Benim tüm heveslerim kursağımda kalır. Tüm yaptıklarım gözlerimin önünde yavaş yavaş değerini kaybeder. Hayallerim bir anda anlamını yititir. Aradığımı sandığım şeyleri bulduğum anda yanlış yolda olduğumu fark ederim. Sevdiğim insanların yanındayken aslında orada da mutsuz olduğumu anlarım. Yalnız kaldığımda ise asıl yabancıyla yüz yüze gelirim. Ağlamam, bağırmam hatta öfkelenmem. Oturup her şeyin ellerimden kayışını izlerim sadece. Bazen yüzümü çevirmeye çalışırım, bazen duymazdan gelirim. Ama çoğunlukla sadece seyrederim. Kendimi bildim bileli bu böyle oldu.
Bir şeyler yapmak, bir şeyleri değiştirmek için arzu duyduğum zamanlar oldu. Hatta bazen ciddi anlamda çabaladığımı da söyleyebilirim. Ama annem hastalandığında, babam bizi terk ettiğinde ve uzun süre çektiği acılardan sonra annem vefat ettiğinde hiçbir şey yapamamış olmaktan kaynaklanan hayal kırıklığım,kendime duyduğum nefret ve öfke ruhumu derinden yaraladı. Bu yarayla başa çıkmanın tek yolu ise hiç bir şey yapmamaktı. Çünkü çabaladıkça, değiştirmeye çalıştıkça sadece başarısızlığımın derinliğini görüyordum. Başa çıkamadığım her şey beni daha da dibe çekiyordu. Ve elimi kimse tutmuyordu. Belki de onlar da izlemeyi öğrenmişti. Onlara kızmıyordum. Aslında kimseye kızmıyordum. Kendime bile. Sadece bazen hareketsizliğimin içinde her geçen gün daha çaresiz hissettiğimi fark ediyordum. Belki de bu yüzden bu yolculuğa çıkma kararını aldım.
Otuz yaşıma girdiğim gün bunu derinden hissettiğim gündü. Sanki yıllardır bir karar vermek için bu anı beklemiştim. Bir anda senelerdir seyrettiğim her şeyi anlamlandırmaya başladım: Kimseyle kurduğum sıkı bir bağım yoktu, işimi, hayatımı sevmiyordum ve hayatımın kendisi ellerimden kayıp giden bir şeye dönüşmüştü. Beni bağlayan hiçbir şeyin olmadığı bir yere tutunmak için elimde olan her şeyi harcıyordum. Yapmam gereken tek bir şey vardı: Yola çıkmak. Kimsenin beni tanımadığı bir yerde sıfırdan başlamak. Artık seyreden değil, yaşayan biri olmak. Yapabilirdim. Yaşayabilirdim.
Vazgeçmekten korktuğum için bir plan oluşturmak için bile beklemedim. Hızlı bir istifa, eşyaların satışı, kısa süren vedalaşmalar ve bum! Artık özgürdüm. İstediğim her yere gidebilir, kim istersem o olabilirdim. Kendim olmanın zincirlerinden kurtulabilecektim.
Ve sonunda yola çıktım. Olasılıkları düşünmek bile kalbimin hızlanmasına sebep oluyordu. Sıfırdan bir hayat… İşte şimdi, şimdi her şey bana kalmış durumdaydı. Kimse bana engel olamaz, hevesimi söndüremez, yaşadıklarından beni sorumlu tutamazdı. Şimdi kendi istediklerimi yapabilirim ve istediğim kişi olabilirdim.
Biraz gezmek ve sonra kalacağım yere karar vermek istiyordum. Kenarda beni bir süre idare edecek birikimim vardı. Bunca yıllık çalışmalarımdan sonra biraz tatili de hak etmiştim. Muhasebeciydim. Yıllık izinleri bile kullanmaz para olarak karşılığını alırdım. Bundan sonra ne olacağımı bilmiyordum. Tek bildiğim önceki hayatımı tekrar yaşamak istemediğimdi. Bu yüzden -çok iyi bildiğim bir iş olsa da- muhasebeci olmayacağıma karar vermiştim. Ayrıca kesinlikle akşamları evde geçirmeyecek, bol bol seyahat edecek ve bulduğum her fırsatta eğlenecektim. Yeni hayat planım buydu: Şimdiye kadar ne yaptıysam tam tersini yapmak. Nasıl yaşanacağını hiç öğrenmediğim için ancak böyle bir plan yapabiliyordum. Sonrası da süreç içinde belli olurdu.
Annemden kalma Klasik Range Rover’ımda yatıp kalkarak günler boyu yolculuk yaptım. Gittiğim yerlerde yeni insanlarla tanışmaya çalışıyordum. Bu benim için yeni bir şeydi ama kısa süreli ilişkiler olduğu için pek zorlanmıyordum. Aklımıza gelen her şeyi konuşuyorduk, genellikle yolculukla ve şehirlerle ilgili oluyordu, sonra yollarımız ayrılıyordu.
“Onunla” tanıştığımda bu durum değişti. Otostop çekiyordu. 20lerinin ortasında görünüyordu. Üzerinde haki, kısa kollu tişört, altında siyah, dar bir pantolon vardı. Mini bavuluyla beraber bir bilgisayarçantası taşıyordu. Normalde olsa asla durmazdım ama artık her şeyi diğer türlü yapacağıma karar verdiğim için durdum. Tehlikeli durumlara girmek de yaşamaya dahildi. Tanımadığın kişileri arabana almaktan daha iyi tehlike mi olurdu?
Genel olarak sessiz bir kızdı. Arabaya bindiğinde tanışmak için biraz konuştuk ama çok uzun sürmedi. Yine de içim ısınmıştı ona. Bu yüzden gideceği yeri söylediğinde “Ben de oraya doğru gidiyordum. Seni istediğin yere bırakırım” dedim. Birkaç günlüğüne eşlik edecek birinin olması hoşuma gitmişti. Arada bir arabayı ona bırakıp ben uyuyordum. Sürüşü iyiydi, çabuk da yorulmuyordu. Müzik zevklerimiz benziyordu. Çoğunlukla birbirimizin açtığı şarkılara eşlik ediyorduk. Yemekleri beraber yemekten de keyif alıyorduk.
Ve bir süre sonra sohbet etmeye başladık. Önce o bazı şeyler paylaştı. Neden yola çıktığını, ne zamandır gezdiğini, kimleri ziyaret ettiğini, ailesini, arkadaşlarını ve yavaş yavaş…hayatını. Ben biraz daha temkinliydim. Önce taşındığımı söyledim, sonra işten çıkma sürecimden bahsettim, ailemden ve bundan sonra yaşamaya başlama düşüncemden bahsedemedim. Bazen hayatımdan kısa kesitler aktardım ama aldığım kadar vermiyordum. Kendimi onun yanında ketum davranıyor gibi hissediyordum ama aynı zamanda şimdiye kadar olabildiğim en paylaşımcı halim buydu. O da bunu anlıyor gibiydi. Merak ettiğini gösteriyordu ama asla üstelemiyordu. Kendi hızımda gitmeme izin veriyordu. Zaman geçtikçe bunun bana hiç yapılmamış olduğunu fark ettim. Ya o an konuşmalı ya da susmalıydım. Ve o an konuştuğum olmuyordu hiç. Bu yüzden tüm kelimelerim boğazımda kalmıştı. Bir türlü bir şeyleri paylaşamamış, paylaşımlar üzerinden insanlarla samimiyet kuramamıştım. Şimdi, ilk defa, gerçekten biriyle samimiyet kurduğumu hissediyordum. Ve galiba aşık oluyordum.
Gideceğimiz yere yaklaştıkça daha çok oyalanmaya başladık. Neredeyse her istasyonda ufak bir bahaneyle duruyorduk. Bazen güzel bir manzara görüğümüzde arabayı durdurup saatlerce oturuyorduk. İçinden geçtiğimiz şehirlerin ünlü yemeklerini yeme alışkanlığı edinmiştik. Sürekli yemek yiyemeyeceğimiz için her şehirde biraz da oyalanmamız gerekiyordu. Ben bunları bilinçli olarak yapıyordum ama o sadece bana uyum mu sağlıyordu yoksa gerçekten benimle daha uzun süre kalabilmek istiyor muydu emin olamıyordum.
Ve sonunda korktuğum gün geldi. Şehre giriş yaparken kalbimin sıkıştığını hissedebiliyordum. Ona çok alışmıştım. Yıllardır hep yan koltuğumda oturuyormuş gibiydi. Hep beraber yolculuk yapıyor, beraber gülüyor ve birlikte uyuyorduk sanki. Onsuz nasıl bir hayat yaşayacağımı düşünürken buldum kendimi. Sonra birden hikayemi anlatmaya başladım. Neredeyse doğduğum günden başladım. Yaşadıklarımı, hissettiklerimi, düşündüklerimi, hayallerimi ve hayal kırıklıklarımı… Her şeyi anlatıyordum. Sessizce, ama tüm dikkatini bana vererek dinliyordu. Sanki konuşursa büyü bozulacaktı ve o da bunu anlıyordu. Konuşmadı. Ben de her şeyi anlattım. Ona karşı hislerimi de sona ekledim. Sanki o an seslendiremeyeceğim hiçbir düşünce, hiçbir anı, hiçbir his yok gibiydi. Ama benimle kalmasını teklif edemiyordum.
Konuşmam bittiğinde ineceği yere gelmiştik. Ağzından kısık sesli bir teşekkür çıktı. Bense tükenmiş gibiydim. Ettiği teşekküre bile cevap verememiştim. Yüzüne bakamadım. Sessizce arabadan inmesini izledim. Tüm bu olanlardan sonra, tam olarak yola çıkmadan önceki halimdeymişim gibi hissediyordum. Zaten demiştim ya: Benim tüm heveslerim kursağımda kalır. Tüm yaptıklarım gözlerimin önünde yavaş yavaş değerini kaybeder ve hayallerim bir anda anlamını yititir.
Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. 5e kadar saydım. Arabanın motorunu çalıştırdım. Ve… kapı açıldı.
“Yaşayacağın yeri seçmekte yardıma ihtiyacın varsa seninle gelebilirim.”
Gözümden akan bir damla yaşa hakim olamadım.
“Çok ihtiyacım var. Tek başıma kaybolabilirim.”