Ay Yahut?

Fatma Ünsal

Gök, güzel lacivert. Hava serin. Amcasının evinin önü madımak kaplı yine. Yengesi kızacak basmayın şuralara, madımak altın demek altın. Madımak altın demek, madımak hariç her şey bakır.

Gök, güzel lacivert. Yıldızlar var tek tük. Ama Ay çok parlak. On dördünde. Şımarık, yanakları al al çocuk gibi. Parlak. Rüyada olduğundan böyle güzel olduğunu düşünüyor. Ne garip. Dünyadan uzak ama dünyanın bizzat koynunda olmak şu rüya. Ne garip. Biri çimdiklese hadi kalk diye, dur az daha az daha derken rüyalara yorgana sarılır gibi sarılmak.

Yengesinin kıyamadığı evlerinin önünde tavuklar da dolaşıyor. Bir tavuk düşman gibi efelenerek ona doğru koşuyor. Bir tekme savuruyor ama gâvur gibi inatçı mübarek. Nasıl da kabarmış geliyor. İbiği kırmızı da değil. Mavi beyaz. Bu Yunan, diyor. Yunan bana saldırmaya çalışıyor. Galip et ya Rab!

Gök, güzel lacivert. Böyle asil lacivert. Yıldızlarla süslenmiş güzel bir gelin. Ay, gelinin yanında şımarık oğlan çocuğu. Ay’a bakınca canı sıkılıyor. Canı sıkılınca Ay, onu takibe başlıyor. Yürüdükçe hoplaya zıplaya takip ediyor gökyüzünde.

Ay’a bakınca sıkkın canı daha da sıkılıyor. Rüya ferahlığı, ezelden sıkılmış; ütüsüz buruş buruş bir cana ne etsin? Başını göğe çeviriyor ferahlayayım diye. Zaten bu başını göğe çevirmek, çare aramaktan başka ne ki?

Şu şımarığın fotoğrafını çekmek istiyor. Yelteniyor cebine bismillahla. Bismillahla. Dini bütün. Göğe çeviriyor telefonu. Gök, gerçekten güzel lacivert. Ayşe’nin gözleri de böyle. Gök, bu yüzden güzel lacivert. KOCA AY telefon ekranında mercimek tanesi kadar gözükmesin mi! Bir daha bir daha deniyor. Yok. Gâvurun icadı diye söyleniyor. Pikselin yetmez tabii Rahman’ın âyetlerini çekmeye. Cebine geri koyuyor telefonu.

Gök, güzel lacivert. Ayşe’nin gözleri de böyle. Köyün girişinde evleri. İki katlı. Beyaz badanalı. Babası zengin. Ondan beyaz badanalı. Balkon demirleri bile boyalı. Babası çünkü. Ay tepesinde evine yürürken sağa sola bakınıyor. Hani belki Ayşe de. Ama içi daha da sıkılıyor. Tepesinde çatlak bir Ay. Zıplaya zıplaya takip eden. Mavi beyaz ibikli bir tavuk. Saldırgan. Kim ister? O ister. Olsun. Ayşe gülünce dünyadaki sıkıntılar eriyor. Gelse de tavuğu ve Ay’ı eritse.

Gök, güzel lacivert. Ay pasparlak kocaman. Kafasını bir çeviriyor yukarı. Burnunun dibine kadar gelmiş! Kışt pışt yapıyor. Hani insan olsa güldü diyecek. Güler gibi geri yükseliyor Ay yerine. Önüne dönünce yine geliyor ama burnunun dibine kadar. Sübhanallah! Kışt pışt! Yok. anlamıyor. Ay nasıl kovulur bilen var mı?

Hınzır tavuk da peşinde. Yavaş yavaş sinsi sinsi takipte. Eti budu da yerinde. Kafaya koydu, anasına arabaşı yaptıracak bu tavuğu. Şerefsis. Kazana gir de gör. Eve de daha varamadı. Arada ev bile yok. Yürü yürü aynı yerde. Sanki ayağının altında toprak kayıyor. Yürüdükçe başa sarıyor. Ayağının altında madımaklar. Yengesinin gözü her yerde. ALTIN ONLAR ALTIN. siz gümüş, yok bakır. Bir ağacın yanından geçiyor. Kovuğun içinden yengesinin başı çıkıyor. ALTIN ONLAR ALTIN, BASMA BASMA, AYAĞINI OMZUNA AL OMZUNA!

Gök, güzel lacivert. Ay yaklaşıp yaklaşıp uzaklaşıyor. İyice şımardı. Parlak ve yakın. Kışt pışt! Yok laftan da anlamıyor. Sonra bakıyor ki göğün taaaaaaaaaaaa en uzağına fırlamış. Oh, diyor. Kurtuldum. Eve de artık varaydım.

Yüzü kaşınıyor. Sinek konmuş olmalı. Ama rüyada değil. Gerçekte. Sinekler tepesinde. Köy yerinde sinek olur. Sen ne bileceksin? Olur. Halası öyle kızmıştı bir keresinde. Evi arı oğul vermiş gibi sinek kaynıyordu. Kara kara. Bir sürü. Yemek getirdi. Sofraya milletten önce sinekler üşüştü. Iyk dedi, ben yemem. Eline sağlık hala. SEN ŞEHERLİ MİSİN LEN SİNEKTEN ÜRKÜYON? KÖY YERİNDE SİNEK OLUR. MUHTAR, AZASINI BEKÇİSİNİ SİNEK PEŞİNE Mİ SALSIN MAL PEŞİNE Mİ? Hala şehirlininki mide de bizimki işkembe mi? demişti. Babası ensesine yapıştırmıştı. Sonra elinin tersiyle sofradaki sinekleri kovalayıp çorbaya kaşığı daldırmıştı. Sineklerden nefret ediyor. Ayşelerin evinde sinek de yoktur kesin. Ayşe’yle evlenince sineksiz bir muhite yerleşseler. Hayale bak. Ayşe. Lacivert gözleri. Sineksiz ev. Oh be. Yaşamak budur.

Gök, güzel lacivert. Ay görünürlerde yok. Daha eve varamadı. Haydut tavuk peşinde. Yengenin kafası her yerde. Sonra kalabalık bir grup yaklaşıyor buna. Bakıyor ki sınıf arkadaşları. Ülen Hüsün, diyorlar. Hüsün değil Hüseyin. Ülen Hüsün, sınıfta kaldın sen, al bu balıkları müdür yolladı. Çiğden yerse geçiririm diyor. Gürültülü bir kahkaha patlatıp geri geri yürüyerek kayboluyorlar. Elinde bir poşet hamsi kalakalıyor Hüsün. Hüseyin. Zaten balık dedin mi hamsi. İsim dedin mi? Ayşe. Nereden bildiniz?

Gök, güzel lacivert. Ay’ı yoklamak için kafasını bir çeviriyor. O da ne! Bir hışımla ona doğru gelmiyor mu! Vay deli bal! Kışt pışt! Yok. Hoşt hüşt! Asla. Hoşte behoşte! Ne mümkün! Hızla yaklaşıyor ona Ay. Yahu Allah’ım uyandır beni kurban olayım. Kafasına bir düşse. Karpuz gibi yarar vallahi. Tam başını tutup yere eğilecek, gaipten yengesinin sesini duyuyor yine: MADIMAKLARA BASMA MADIMAKLARA, ONLAR ALTIN ALTIN! Amcasının aklına yanmak geliyor o an. Yanıyor ama şimdi sırası da değil. Ay kafasına düşmek üzere. Derken şöyle bir bakıyor ki Ay yine tam başının üstünde.

Yaklaşa uzaklaşa. Bir sıkkın rüyanın içinde. Hem dünyada hem değil. Uyanıkken de sıkıntılı rüyada da. Kader. Derken peşindeki haydut tavuk kayboluyor. Ay zınk diye önüne plastik top gibi düşüyor. Yerde şımarık şımarık. Dokunsa yanar mı acaba? Rüyada yanmak var mı? Var. Allah’ın ateşi her yerde ateş değil mi? Hüsün zaten yanmış. Hüseyin. Biliyorsunuz zaten. Ay da yaksın. Bismillahla uzanıyor topa. Yani Ay’a. Elinde şimdi Ay. Parlak. Şımarık. Yüzü gözü lekeli. Kraterleri de ne şirinmiş keratanın. Sübhanallah.

Bakıp dururken yengesi sesleniyor. Sus be kadın sus! Madımaklar altın. Sen ise şirret.

Uyanıyor. Odada üç beş sinek. Oda kapısı aralık. Güneşlik çekili. Anası girmiş olmalı. Sabah namazında açıp çıkmış olmalı. Gün üstüne doğunca bereketin kaçar, diye söylenmiş olmalı. Kahkülünü sevmiş, güzelce öpmüş olmalı.

Anası güzel. Dünya ondan sebep güzel. Sonra Ayşe’den sebep. Şöyle bir geriniyor yatakta. Ana, diye sesleniyor. Cevap gelmiyor. Kalkıyor hemen. Yüzünü gözünü yıkıyor hızlı hızlı Hüsün. Hüseyin. Ay gördü. Tavuk sonra. Sınıfını. Ay ne demek acaba? diye düşünüyor. Ay. Ay. Ayşe! Kalbi hızlanıyor. Sinekler de hızlanıyor odada. Ana ana diye koşuyor evin içinde. Ana yok. “Ana kız ana! Neredesin?”

Dışarı çıkıyor pijamalarıyla. Babasından kalma. Çizgili. “Ana ana bakıver ana!”

Yengesi evlerinin balkonundan başını uzatıyor: Ne bağırıyon len kuyruğu tutuşmuş it gibi?

Amcasının aklına yansa. Ama şu an vakti değil. Ay. Ayşe!

“Anamı gördün mü yenge? Acil bulmam lazım onu.”

Bunu derken yengesinin evinin önüne kadar geliyor.

“Basma len basma. MADIMAKLAR ALTIN DEMEK ALTIN!”

Amcasının aklına yansa.

“Basmam. Anam nerede? Desene ya nerede?”

“Anan pınarda Hüseyin.”

Bunu inceden bir ses ünlüyor.

“Hem bu kılığın ne?”

Bunu da o inceden ses ünlüyor.

İnceden ses kıkırdıyor.

Ay kıkırdıyor.

Şımarık.

Ay.