Adsız Doküman

Emine Ecran Şenel

Başlık Sonra

Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye delil kıldık. (Furkan sr. 45)

Nahl 48 de olabilir

Gözlerini açmasıyla kapatması bir oldu. Gözlerini açmasıyla çığlık atması bir oldu. Gözlerini açmasıyla kendini yere atması bir oldu. Kendini yere atmasıyla kafasını yere vurdu. Kafasını yere vurmasıyla gözlerini yeniden açtı. Gözlerini açınca duvara yansıyan gölgesini gördü. Gözlerini, açıp kapayarak ışığa alıştırmaya çalıştı. Işığa alışınca duvara yaklaştı. Gölgesine yaklaştı. Ona dokundu. Onu sevdi. İçine girmek, onu içine çekmek isteyecek kadar sevdi. İlk önce gölgesini sevdi, çünkü o karanlık insanıydı. Karanlığa doğmuş, karanlığı bilmiş, karanlığı sevmişti. Başkasına yabancıydı. Güneşe ve aydınlığına, aya ve parıltısına, yıldızlara ve göz kırpışlarına yabancıydı. Karın beyazına, çiçeklerin sarısına, ateşin kırmızısına, göğün mavisine, ağaçların yeşiline yabancıydı. Bir tek siyahı, bir tek karanlığı tanıyor, biliyor, anlıyordu. Çünkü o karanlık insanıydı. Bilmiyordu gölgeye sebep güneştir. Karanlık aydınlığa, aydınlık karanlığa delildir.

Karan, daha doğmadan babası terketmişti onları. Kaderi daha doğmadan kararmıştı. Annesi penceresi olmayan, kapısı karanlık bir hole açılan çatı katını kiralamış, Karan’ı karanlığa doğurmuş, karanlıkta doyurmuş, karanlıkta uyutmuş, karanlıkta yürütmüş, karanlıkta büyütmüştü. Oğlunu kimselere göstermemiş, kimseyi oğluna göstermemişti. İnsanlar karanlık diye, oğluna zarar verirler diye, onu kendisinden alırlar diye korkmuş, korktuğundan karanlıklara sarıp sarmalamıştı oğlunu. Karan karanlıktan başka şey görmemiş, annesinden başka kimse tanımamıştı.

Dokuz yaşına geldiğinde komşuların ihbarı üzerine evlerini polis basmış, Karan’ı hastaneye, annesini karakola götürmüşlerdi. Annesi oğlu kendisinden koparıldığı için ağladı, bağırdı, dövündü, polislere saldırdı. Sonunda kendisini akıl ve ruh sağlığı hastanesine kaldırmak zorunda kaldılar. Karan ise vitamin ve kalsiyum eksikliğinden dolayı zayıf ve güçsüz kalmıştı. Üstelik daha önce hiçbir şey ve hiçbir kimse görmediği için her şeyden ve herkesten korkuyordu. Zaten eve giren polisler ve ellerindeki fenerleri görünce çığlık atıp kaçmış sonra da bayılmıştı. Hastaneye geldiğinde de baygındı.

Komşular, Karan’ın annesi mahalleye ilk taşındığında kendisini farklı ve yabani bulmuşlar, hiç irtibat kurmamışlardı. Sabah erkenden işe gidiyor, akşam eve geliyordu. Kimseyle konuşmuyor, kimsenin yüzüne bakmıyor, selam almıyor, muhabbet kurmuyordu. Hamile olduğunu ve eşi olmadığını da gören komşular daha da uzak durmuşlardı Karan’ın annesinden. Hakkında olabildiğince kötü senaryolar uydurup, kendi uydurduklarına da kendileri inanmışlardı. Bazen ev sahibine sorarlardı: karanlık çatı katında nasıl yaşıyor, hiç mi ışık yakmıyor, çocuğu neden hiç görünmüyor, yoksa çocuğu öldü mü, bu kadın ne iş yapıyor, ne idüğü belirsiz bu kadına neden evini verdin… Ev sahibi cevabını bilmediği bu sorulardan sıkıldığı için komşularını azarlayıp gönderirdi.

Komşular üç yıl merakla Karan’ın annesini incelediler fakat ellerine kadının, senaryolarına uygun biri olduğuna dair herhangi bir delil geçmediğinden üç yılın sonunda pes ettiler. Arada çocuğuna ne olduğu akıllarına gelse de boş vermeye çalıştılar. Belki doğum esnasında ölmüştür, belki de yetiştirme yurduna vermiştir diye düşündüler. Yıllar sonra bir gün, Karan’ın annesinin büyücü bir cadı olduğuna inanan mahallenin bücürleri kadın işe gittikten sonra eve girip içeriyi incelemek için kapıyı zorlayarak açmaya çalışmışlardı. Sesleri duyan Karan, annesinin geldiğini sanıp anne sen mi geldin, diye seslenince korkup kaçmışlardı. Hemen annelerine koşup evde bir çocuk olduğunu söylemişlerdi. Mahallenin mit ajanı kadınlar olağanüstü hâl toplantısı yaptıktan sonra durumu polise haber vermeye karar verdiler.

Hastaneye geldiğinde baygın olan Karan ayıldığında ışığa alışmakta çok zorlandı. Ne güneşe ne pencere önündeki çiçeğe ne başında dikilen insanlara baktı. İlk baktığı şey duvara yansıyan gölgesiydi. Gölgesine dokundu. Ona doğru attı adımlarını, elini içinden geçirmek istedi. Olmayınca tutup gölgesini duvardan sökmek istedi. O da olmadı. Doktor yanına yaklaşıp bak dedi dışarıda güneş var. Güneşin ışıkları sayesinde oluşuyor o gölge. O, senin gölgen, dedi. Karan güneşe baktı ama onu sevmedi. Yüzünü ekşitti. Kendisiyle ilgilenmek isteyen, konuşmaya çalışan kimseyle konuşmadı. Sabah akşam gölgeleri seyretti. Uzayıp kısalan, belirginleşip, silikleşen gölgelere baktı uzun uzun. Gölgeleri seyretmediği zamanlarda gözlerini kapalı tuttu.

Hastaneden taburcu olunca yetiştirme yurduna verdiler Karan’ı. Karan zamanla insanlara, ışığa, renklere alışmış gibi yaptı. Ama alışmadı. O hep karanlığı sevdi. Karanlık hissettiren şeyleri yapmayı tercih etti. Kendinden küçük çocukları kenara sıkıştırıp ellerinden paralarını aldı mesela. Bu ona çok iyi hissettirdi. Olur olmaz küfretti mesela. Küfretmek karanlıktı onun için. Hiç gülmedi. Gülmek güneşi hatırlatıyordu. Hastanede gözlerini açtığı o günü. Annesinden ayrıldığı, karanlığından koparıldığı o günü. Sevmedi hiç. Sevmeyi bilmedi. Arkadaşlarının ısrarı ve vesilesiyle evlendi. Her gün karısını döverek yad etti eski karanlık günlerini. Karısı hamile kalınca penceresiz bir çatı katına taşındılar. Karan’ın karısı oğlunu karanlığa doğurdu, karanlıkta doyurdu, karanlıkta uyuttu, karanlıkta yürüttü, karanlıkta büyüttü. Karan izin vermedi dışarı çıkmalarına. Oğluna aydınlığı tanıtmak istemedi. Güneşi göstermek, renkleri öğretmek istemedi. Çünkü o karanlık insanıydı. Karanlığa doğmuş, karanlığı bilmiş, karanlığı sevmişti. Başkasına yabancıydı. Güneşe ve aydınlığına, aya ve parıltısına, yıldızlara ve göz kırpışlarına yabancıydı. Karın beyazına, çiçeklerin sarısına, ateşin kırmızısına, göğün mavisine, ağaçların yeşiline yabancıydı. Bir tek siyahı, bir tek karanlığı tanıyor, biliyor, anlıyordu. Çünkü o karanlık insanıydı. Bilmiyordu gölgeye sebep güneştir. Karanlık aydınlığa, aydınlık karanlığa delildir.