Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir. (Neml sr. 40)
Duvarda eski bir çerçeve. Çerçevenin içinde bir tablo. Bir yağlıboya çalışması. Karışık renkler, anlamsız görüntüler. Sonra gözümü her kırpışta renklerin yerine oturduğunu, görüntünün değişip anlamlandığını fark ettim. Gözümü kırpmayı yavaşlattım. İlk bakışta bir adam gördüm ama görüntü gözümü kırpıp açana kadar değişti. Bir kadın resmi göründü sonra, sonra bir taht sonra o tahtın süslenmiş püslenmiş yaldızlanmış hâli sonra bir kuş sonra ilk görüntülerdeki adamla kadın karşılıklı… Resim, resim değil hikâyeydi sanki. Ben bakmaktan yoruldum görüntüler değişmekten yorulmadı. Sanatçı ne anlatmak istemişti bu tabloda? Hayatın karmaşıklığı? Yok, değişkenliği? Her şeyin geçiciliği? Kadın erkek eşitliği? Yok canım o topa girse çıkamazdı, çıkmış ki bu tablo bu duvara asılabilmiş. Tablonun altında bir imza farkettim. Bir tek o değişmiyordu. Yaklaşıp yakından baktım imzaya. Asaf yazıyordu.
Kim bu Asaf, diye sordum Belkıs’a.
-Asaf? Asaf… Ne oldu?
-Tabloyu çizen sanatçının adıymış.
-Haa, o mu? O eski bir arkadaşımın hediyesi aslında. Arkadaşı çizmiş, en nadide parçalardan, demişti, övünerek hikâyesini anlatmıştı da ben önemsemedim. Altı üstü bir boyama işte. İp baskısı gibi bir şey. Sanki Picasso çizmiş gibi övünmüştü mübarek.
-Görüntülerin değiştiğini farkettin mi?
-Hangi görüntüler?
-Tablodaki
-Yoo. Neyse benim çıkmam lazım. Akşam görüşürüz.
Belkıs gidince kahvaltıdan kalan çayı ısıtıp bir bardak çay aldım. Panoyu iyice inceledim. Görüntüler göz açıp kapama hızıyla alâkalı olarak değişiyordu. Gözünü hızlı kırparsan hızlı, yavaş kırparsan yavaş. Elime bir kâğıt kalem alıp gözümü olabildiğince yavaş kırparak gördüğüm görüntüleri yazdım. Üzerinde parlak renkli cübbe olan arkası dönük bir adam, hafif uzun ve siyah saçları var. Başında saçlarına altın zincirli tokalarla tutturulmuş yeşil tül olan bir kadın, üzerinde başındaki tülle uyumlu uzun bir elbise var. Ağzında zarf taşıyarak uçan bir kuş, başının üzerinde fırça gibi tüyleri var. Bir taht, aynı kadının arkasında duran. Aynı taht süslenmiş bir hâlde aynı adamın arkasında.
Böyle bir resmi kim çizmiş olabilir ve nasıl çizmiş olabilir? Belkıs beğenmese de Picasso’nun bile yapabileceği bir şey değil bu. Doğaüstü güçleri olmalı çizenin. Bu yazdığım beş görüntü tekrar ediyordu. Belkıs’ın arkadaşının anlattığı hikâye neydi acaba? Biraz dışarı bakmak için balkonun camını örten perdeyi araladığımda balkonda yüzlerce zarf gördüm. Belkıs’tan izinsiz karıştırmak istemesem de merakıma yenik düştüm ve balkona çıktım. Kimi ıslanıp kurumuş gibi buruşmuş, birbirine yapışmış, kimi sararmış, kimi daha yeni gelmiş gibi olan bir sürü zarf vardı. Eskilerden birini açacağım sırada değişik bir kuş kondu balkon demirine. Renkli, kanatları çizgili, başında fırça gibi tüyleri olan bir kuştu. İkimiz de şaşkın şaşkın bir süre bakıştık. İlk toparlanan o oldu ve ağzındaki zarfı bıraktı, uçup gitti. Bu kuşu bir yerden hatılıyordum, izlediğim belgesellerin birinde görmüş olmalıyım diye düşündüm. Bıraktığı zarfı elime aldım ama açıp açmamakta tereddüt ettim. Belkıs’ın bu kuştan haberi var mıydı? Bunca zarf burada birikirken Belkıs neredeydi, diye düşünsem de bunda şaşılacak bir şey yoktu. Zira Belkıs’ın gözü işinden başka bir şey görmüyordu. Evinde asılı tablonun ne olduğundan bile haberi yoktu.
Akşama kadar bekeleyemeyeceğimi bilsem de bir süre kendimi oyalamaya çalıştım zarfı açmamak için. Ne yazıyor olabilirdi ki? İlan-ı aşk? Bu çağda. Belki olabilir ama Belkıs gibi ciddi bir iş kadını için fazla romantik. Eğer öyleyse beyefendinin hiç şansı yok. Belki de tehdit mektuplardır. Yok artık. Tehdit edecek insan neden kuşla haber yollasın. Peki bir insanın haber yolladığından emin miydim? Kuşun bakışlarını hatırladım. Konuşacak gibi bakıyordu ya da konuşur gibi. Belki de kuş… İyice saçmalamaya başladığımı farkedince duramayıp zarflardan birini açtım. İki sıra yazı vardı mektupta. Birinci sırada arap harfleriyle yazılmış besmele vardı, ikinci sırada yanlış yapıyorsun yazıyordu. Tehdit mektubu diye düşündüm, ellerim titredi. Sanki beni izleyen birileri var gibi hissediyordum. Korkudan hiçbir yere bakamadım, bir süre hareket edemedim. İkinci bir zarfı açmadan tekrar içeri geçtim. Çıkıp evime gidecektim ama göz göre göre Belkıs’ı bu tehlikeyle başbaşa bırakamazdım. Ben de akşama kadar bu evde tek başıma kalamazdım. Belkıs’ı arayıp acil gelmesi gerektiğini söyledim. O da bana topantısı olduğunu söyledi. Ben, ısrar ederken birden ağlamaya başlayınca telaşlandı ve toplantısını iptal edip geldi.
Ona gördüklerimi anlattım. Önce delirmişim gibi baktı yüzüme. Sonra balkondaki zarfları görünce çok şaşırdı hatta korktu. Tahmin ettiğim gibi daha önce hiç fatketmemişti. Çünkü değil balkona çıkmak perdesini açmaya bile vakti olmadığnı iddia ediyordu. İşleri abartıp hayatı ertelediğini itiraf etmemek için. Bir zarf da o açtı. Benim okuduğum zarfta yazanlarla aynı şeyler yazıyordu. “Besmele ve yanlış yapıyorsun.” Polise haber vermeyi düşünsek de cesaret edemedik. Bir yerlerden bizi izliyor ve görüyorlarsa her şeyi daha da tehlikeli bir hâle sokarız diye korktuk. Birkaç zarf daha açtık hepsinde de aynısı yazıyordu. Belkıs kime ne yanlış yapmış olabilirim diye düşünürken benim gözüm yeniden tabloya takıldı. Gözümü kırptıkça değişen görüntüleri izleyerek dikkatimi dağıtıp sakinleşmeye çalışıyordum ki tabloda gördüğüm kuş dikkatmi çekti. Ağzında mektup taşıyan başında fırça gibi tüyleri olan bu kuş, mektubu getiren kuşun aynısıydı. Aniden heyecanlandım. Mektupların bu tabloyla mutlaka bir alâkası olmalıydı.
Belkıs’a tabloya bakmasını ve değişen görüntülere dikkat etmesini istedim. Belkıs hayret ve hayranlıkla baktı tabloya. Şimdiye kadar fark edemediği için eseflendi. Ona tablodaki kuşun balkona gelen kuşla aynı olduğunu söyleyince kahkahlarla gülmeye başladı. Bakışlarıyla karşısındakini deli katagorisine sokma sırası bendeydi.
Belkıs sakinleştikten sonra anlatmaya başladı. “Bir arkadaşım vardı. Süleyman. İyi çocuktu. Dürüsttü. Temizdi. Kibardı. Akıllıydı. Şirketi kuracağımız zaman birlikte çalışıyorduk. Ortak olacaktık. Benim sermaye için kredi çekeceğimi öğrenince Süleyman karşı çıktı. Faize, krediye bulaşmadan da hâlledebileceğimizi söyledi. Yakın çevreden borç istemeyi teklif etti. Onu da ben kabul etmedim. Anlaşamayınca yolları ayırmaya karar verdik.
Dedim ya kibardı. Tatlı ayrılalım diye bana bu tabloyu hediye etti. Bir arkadaşım çizdi, çok özel bir tablodur dedi. Özelliğini de anlattı ama benim kafam çok karışıktı o sıralar, şirketi yeni kuruyorduk bir de Süleyman’ın beni böyle yarı yolda bırakmasına bozulmuştum, o yüzden dinlemedim anlattıklarını. Yalnızca tabloyu bana verdikten sonraki son cümlesi çok dokunmuştu, yanlış yapıyorsun, demişti bana.”
“Yani mektupları Süleyman gönderiyor öyle mi?” diye sordum. “Muhtemelen,” dedi. Karşı yakada başka bir arkadaşıyla bir şirket kurdular. Geçen ay almayı planladığımız çok iyi bir ihale vardı, onların şirkete verilmiş. Yani aslında bizim şirketten daha iyi durumdalar, benden ne istiyor olabilir, anlamadım” dedi.
Sabaha kadar hiç uyumadık. Sabah randevu alıp bir sürü pahalı hediyeyle Sülayman’ı ziyarete gittik. Asistan bizi Süleyman’ın odasına aldı. Odadaki her şey normaldi, bir şey dışında. Süleyman’ın koltuğunun yanında ışıltılı süslerle süslenmiş bir koltuk daha vardı. Ben koltuğun tuhaflığını gösterirken iki adam girdi içeri. Belkısla merhabalaşmalrından birinin Süleyman olduğunu anladım. Belkıs beni tanıttı o da arkadaşını. Arkadaşının adı Asafmış. Anlaşılan meşhur ressam oydu. Önce havadan sudan sonra işten güçten konuşmaya başladılar. Ben sıkıldım ve daha fazla dayanamayıp o mektupları neden yolladıklarını sordum. “Ve neden bir kuşla? Ve neden bu saçmalık? Ve o tablo?” diye biraz çıkışır bir tarzla sordum. Süleyman gülerek Belkıs’a “bu koltuğu tanıdın mı?” diye sordu. Belkıs “Bir yerden tanıdık geliyor ama…” dedi. Süleyman “Senin koltuğun bu. Benim bu getirdiğin pahalı hediyelere ihtiyacım yok. Ben istersem senin koltuğunu da şirketini de göz açıp kapayıncaya kadar elde ederim. Sana yanlış yapıyorsun dedim çünkü yanlış yapıyorsun. Faizi bırak, ortak olalım,” dedi. Belkıs hızla yumuşadı ve sanki olanlar çok normalmiş gibi kabullendi. Anlaştılar. El sıkıştılar ve biz kalktık. Ben olanlara hiç bir anlam veremediğim için daha çok gerildim. Kızgınlıkla “Bütün bunlar ne anlama geliyor? O tablo? O kuş?” dedim, hep birlikte kahkahayla gülmeye başladılar.