Hooop

Yasemin Çakır

‘‘Allah’ım. Şikayet etmek istediğimden değil, hâşâ senin takdirine sual olunmaz. Lakin niye Hekatonkheirler? Madem verdin böyle bir yetenek, bu gavur yaratığının yanına gelinceye dek nice güzel yerler vardır. İnsanın hooop diye yüz kollu, elli başlı devlerin karşısına ışınlanıvermesi nerede görülmüş? Bunlar beni kendilerine öğün ederler. Bırak pişirmeyi çiğ çiğ yutarlar. Anlaşmaya da varılmaz ki. Kottos’u ikna etsem Briareus yiyelim der. Briareus’u ikna etsem Gyes kabul etmez, boşverin dinlemeyin taze kan dimağımıza iyi gelir derler elbirliğiyle keyiflerine yer yutarlar beni. Kemiklerimi de kürdan ederler. Diğer tarafa kaçsam yine beter. Lahmu, Lahamu beni deli eder. Sonum yine bunların elinden olur. Bir yanımda devler bir yanımda şeytanlar. Şu hain yetenekte durdu durdu bozulacak zamanı buldu. Kapatıyorum işte gözümü atsana beni öteki yere. Haydi çalış, haydii! Tamam bir yerde kalayım diye dualar ettim de burayı kastetmedim. Ahhh Allahım ne büyük acılar bunlar, sivrizekam bile bilemiyor nasıl çıkılır bu işin içinden.’’ Elini kafasına koydu uzun uzadıya düşündü. Ardından gözleri ışıl ışıl ışıldadı.

‘‘Ahhaaaa! Eureka, eureka diye bağıracaktım az daha. Buldum yahu buldum. Birini güzeller kaçarım ben bu yerden. İki güzel söze nasılsa ikna olur bu gavur mahlukları. Bir de bana Uluğ Kayın’a giden yolu gösterirlerse var yaa. Değmeyin keyfime. Keyfim ve kâhyası ne istersek yaparız orada.

Şimdi Hekatonkheirlere gitsem beni daha dinlemeden yutarlar, iyisi mi ötekileri yağlayıp ballamalı. Sonuçta ne demişler tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır, hahahaha ’’

Devlerin onu görmemesini dileyerek bodur keçi sakallarının arasından sürünüp nehre vardı. Çok geçmedi ki biri ötede biri beride süzülen, birbirinin aynı iki görkemli yılanı gördü. En sevecen hâlini suratına takınıp konuşmaya başladı:

‘‘Tıss tıss bir yılan süzülürken yanımdan

Dedim yahu bu yılan

Sokmasa beni baldırdan

Lahmu, Lahamu

Kırmızının en yakışanları

Altı bukleli su yılanları

Güzeller güzelleri

Zehri şifalılar (tü-tü-tü)

Alın iltifatlarımı

Haydi kurtarın beni şu çirkin mahlukattan

Daha da rahatsızlık vermeden

Gönderin beni Uluğ Kayın’a

Erlik Han görmeden sizi

Yahut beni

Saklanayım ağacına’’

Yılanlar bir süre daha umursamadan öylece süzüldüler. Erlik’in adını duyunca korkarlar sandı bizim insan. Öyle de oldu. Bilâhare Lahamu çıktı karaya, peşi sıra da Lahmu. Çıktıkları gibi tısları birer kelime oldu. Lahamu güzeller güzeli bir kadın, Lahmu’ysa uzuun sakallarıyla dikkat çekici bir adama dönüşüverdi. Hafif bir referansla eğildi bizimki. Onlara duyduğu saygıdan yahut ‘Tanrılardan’ olduklarını iddia edişlerinden değildi bu referans. Göz boyamak içindi. Onun tek bir Tanrısı vardı ve o her şeyin yaratıcısıydı. Bu sahtekarların hiçbirine benzemezdi o. Geldiği yerde derlerdi ki: Sen elinden geleni yap gerisini Allah’a bırak. O ki tevekkül edenin yolunu açar. Hayırlı olan oysa tabii. Ah Allah’ım sen gönlümü bilirsin, şimdilik elimden gelen bu, yoksa eğilir miyim ben bu dolandırıcıların önünde, dedi içinden kendine ettiği büyük sitemle. Ve düşünceleri su şeytanlarının sesiyle bölündü:

‘‘Eyy fani, ne diye dolanırsın etrafımızda

Biz ki koskoca Tiamat’ın biricik evlatları

Neden yardımına koşalım senin

Vaktimizi sana harcayacak kadar değerli olduğunu mu sanırsın’’

Yutkundu. Bekledi. Bekledi. Bekledi. Gözleri bu kez de aklına gelen başka bir fikirle aydınlandı. Ah şu kafa, şu kafa böyle zamanlarda hızlı çalışacağına, dedi fısıltıyla.

‘‘Ah saygıdeğer efendiler

Şuracıkta, ağacın dibinde otururdum

Baktım karşıda devler

Beni görseler yiyecekler

Telaş ettim, tutuştum

Mergen Han duymuş ola

Gelip oturdu yamacıma

Paydaş etti aklını benim gibi bir yarım akıllıyla

Dedi ki git su şeytanlarına

Kurtarır onlar seni

Benim hatırıma’’

Şeytanlar, bilmediği bir lisanda konuştular epeyce. Nasıl olduysa ikna oldular, ömrü hayatında görmediği Mergen Han’ın koca aklını onunla paylaşabileceğine. Verdiler ormanın sırlarını faniye, gönderdiler onu kartal başlı Semrük’e.

Az gitti uz gitti, gözlerini açtı açtı kapattı. Yine de çalışmadı namert. Söylene söylene gidiyordu ki güneş bir anda kayboluverdi. Bir de baktı ki tepesindeki kayına oturmuş çift başlı kartal. Bakır tırnaklarını sürterken kayının dallarına, açmış sağ kanadını bir tarafa. Aklınca güneşi köstekliyor hergele. Yalan yok önceleri korktu bizimki güneşi göremeyince. Ama sonra akıl etti, kafasını göğe kaldırdı. O an gördü Semrük Bükrüt’ü. Dedi Rabbim buraya kadar gelmeme yardım etti. Demek ki bu mahluku da altından girer üstünden çıkar bir şekilde ikna ederim. Gazla çalışır bizim insanoğlu. Verdi veriştirdi bizimki de bütün gazı kendine, başladı konuşmaya:

‘‘Ak kuş, gök kuş

Zarar vermeyesin bana

İndirmeyesin yıldırımlarını bu tarafa

Yalnız bir garip yolcuyum ben buralarda

Yabancı değilim sana

Eyy Öksökö kuşu

Yüce Semrük Bürküt

Çeviresin başını bana

Götüresin beni Uluğ Kayın’a’’

Semrük Bürküt bir süre alay eder gibi baktı. Ne aciz durumlara düşürmüştü şu yeteneği onu. Ah çalışıverseydi tekrar, onu bu kadar söyletmeseydi ne olurdu sanki.

Tatlı diliyle gök kuşunu da bir süre yağladı balladı bizim insan. Kuşun sol kanadını da açmasına kalmadan ikna etmeyi başardı. Az daha geç kalsaydı güzelim Ay’ı da kapatacaktı koca kuş öteki kanadıyla. Velhasıl, Semrük Bürküt aldı bizimkini sırtına, götürdü Uluğ Kayın’a. Rahata vardım diye sevinecekti ki kırpıverdi gözlerini. Hooop öteki yerde buldu kendini.

Gittiği yer epey karanlıktı. Görmese de önünde şarıl şarıl akan suyu, sesini duyuyordu. Merakına yenik düştü. Kocaman açıp gözlerini birkaç adım kadar ilerledi. Giriverdi karanlıklar içinde bir gölgeye. İnsan hiç zifiri karanlıkta gölge görür mü demeyin. Üzerinize bir mahlukatın parlak gözleri çevrilince bakın nasıl ışıldıyor ortalık. Hatta bırakın gölgeyi, daha neler neler görürsünüz. İnanmazsanız gidin bizim insana sorun. Doğrulayacaktır dediklerimi. Neyse, bizimki girdi canavarın dört bacağının arasına. Baktı, gözünü kapatmaya kalmadan ezerler bunu, başladı yine tatlı diliyle dikkatleri dağıtmaya:

‘‘Abra ve Yutpa

Yeraltının yılanları

Ejderha görünümlüler

Selamlar sizin olsun

Büyük denizin ev sahipleri

Timsah başlı, çatal kuyruklular

Ey güzel bakır gözlüler

Dört ayağınızı benden esirgeyiniz

Erlik’e söylemeyiniz

Sarayına haber iletmeyiniz

Bu garibin gitmesine izin veriniz’’

Abra ve Yutpa’nın bu melodili sözler karşısında kafası karıştı. Bizimki de bunu fırsat bildi yumuverdi gözlerini. Hooop.

Düşmeyi bekledi ama baktı ki havada süzülüyor. Hayretler içinde kaldı. Önünde boylu boyunca uzanan uzayın tuvalinde, rengarenk lekelerle sarılı her bir yanı. Ne büyüleyici ve garip, dedi içtenlikle, Allah’ım sen nelere kadirsin. Sevdi tabii burayı ama çarçabuk da sıkıldı canı. Konuşacak kimse yok yahu, calay mıyım ben, deyip hooop yumuverdi gözlerini.

Kul bu ya, yine belalın içine düştü. İncecik asma bir köprünün üzerinde buldu kendini. Geri gitse gidilmez, ilerlese yol bitmez, üstüne bir de bayılacak oldu mu bizimki. Vay halimize. Anlaşıldı ki alelade bir köprüye denk düşmedi yine. İnin cinin top oynadığı bu yerde, bir yaşlı kadın, gözlerini dikip baktı bizim garibe. Başı döndü, döndükçe dengesini kaybetti, köprüden aşağı salınıverdi. Rüzgâr öyle sert çarptı ki yüzüne, göz kapakları bir araya gelemedi. Çığlık çığlığa bağırmaya başladı:

‘‘Eyy çay iyesi, çay ninesi

Zarar vermedim hiç suyuna

Döndürme başımı

Karartma gözümü

Bakmadım ben köprüden aşağıya

Kızdıracak ne yaptımsa seni

Affeyle bu fani beni’’

Tövbe estağfirullah. Tövbe. Tövbe. Yalnız sen affeyle Allah’ım. Ninenin affı özür mahiyetinde bilirsin. Yoksa senden başkasından af dilenir mi?, dedi içtenlikle, kendi kendine. Nine duydu bu sözleri, yavaşlattı düşüşünü. Bizimki bu ya, fırsatı buldu mu kaçırmaz. Hazır yavaşlamışken yine kapayıverdi gözlerini. Hooop.

Kendini düzlük bir arazide buldu bu defa. Sağa sola bakındı ama ne bir mahlukat ne de kurtulunacak bir durum vardı. Arkasındaki devasa ağaç ve az ilerideki kasabadan başka bir şey yoktu bu düzlükte. Ağacın dalları, birer el gibi gökyüzüne doğrulmuşlardı. Dua ediyordu sanki kendince. Bizimki öyle sevdi ki bu ağacı, gölgesine konuverdi. Yine konuşmadan duramadı tabii: ‘‘Ey Ağaç, benim için de dua edesin. Şu garip, yuvasını bulabilsin, kök salacak bir yeri olsun artık diyesin. Fırdöndü gibi dolanmasın, oradan oraya konmasın da diyebilirsin. Bu ara pek tekliyor kerata. Beni yarı yolda bırakır mı dersin? Allah’ın takdirine kalmış, napalım beklemekten başka. Sen yine de gönlünden ne geçerse onu de, benim içinde dua eyle.’’ O an şimşekler çaktı, yağmur yağmaya başladı. Böyle anlarda gözlerini yumup gidemezdi bir yere bizimki. Olduğu yerde kalırdı. Baktı ağacın altında da olsa ıslanıyor, keyfinin peşine düşüp kasabanın yolunu tuttu. Tam meydana vardı, birde ne görsün? Güzelim bir genç, durmuş yağmurun altında güle oynaya dans ediyor. Bizim insan baktı, baktı, baktı. Bir türlü gözlerini alamadı bu gençten. Öyle güzel gülüyordu ki gülüşü çocuklar kadar şen onlar kadar masumdu. Bizimkinin kalbinin bir kolibri gibi pır pır atmasına neden oldu. Gözlerini gençten alamadı. Oracıkta durdu, bakışlarını meydana sabitledi. Çok geçmeden meydanın az ilerisindeki Rodeo kraliçesi görünümlü, elindeki poşetinde birkaç francala taşıyan kadın, bizimkinin boş bakışlarını fark etmiş olacak ki yanına geldi. Yüksek sesle konuşup kahkahalar atıyordu. Deli o deli, şaşırma bu kadar, dedi. Bizimki bakışlarını bu kez de kadına yöneltince kadın devam etti konuşmaya: ‘‘Yağmur yağınca böyle oluyor bu. Atıveriyor kendisini sokağa. Bitene kadar da oynuyor dönüp duruyor kendi etrafında. Normalde görsen meymenetsizin teki. Deli işte. Hah! Hiç mi deli görmedin neyine şaşırdın bu kadar? Hem kimsin sen??’’ Ahh, dedi bizim garip. Keşke hep böyle deliler çıksa karşıma. Tebessüm etti. Kadının sorularını yanıtsız bırakmadı: ‘‘Ben, oradan oraya savrulan deli bir yaprak, bir yalnız gariptim. Anlaşıldı ki yaprağı bilmese de rüzgâr biliyormuş onun için hayırlı olanı. Bunca zamandır ona uygun bir toprağa sürüklüyormuş meğer. Sözün özü teyzem: Deli kavuştu delisine. Garip artık garip değil.’’

⧫ ⧫ ⧫

Hekatonkheirler, Yunan mitolojisinde Gaia ve Uranüs'ün elli başlı, yüz kollu oğulları olan Kottos, Briareus ve Gyes’dir.

Lahmu ve Lahamu, Akad mitolojisinde Apsu ile Tiamat'ın çocukları. Kardeşler ve aynı zamanda birbirlerinin eşleri. Bu ikili birbirlerinden ayrı değil hep birlikte anılmışlardır. Su şeytanları olarak geçerler. Bazen yılan görünümünde bazen altı bukleli ve kırmızı giyimleriyle ortaya çıktıkları rivayet edilir.

Erlik Han, kötü cin olarak tanımlanır. Altayların yaratılış hikayelerinden birine göre; dünyanın yaradılışında Kayra Han’a kötülük yapmıştır ve cezalandırılmıştır. Bu nedenle de yeraltı aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda gümüş bir tahtta oturmaktadır. Bu sarayda koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emrinde ise dokuz semerli boğa bulunmaktadır.

Mergen Han, Türk – Altay mitolojisinde Akıl Tanrısıdır. Her şeyi bilen Mergen, aklı ve zekayı temsil eder. İnsanlara bilgelik verdiği söylenir.

İki kartal başlı Semrük Bürküt, iki kartal başlı ve insan vücutlu mitolojik karakter. Türkçede bürküt, büyük kartallar için kullanılan bir kelimedir. Semrük Bürküt; bakır tırnaklı, sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplayan mitolojik varlıktır. Bu nedenle gök kuşu olarak da isimlendirilir. Yakutlar tarafından çift başlı kartal, öksökö kuşu olarak da tanımlanır. Genellikle gök direklerinin ve kayın ağaçlarının tepesinde tasvir edilir. Ayrıca gökten yıldırım indirdikleri bilinir.

Uluğ Kayın, Türk-Altay mitolojisinde yer ile göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı. İnsanların atası olan dokuz kişinin de bu ağacın dallarında türeyerek, dokuz boyu ortaya çıkardığı söylenir. Oldukça rahat ve konforlu bir yer diyelim :)

Abra ve Yutpa, Türk ve Altay mitolojisinde yer alan, yeraltındaki büyük denizde yaşayan, ejderhaya benzeyen iki dev yılandır. Başları timsaha benzer ve çatal kuyrukları vardır. Dört ayaklıdırlar ve parlak bakır renkli gözleri vardır. Erlik’in sarayını koruduklarına inanılır ve onun hizmetkarlarıdır.

Çay ninesi, Türk ve Azeri mitolojisinde derelerde ve çaylarda yaşadığına inanılan ruhani varlıktır. Yaşlı bir kadın görünümünde olduğuna inanılır. Köprüden geçerken suya çok bakılması durumunda sinirlendiği ve insanın başını döndürdüğü söylenir. Başı dönen insanın, gözünün kararıp çaya düştüğü şeklinde bir efsane vardır.

⧫ ⧫ ⧫

Yasemin Çakır

(Biraz deli saçması bir hikâye oldu, şimdiden çaldığım vakitleriniz için teşekkür ederim 😅)