Huzursuz Ruh

Hacer Uyğur

Uzuuun zaman önce çok uzak bir kasabada Annabelle isminde bir kadın yaşarmış. Annabelle’in içtenlikle sevdiği bir kocası ve yüzünü görenin dönüp tekrar bakma ihtiyacı hissettiği güzellikte bir oğlu varmış. Birlikte anne babasının büyük evinde yaşarlarmış. Annabelle’in babası ailenin birlikte olmasına çok önem verirmiş, hem tek kızının uzaklara gitmesine izin verecek değilmiş ya.

Onlar hep beraber mutluca yaşarlarken Annabelle’de bazı değişimler baş göstermiş. Önce kimsenin duymadığı tuhaf sesler duymaya başlamış. Hep beraber vakit geçirdikleri anlarda sık sık bir anda kalkıp “Bir yardım istiyor.” “Kim o?” “Siz de duyuyor musunuz?” “Biri çığlık attı.” Gibi şeyler söylüyormuş. Ailesi bu durumu başta şaşkınlıkla, sonra çaresizlikle ve sonunda umursamazlıkla karşılamışlar. “Kızımız çocuk doğurduktan sonra değişti”, “Eşimin biraz sinirleri bozuk o kadar”, “Yakında geçer” demişler.

Ama geçmemiş. Bir süre sonra Annabelle, sesini duyduğu kişileri silüetler halinde görmeye başlamış. Hasta, yorgun, yardıma muhtaç insanların görüntüsüymüş bunlar. Annabelle zamanla onların ölüler olduğuna kanaat getirmiş. “Bu hiç hayra alamet değil” demiş. “Bir bela yaklaşıyor olmalı.” Ama ailesi dinlememiş. Onlar batıl inançları olan insanlar değillermiş. Babası hekimmiş bir kere! Kızının nasıl olup da böyle saçma şeylere inandığına akıl sır erdiremiyormuş.

Bir gün maaile kahvaltılarını yaparken kapıları çalmış. Telaşlı bir genç adam, nefes nefese içeriye girmiş. “Hekim Bey, acilen gelmeniz lazım. Babam.. çok hasta” demiş. O akşam Annabelle’in gördüğü siluetler arasında genç adamın babası da varmış. İşte o zaman tam olarak emin olmuş. Gördüğü şeyler ruhlarmış.

Bir hafta sonra babası hastalanmış. Hiçbir şey yiyemiyor, sürekli kusuyor ve son derece bitkin görünüyormuş. Annabelle babasının da yakında öleceğini anlamış çünkü babasına baktığında ondan yavaş yavaş ayrılmaya başlayan ruhunu görebiliyormuş. Babasının ruhu çok sıkıntılı görünüyormuş. Annabelle babası uyurken onun ruhuyla konuşmuş, onu rahatlatmış. Babası huzur içinde ölmüş. O gece gördüğü ruhlar arasında babasını göreceğini düşünüyormuş ama öyle olmamış. O zaman Annabelle sadece huzura kavuşmadan ölen ruhları gördüğünü anlamış.

Kısa süre içinde annesi ve eşi de hastalanmış. Aslında tüm kasabada hasta olmayan sadece Annabelle ve oğlu Thomas kalmış. Bazıları daha hafif atlatırken bazıları birkaç gün içinde ruhunu teslim ediyormuş. Annabelle sadece eşinin ve annesinin ruhuna yardım etmiş. Başkalarına da yardım etmek istiyormuş ama ona inanmayacakları için bunu nasıl yapacağını bilmiyormuş. Sadece fırsat buldukça çoktan ölmüş ruhları rahatlatıp huzura kavuşturmaya çalışıyormuş.

Eşi ve annesi de öldükten sonra Annabelle oğluyla tek başına kalmış. Acısı çok büyükmüş ama oğlu için her gün kalkıyor ve yaşamaya devam ediyormuş. Bir yandan da oğlunu da kaybetmekten korkuyormuş. Bu korku giderek büyümüş büyümüş. Annabelle oğlunu kaybetmekten o kadar büyük bir dehşet duyuyormuş ki onu her türlü tehlikeden uzak tutmaya çalışmak dışında hiçbir şey yapamaz olmuş.

Bir gün gördüğü siluetlerin arasına küçük bir çocuğun katılmış. Annabelle için bu çok şaşırtıcı bir şeymiş. Daha önce hiç küçük çocuk ruhu görmemiş. O da tüm çocukların rahatlamış olarak öleceğini varsaymış. Bu sefer de içini oğlunun ruhu rahatlayamadan öleceği korkusu kaplamış. Bu öyle bir korkuymuş ki günlerce gözüne uyku girdirmemiş.

Günler sonra –sonunda- uyuyabildiğinde bembeyaz bir ışık saçan güzel bir kadının ona yaklaşıp eline bir yumak ip verdiğini ve “Bu yumağa ruhları rahatlatmak için söylediğin sözleri tekrarla ve sık sık düğüm at. Toplam yüz bin düğüm olduğunda oğlunun beline sar. Ama hızlıca yap çünkü tam olarak sarmadığın sürece diğer ruhlar onu senden alabilirler.” Demiş. Annabelle elinde ip yumağıyla uyanmış.

Annabelle kırk gün kırk gece boyunca elindeki ipe sözlerini tekrarlayıp düğümler atmış. Sonunda tüm düğümler bittiğinde oğlunun beline ipi sarmaya başlamış. Bir döndürmüş, iki döndürmüş, üç döndürmüş… Derken birden odayı siluetler kaplamaya başlamış. Dört taraftan içeriye giriyor, ipi almaya çalışıyorlarmış. Annabelle oğlunu kucağına alıp var gücüyle evden çıkmış. Ormana doğru koşarken bir yandan da ipi oğlunun beline sarmaya çalışıyormuş. Ama koşarken bunu yapmak çok zormuş. Kendini güvende hissettiği ilk anda durarak hızlıca ipi sarmaya başlamış.

İpin yarısından çoğu sarılmış durumdaymış ki yukarıdan gelen bir el, oğlunun kolunu tutmuş. Ardından bir el daha, bir el daha… Tüm ruhlar bir olup oğlunu ondan almaya çalışıyorlarmış. Annabelle oğlunu ruhların ellerinden çekerek alamaya gücünün yetmeyeceğini anlayınca ipi daha da hızlı sarmaya başlamış. Oğlunun ayakları yerden kesilmiş Annabelle sarmaya devam etmiş. Başlangıçta yerde oturarak sarıyormuş ardından dizlerinin üzerine yükselmiş, ayağa kalkmış, sonunda ayaklarının ucuna yükselerek ipi sarmaya devam etmiş. Yanında makas varmış, ipi kesse ruhların oğlunu bırakacağını biliyormuş ama eğer ipi keserse oğlunun ruhunu koruyacak başka ipi yokmuş. Hem üç dört kere daha sardığında bitecek kadar ip kalmış elinde. Bir sarmış, iki sarmış… Tam üçüncüyü sararken iri yarı bir ruh gelip oğlunu tuttuğu gibi Annabelle’in ulaşamayacağı yüksekliğe çekmiş. Annabelle’e de ellerinden kayan iple beraber oğlunun gidişini izlemek kalmış.