Sahrayı Tih

Emine Ecran Şenel

Allah buyurdu ki: “Öyleyse onlar yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere oradan kırk yıl mahrum bırakılmışlardır. Artık sen yoldan çıkmış toplum için üzülme!” (Maide sr. 26)

Kafamı kaldırsam uçsuz bucaksız mavi, indirsem uçsuz bucaksız sarı. Başka ne bir renk ne de bir görüntü. Bu şekilde ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Uzun zamandır değişen tek şey gece ve gündüz. Bir de bedenimin buruştuğunu görüyorum. Demek ki sadece uzun değil çok uzun zaman geçmiş. Demek ki yıllar olmuş ben yola koyulalı. Seksen yedi milyon adımdan sonrasını sayamadım. Yıllardır yürüyorum ama bir arpa boyu bile gidemedim. Hep çöl. Hep kum. Bak işte şuradaki tepe bile olduğu yerde duruyor. Bir gıdım yakınlaşamadık. Ama yürüdüm. Varmak istesem varmak istediğim yere varamayacağımı, dönmek istesem dönmek istediğim yere dönemeyeceğimi bile bile yürüdüm. Acıktıkça kafayı yedim, susadıkça aklımı emdim. Zira akıl dayanmıyordu bu çileye. Zaten aklın dayandığı çileye de çile denmezdi.

Allah’ın cezası bir çöl ve Allah’ın cezası sonsuz bir yürüyüş. Yoldaşını yarı yolda bırakmanın cezasıdır aynı çölün aynı yerinde koşar adım yürüse bile bir fersah ilerleyemeden şaşkın şaşkın dolanmak. Yarım bırakanların ve yarım olanların cezasıdır. Yemeğini tabakta, suyunu bardakta, çayını demlikte yarım bırakanların; göklere, çiçeklere, kuşlara, gördüğü güzelliklere bakmayı yarım bırakanların; söylemesi gereken sözleri, duyurması gereken sesleri yarım bırakanların; sevgisi, sevdası, vefası, gülüşü, duruşu, bakışı yarım olanların cezasıdır.

Cezadır ve kabullensen de kabullenmesen de çekmek zorundasındır. Nereye gidersen git, nereye kaçarsan kaç, nereye saklanırsan saklan seni bulur ve yakalar. Benim cezam da buydu, bu çölde cezam bitene kadar yürümek. Yol katetmeden, varmadan ve dönmeden yürümek. Ortada bir ceza varsa onun suçu da vardır elbet. Benim de var bir suçum ki bu cezaya düçar oldum.

Tutamayacağım sözü vermeseydim, verdiğim sözü tutamayacağımı bilseydim, yoldaşımı yarı yolda bırakmasaydım, yolun yarısında bırakacağımı yoldaş edinmeseydim, yoldaş edindiğime yoldaş olamayacağımı bilseydim bu cezayı hak etmezdim. Cezamı çekmek için ben diledim mahşere kadar bu çölde şaşkın şaşkın dolanmayı. Cezam mahşere kalmasın diye. Yoldaşımın hakkını mahşere varmadan ödeyeyim diye.

Ben bu çöle düşmeden yıllar önceydi; yazmayı yol, onu yoldaş edindim. Ben söyledim, o yazdı; ben düşündüm o yazdı; ben baktım, o yazdı; ben dinledim, o yazdı; ben hissettim, o yazdı… Yoluma yoldaş, canıma candaş, gönlüme gönüldaş oldu. Bitmedi, tükenmedi, terk etmedi. Çünkü o, insanoğlu değildi. Bîvefa olmak ne demek, nankörlük etmek nasıldır, vicdan neden duyulmaz, bilmezdi. Hep benimleydi. En kötü günlerimde, en iyi anlarımda, hastalıkta, sağlıkta, hep yanımda oldu. Eli elimde, gözü gözümde, sözü sözümde; yazmak yolunda daima yanımda yürüdü. Defterler bitirdim, kitaplar yazdım onunla. Yazar dediler bana, onun adı bile anılmadı. Hiç gocunmadı bundan, tek amacı yoldaş olmak, yolda olmaktı.

O daima yanımda yürüdü de ben bir günde, bir anda bıraktım onu. Döndüm o yoldan. Yolumuzdan. Arkadaşlıklar kurdum ve yoldaşlığın önemi kalmadı benim için. Yolda olmaktan sıkıldım ve döndüm. Yürümekten yoruldum ve ayaklarımı uzatıp oturdum. Onu görmezlikten geldim. Hiç ses etmedi. Tek kelime söylemedi. Ben buradayım, demedi. Ne gitme dedi, ne geri dön dedi. Yalnızca baktı. Kırgınca baktı. Bense birini yarı yolda bırakmanın verdiği vicdan azabını bastırmak için yok ettim onu. Ben onu yok etmek isteyince o, yalnız ve kırgın bakışlarını yüreğime çakıp yok oldu. Bakışları vicdanımda yankılandı. Yankılar sardı vicdanımı. Sus, dedim susmadı. Çık, dedim çıkmadı. Yapışıp kaldı vicdanıma. Vicdanımı söküp atmak istedim, o da çıkmadı, yüreğime yapışıp kaldı.

Anladım bu bir cezaydı. Cezamı çekmezsem kurtulamazdım azabından vicdanımın ve bakışlarından yoldaşımın. Cezalardan ceza beğendim. Ölmek diledim önce. Meğer ölmek ceza sayılmazmış, ölmek ödülmüş. Ceza çekmek için yaşamak yani sürünmek gerekmiş. Öğrendim ki yoldaşını yarı yolda bırakanların cezası çölde sürünmekmiş. Bu cezayı beğendim. Üç kere öptüm, alnıma koydum. El açtım Yaradan’a, ver cezamı, dedim. Sür beni çöle. Süründür. Yoldaşlık bilmeyenlerin akıbetine uğrat beni, dedim. Nice zaman sonra dileğimi kabul etti Yaradan. Dilediğini bağışlayan, dilediğine azap eden. Dilediğine genişleten, dilediğine daraltan. Rahmet yağdıran ve intikam alan. Duam kabul olduğu günden beri suçumun bedeli olarak cezamı çekiyorum, cezamı çekmenin ödülü olarak ölümü bekliyorum.

Kaç yıl geçti bilmem. Gözüm kumlardan ve göklerden başka şey görmedi. Güneş yaktı bedenimi, simsiyah oldum. Belki de kalbimin karası taştı vücuduma kapkara oldum. Sarı kumlardan başka yeryüzüne ait tek bir parıltı görmedim yıllarca. Işıkları unuttum. Renkleri unuttum. Yüzümü unuttum. Evimi unuttum. Şehrimi unuttum. Gel zaman, git zaman derken zamanı unuttum. Gözyaşlarım kuruyana kadar ağladım, kuruyunca ağlamayı unuttum. Bir tek yoldaşımın bıraktığı bakışları unutamadım. Bir tek onu yarı yolda bırakışımı unutamadım.

Ve bir gün aradan kaç yıl geçtiğini, günlerden hangi gün olduğunu, saatin kaç olduğunu, bilmezken onu gördüm karşımda. Yalnız ve kırgın bakışlarını gözlerimden yüreğime mıh gibi çakmayı ihmal etmeyerek yazıyordu yine benim söylediklerimi, düşündüklerimi, gördüklerimi ve hissettiklerimi. Yazdı, yazdı, yazdı ve durdu. Gözlerime baktı ve devam etti yazmaya. Bu sefer bence değil kendince yazmaya başladı. Zünnûn’ün balığın karnından çıkışı gibi bir doğuma hazırlanmam gerektiğini yazdı. Doğumlar sancılı olur, dedi yazarak. Önünde açılan kapıdan secde ederek geç, dedi.

Önümde bir kapı açıldı. Kapıdan geçtim secde ederek. Önce gökkuşağının içine girmişim gibi rengârenk ışıklar saçıldı. Gözlerimi alan parlak ışıklar. Işığa alıştırmaya çalıştım gözlerimi. Gözlerim ışığa alışınca güzel bir rayiha yayan, hafif bir rüzgâr esti. Alışık değildim bu yumuşaklığa, nefesim kesildi. Ciğerlerim kaburgalarımı kırıp çıkacak gibi ağrıdı. Doğumun sancısı buydu demek. Ortamın havasına da alışınca görebildim nerede olduğumu. Yoldaşıma benzer binlerce kalem vardı her yerde. Duvarlarda binlerce kitap, ortada kocaman bir masa ve masanın üzerinde binlerce defter vardı. Kalemler yazıyordu. Beni yazıyorlardı. Benim gördüklerimi, hissettiklerimi, düşündüklerimi yazıyorlardı. Biten defterler kitaplara dönüştü ve çoğaldılar. Sonra aniden eski dünyaya döndüm. Eve döndüm. Altmış yaşında yüzlerce kitabı olan bir yazar olarak döndüm. Masamda yoldaşımın yalnız ve kırgın bakışları…

E.Ecran Çeliksu