeçebilirdi. Onu kaybetmek istemiyordu. Sevde duyduklarına inanmakta güçlük çekiyordu. Şimdiye kadar Fatih’in şaka bile olsa yalan söylediğine denk gelmemişti. Ama bu anlattıkları… Evlenmeyi düşündüğü adamın şizofren olmasından korktu. Ya ablaları yoktu ya da bu hikâye böyle değildi.

O gün ayrıldıktan sonra Sevde, Fatih’in sosyal medya hesabından ablalarının hesaplarını aradı ama yoktu.

Sonra aklına ablalarının verdiği hediyelerin fotoğrafını atmasını istemek geldi ve istedi. Fatih eve gidince fotoğrafları attı. Gerçekten de tabloların kenarındaki ve kitaptaki isimlerin yanında yazan soyisimler Fatihinkiyle aynıydı. Demek ki gerçekten ablaları vardı. Ama yıllarca evin içinde herkesten ve her şeyden saklanmaları olacak iş değildi. Fatih yalan söylemeyeceğine göre bunları hayalinde canlandırmış olabilirdi ve eğer öyleyse onunla evlenmek çok da sağlıklı olmayabilirdi. Belki de doğru söylüyordur, diye düşündü sonra. Sevdiği adamdan vazgeçmek bu kadar kolay olamazdı. Hem öyle olsa şimdiye kadar fark etmez miydi canım. En kısa zamanda aileleri tanıştırırlarsa her şeyi kendi gözleriyle görürdü.

Bir hafta sonrası için ailelerin tanıştırılmasına karar verildi. Sevde ve ailesi Fatihlerin evine gittiler. Herkes gayet iyi anlaştı. Kızlar da katılmıştı bu tanışma merasimine. Hani herkesten saklıyorlardı? Belki biz de aileden olacağımız için bizimle tanışmalarında bir sakınca görmemişlerdir, diye düşündü Sevde. Çok da iyi, sevecen kızlardı. Sevde, görümcelerinin dünya tatlısı insanlar olduğunu görünce iyi anlaşacaklarını düşündü ve rahatladı. Bir ara kızların teklifiyle yukarı kata çıkıp eserlerini yakından inceledi. Onlara böyle yeteneklerin dört duvar arasında kalmaması gerektiğini, sanatın gizlenmemesi, insanlara ulaştırılması gerektiğini, dışarıda bir hayat olduğunu anlatmaya çalıştı. Kızlar bir şey demediler yalnızca gülümsemekle yetindiler. Onlar ses etmeyince Fatih’in doğru söylediğini düşündü. Çünkü doğru olmasa itiraz eder, dışarıdaki hayatlarından da bahsederlerdi. Üstelik okul hayatlarından ya da mesleklerinden de hiç bahsetmemişlerdi. Sevde, Fatih’in doğru söylediğini, inanamadığı olayın uydurma olmadığını anlayınca rahatladı.

Aileler birbirleriyle iyi anlaşınca gençler birbirini sevmiş, karar vermiş, bize laf düşmez, hayır işte acele etmek gerek, diyerek iki hafta sonra yüzükleri takmak için anlaştılar. Fatih’in annesi, nişan kız evinde olur ama bizim evimiz geniş, burada yapalım dilerseniz. Bir de eş, dost, akraba zaten düğüne gelecekler yüzükleri kendi aramızda taksak daha rahat ederiz, dedi. Sevde’nin annesi kendi üstünden yük kalktığı için memnuniyetle kabul etti. Sevdeyse kızları evden çıkarmak istemediklerinden böyle bir teklif sunduklarını anladı. Ailenin bu tutumunu tuhaf buluyordu ama sonuçta o, aileyle değil Fatih’le evlenecekti. Hem Fatih, onlar gibi değildi. Umarım değildir, diye geçirdi içinden.

Nişan hazırlıkları yapıldı. İki hafta hızlıca geçti. O büyük gün geldi çattı. Akşam Fatihlerin evde toplanıldı. Kızlar ortada yoktu ama hazırlanıyorlardır, diye düşündüler. Kısa bir süre sonra Fatih’in annesi yüzükleri takalım sonra ikramlara geçeriz dedi. Yüzükler takılacağı sırada Fatih, ablalarının nerede olduğunu sordu. Annesi oğlum ablanlar yurt dışında eğitim görüyorlar ya, gitmeleri gerekiyordu, dün gittiler, unuttun mu, dedi. Sonra misafirlere dönüp kusura bakmayın, düğüne katılırlar inşallah, dedi. Fatih afalladı. Sevde’nin başı döndü, gözleri karardı ve yığılıp kaldı. Zor ayılttılar. Ayılınca Fatih’e kendi kafasında uydurduğu hikâyelere kendisinin inandığını, tedavi olması gerektiğini söyledi ve ailesini de alıp orayı terketti.

Fatih bu durum karşısında sakin kalamadı. Annesine bağırdı. Ne yurt dışı, ne eğitimi, dedi. Babası ablalarının bıraktığı mektubu getirdi. Mektupta prenses olmak istemediklerini, hayat sahibi olmak, hayatlarına sahip olmak istediklerini yazmışlardı. Evi terketmişlerdi. Belki de bir daha dönmeyeceklerdi. Fatih ailesini suçladı. Bağırdı, çağırdı, eşyaları birbirine kattı, ortalığı dağıttı. Anne ve babası da Sevde’nin tepkisinden Fatih’in aile sırlarını ona anlattığını anladılar ve Fatih’e kızdılar. Sevde’nin ağlamaktan içi dışına çıktı. Yıllarca nasıl farketmemişti Fatih’in psikolojik sorunları olduğunu? Gereğinden fazla mı iyi niyetle bakmıştı? Aşkın gözü bu kadar mı kördü? Anne ve babası kızlarını teselli etmeye çalışıyorlardı ama nafile.

Eve geldiklerinde kapının önünde üç karaltı farkettiler. Yaklaşınca bu üç karaltının Fatih’in ablaları olduğunu gördüler. Kızlardan biri Sevde’ye bize dört duvarın dışında da hayat var demiştin, o hayatı bize öğretir misin, dedi.