Kasımpatı

Hacer Noğman

Günler.

Kasımpatılara tuhaf bakıyordu. Doğrusu nasıldı bilmiyorum. Bu mevsimde bu renk çiçek nasıl açar, demesinden anladım bakışlarının tuhaf olduğunu. Bu çiçekler kasımda bu renk açar demedim. Duymayacaktı. Beş yaz öncesi kaybetmişti duyma yetisini. Ne güzel dünya be, diyesim gelse de bi şey demezdim. Onu da duymayacaktı kim bilir. Ama gerçekten, ne güzel dünya be!

Ona baktım, anlatmaya başlamadım. Şöyle başlamadım: Beş yaz öncesi. Günler ne de yavaş geçiyordu. Zaman, bulduğu çuvallara girmiş gibiydi. Çünkü böyle zamanlarda bir çuval arardı zaman ve saklanırdı. Saatlerin o sinir bozucu tik takları devam etse diye dua ettirirdi o hâl. Sanki o çuvallar, bekleme denen iplikten örülmüştü ve zaman da nereye saklanacağını bilir gibiydi. Onu omuzlarından tuttuk, sarsmak için. Zamanı değil. Pakize’yi. Ayakta bile değildi, nasıl sarsacaktık? İlkin onu ayağa kaldırmak gerekiyordu. Ayakta duramıyordu. Ona bakmaya devam ettim, gözlerine. İnsanlar nasıl beceriyorlar gözlerin içine bakmamayı, diye geçirdim içimden. Baktım.

Pakize’yi yığıldığı yerden kaldırdık. Onu yerden kaldırırken, yıkılmamamızın gerektiğini gördük, gerekeni yaptık. Bizim yıkılma lüksümüz yoktu, bunu o gün belledik. Kalk dedik. Bir kalp ancak bu kadar çalışabilir. Son atışından sonra ona ekleyebilir misin bir başka atış? Kalk Pakize. Burada yığılıp kalmış ne yapabilirsin? Öyle de yaptı. Kalktı. Çıktık steril kokunun arasından. Dünya varmış be! Dünya varmış be! Dünya varmış be! Böyle dünya olsa neye yarar dedi Pakize. Ama birkaç gün sonra. İlk birkaç gün ne dedik hiç anlamadık. Boğazdan lokma geçmez demişlerdi, geçti. Ağlamanın arasına gülme girmez demişlerdi, bal gibi de girdi. Dünya be!

Baktıkça baktım. Sustum da sustum. Acaba dedim. Acaba.

Bir hafta geçti. Kimisi yedi gün dedi, kimisi yedi gece. Kimi geçen saati hesapladı, kimi de türlü türlü hesap yaptı. Acıya göre. Pakize işte o günlerde, uzun zamandan sonra, çuvala giren zaman mefhumunu gördü. Dilinden dökemediği o sesler içinde döndü de durdu. Beklemenin çaresizliğini daha net gördü şimdi. Baktı ki yaşamak gerek, dikeldi Pakize. Ya ne yapacaktı, ölmemişti daha.

Acaba dedim. Dediklerime ne zaman inanırsın?

Aylar.

Biz sandık ki yemeden içmeden kesilecek Pakize. Öyle olmadı. Bize bugüne dek yalan mı söylemişler yani? Ne alakası var. Ama hani beklentimiz hep öyledir ya. Çok ağlıyor mu, feryat ediyor mu? Etmiyor mu? Amaan! Acısı çok değilmiş demek. İnsan canlısı bir tuhaf gerçekten. Beni anlıyorsun değil mi?

Ona bakmaya devam ettim. Sarılar daha da sarılandı. Pakize’yi anlıyorsun değil mi? Ona neden inanmadın? Anlattıklarıma neden inanmadın? Sordum ama işitmedi. Belki de ağzımı açmadan sorduğumdan.

Sonra işte Pakize yaşamına devam etti. Ya n’apacaktı? Bak böyle anlattığıma bakma. Her gece ayla konuşmasını söylesem neye yarar? Ayla konuşması derken, aya bakarken yani. Eğer karşındaki dağda ev ışıkları yoksa, rüzgârın değeceği yapraklar yoksa ve bir sokak lambasının önünde salınmayacaksa o olmayan yapraklar, insan aya bakmaz da ne yapar? Bakacak başka nesi vardır insanın? Gerçekten, insanın başka nesi var? Ben sana söyleyim mi, hiçbir şeyi yok. Aynaya bak, görürsün.

Neyse, işte Pakize’den bahsediyorduk. Sahi ona neden hiç inanmadın? Buna cevap vermiyordun, doğru. Pakize’nin yüzünü getir aklına. Yanaklarında iki çizgi var, çok belirgin değil. Gün doğumunda daha belirgin oluyorlar. Onları fark ettin mi? O iki çizgiye neden hiç inanmadın? Hiç izledin mi o çizgiler nerede başlıyor ve nerede bitiyor diye? Pakize’ye neden inanmadın? Günler bir bir yığılıyor o çizgilere. Bana bak ve Pakize’ye neden inanmadığını söyle.

Yıllar.

Ona baktığımda ne gördüğümü bilmiyordum. Kuvvetli bir şamar istiyor gibi. Düzeleceğini bilsem bir an tereddüt etmem. Bana bak, demek istiyorum. Bana bak ve dediklerime inan! Bunca zaman inanmadın da ne geçti eline! Ne geçmedi ki, dese ne diyeceğimi bilmiyorum. Onu da demez herhâlde. Bak şu Pakize’ye demek istiyorum. Her şeyi gerçek, neyine inanmıyorsun? Katmerlenmiş acıyı kim baksa görür? Aç gözünü Allah’ın delisi! Neden dedim. O kadar çok söyledim ki neden diye. Bu nedenler aramıza öyle bir uçurum koydu ki. Onu zar zor görebiliyorum. Ama yüzü çok net. Ben her neden deyişimde uçurum büyüyor. Uzaklaştıkça uzaklaşıyorum. Yıllar giriyor aramıza. Zaman sesimi kısıyor. Duyulmuyor hiçbir yerden. Ona Pakize’yi anlatmayı bırakıyorum. İnanmayı kabul etmiyor. Pakize’ye değil, Pakize’nin hikâyesine. Gözlerinin içine bakabildiğim kadar bakıyorum. Kasımpatıların yansımasını görüyorum gözlerinde. Çiçeğin yapraklarındaki Pakize’yi görüyorum. Pakize’ye bakan onu görüyorum. Ona bakıyorum, Pakize’yi görüyorum. Pakize’ye inanmıyor. Çünkü bir Pakize olmanın ağırlığı omuzlarına çok ağır geliyor.