-Ulan bu ilk yardım sandığını nereden buldun teres? Gören de doktor geliyor zanneder şuna bak şuna, şunun havalara bak.
Bozkır uğultulu akıyordu. Motosiklette iki kişi. Hava öyle sıcaktı ki yolun tozuyla birlikte adamların üstüne sıcak kül gibi yapışıyordu. İlçede rastlaşmıştı iki köylü. Motosikletin sahibine sevaptır, beni de at köye kadar deyince birlikte yola revan olmuşlardı.
Olmuşlardı olmasına ya şoför acemiydi biraz. Diğeri bunun farkındaydı ama köye bedava gidiyor olması garip bir cesaret veriyordu ona. Ne var hem? Ekin tarlalarını geçince yarım saatlik yoldu şunun şurasında.
-Sağlık ocağının hademesi bizim köylü ya. Yeniliyorlarmış bunları. Oradan geçiyordum, aha sırtlan götür bunu, dedi. Ama havalı oluyor ha vallaha. Geçen Doruca köyünden geçerken meydandakiler neredeyse selam duracaklardı doktor diye. Ye kürküm ye!
Ye kürküm ye. Öyle ya. Ütülü bir çul, işlek bir beyinden daha ehemmiyet görürdü bu dünya denilen yerde. Şu insan denilen acâibü'l mahlûkât severdi kürküne yedirmeyi. Tabii başka insanların eliyle.
Ekinler bu sene yeğindi beldede. Allah bereket versin. Bu iki adamın vasat motorunun gürültüsü arasında sarı sarı başaklar arzıendam ediyordu. Başaklar. Rüzgâr estikçe sağa sola bir derviş gibi yekinen. Başında dert değil de bereket taşıyan. Tarlanın yanına varıp şöyle bir bakmalı. Eğer rüzgâr da varsa değme. İzle dur işin de yoksa. Meksika dalgası gibi demişti ekinlerin bu hâline bir şehirli. Halt etmiş. Misli menendi mi var rüzgâra tutulmuş buğday tarlasının?
-Ekinler de yeğin haa. Şerefsiz yükünce para kaldırır buradan.
-Tanıyor musun sahibini?
-Yoo.
-Ee niye şerefsiz dedin ya tanımadığına?
-Malı bol diye. Malı bol olunca tonla küfür et. Hak etmiştir.
-Tövbe de. Kaza yaparız, uğursuz uğursuz konuşma.
-Şunlara bak şunlara. Dolu dolu başaklar. Ulan bizimkiler cılızın cılızı. Kel kız kafası gibi tarla. Nasıl demeyim herife şerefsiz?
Şoför daha fazla uzatmadı. Uzatsa ikna mı olacaktı? Yumuşağım diyen taşa konuşmak beyhude. Kendisini pamuk zanneder bir taştır kimi insan. Ömrü boyunca kırmadık kafa göz bırakmaz ama en çok kendisi incinir gibi davranır.
Bir süre daha ekin tarlaları eşlik etti ahbap çavuşlara. Yolcu olan, bir bozlak tutturdu. En acılı yerini biliyordu sadece. Bir iki mırıldandı sustu.
-Gidecen mi bu yıl inşaata?
-Gideceğiz tabii. Gitmeyince ekmek nerede? Biz sen miyiz oğlum emekli babanın maaşıyla geçinelim?
-Tövbee. Ulan sana bir daha denk gelirsem yemin şart olsun almayacağım motora.
-Şaka şaka. Alınma hemen. Bak sağa sola hızla yekinirsem karpuz gibi yuvarlanırsın akıllı ol. Bak hem ne geldi aklıma. Doruca köyünde seni doktor sanmışlar ya. Gel iki eğlenelim köyde dur da. Doktor geldi deyi ağırlasınlar bizi. Eve varınca ne yiyeceğiz sanki? Gel karnımızı iyice doyuralım be! Bak senin üst baş perişan ama ben adliyeye gittim bugün. Bir rol yaparım var ya, muayene sırasına sen de geçersin. Ha olmaz mı?
Sarp bir yerden geçiyorlardı şimdi. Keskin virajlar, dar yollar. Kel tepelerde bodur üç beş çalılık. Güneş de tepede öyle bir yakıyor ki mübarek. Kalkan toz genizlerine doluyordu. Dikkatini bir kaybetse. Karısının dul kalmama ihtimali yoktu işte o zaman. Çoluk çocuk ne yapardı?
Ama bu boz tepelerin bozluğuna da aldanmamalı. Bereketliydi oralar da. Say ki toprak bereketi. Öyle bir kekiği olurdu ki buraların, miskiamber mübarek. Şöyle bir fiskesinin bile kokusuna doyum olmazdı.
Keçiler zıplaşırdı buralarda. Keçi çobanları, bu hareketli hayvan sürüsünün peşinde en az onlar kadar çevik olurlardı. Kekiği yiyen keçinin sütüne de etine de doyum olmazdı. Ondan sebep buralara Keçili Tepesi denirdi.
-Seni atarım ulan motordan.
Şoför yavaşladı. Sağa yanaştı.
-İn lan aşağı şerefsiz. Seni alanda kabahat. Hem bedavaya taşıtıyorsun kendini hem de günaha mı sokacaksın beni? Beni oyuncu mu belledin? İn lan aşağı.
İnmedi. Beline sarıldı sıkıca. Bırakmadı.
-Tuh sana be! İnsan köylüsüne böyle eder mi? Burada bırak da kurt yesin beni. Üç bebe babasız dolaşırken şerefini tepe tepe kullanırsın. İnmiyorum be inmiyorum.
Şoför fesüphanallah çekti. Beline sarılı adamdan kurtulmaya çalıştı ama motor devrilecek gibi olunca daha fazla uğraşmadı. Diğeri, ellerini şoförün beline kement gibi bağlamış; terli suratını iyice adamın sırtına gömüyordu.
Rüzgâr durmuştu. Koyu kahverengi tepeler sessizdi. Etraf, kavga eden iki insanı duyunca susan kalabalık gibiydi şimdi. Tepelerin en yükseği, yukarıdan karar verici mekanizma gibi izliyordu. En yüksekteki ağaçlar, asil salınışlarla bakıyorlardı aşağı. Boz tepelerin keskin virajlı yolunda her şey durmuş da sanki bu iki adamı izliyordu şimdi.
-Eğer tek kelam daha edersen…
-Suçum ne günahım ne? Şakalaştık arkadaş. Sür haydi, yandık sür.
-Sen de kop artık şu belimden. Şu sıcakta yılan gibi boğdun bırak!
-Aman gardaşım bak bırakmayacağına söz verirsen bırakırım.
-Allah’ım sen sabır ver. Tamam bırakmayacağım tamam. Ama ağzını açarsan yemin şart olsun bırakırım.
Adam ellerini çözdü şoförün belinden. Tere ve sinire batmış şoför, gaz verdi motora yeniden. Yolculuk tekrar başladı.
Keçili’yi aşınca yavaş yavaş köyler gözükmeye başladı. Tarlalarda patozlar baş göstermeye. Başına yemeni sarmış adamlar, patoza ekin yetiştiriyorlardı. Kadınlar da patozun gölgesinde buğday çuvallıyorlardı. Tarlanın elit işiydi bu.
Adam, tam ağzını açıp şunların bolluğuna bak, bizimkine patoz kurduğuna değmez şerefsizler, diyecekti ki kendini tuttu. Maşallah ekinler de bol bol, dedi sadece. Diğeri duymamış gibi sürmeye devam etti.
-Zahide guuurbanım ooooy oyyy. Ne olacak halım?
Adam korkuyla şoföre bakıyordu göz ucuyla. Tepki göremeyince ünlemeye devam etti.
-Gene bir laf duyduuuuum gırıldııı belim. Neşet ağa da ne yazmış mübarek.
Şoför cevap vermedi.
-Gelenden giideeenden oooy oooy habar sorarım. Zahidem bu hafta oluyor gelin. Sorsan nolacak vardıysa ele?
Şoförün yüzü beton gibiydi. Ağzı kapalı da olsa dişlerini sıktığı anlaşılıyordu.
-Barıştık mı ağam? Bak sözümü tutuyom ha. Uğursuz konuşmuyorum değil mi?
Adam innallahına sabretti, yine bir şey demedi. Doruca köyüne yaklaşıyorlardı. Bundan sonra üç köy daha vardı varmalarına.
Doruca yolu, sağlı sollu ağaçlarla bezeli ferah bir yoldu. Bu bozkır köyleri arasında bir nefes gibiydi. Kahverengiye alışan göz, buraya gelince afallar; Allah’ın başka renkleri de olduğuna yeniden iman ederdi.
-Sana selam duran köy. Hey benim gardaşıma selam durmayacaklar da bana mı duracaklar? Karnım da acıktı yemin ederim. Şapka da yolda uçtu sana diyemedim. Ağzımı açmayayım deyi. Kafam da yandı.
-Hiç konuşmadın Allah için hiç. Bak sabrımı zorlama diyorum Veli sabrımı zorlama. Ulan adından hiç mi nasiplenmedin? Az veli ol!
Şimdi susma sırası Veli’deydi. Ağzına zamk sürülmüş gibi susuverdi. Doruca köyünün meydanına yaklaşmışlardı. Bu sıcakta kimse yoktur, diye içten içe seviniyordu şoför.
Gel gör ki köy meydanları asla boş kalmazdı. Meydanların gizli muhafızları olmaya and içmiş silahşör topluluğu her köyde bulunurdu. Tek görevleri yaz kış, gece gündüz demeden bu meydanları bir anlığına da olsa boş bırakmamaktı. İnanmayan şu anda tüm köy meydanlarını dolaşsın. Sonra hak vermek için bu sayfaya geri dönsün.
Doruca meydanında banka tünemiş uyuklayan bir ihtiyar, ondan iki üç metre uzakta ağaç altında laflayan orta yaşlarda iki adam vardı. Başka da kimse yoktu. Bir de kara kavruk, zayıfça bir çocuk. Elindeki ekmeği kemire kemire geçiyordu meydandan.
Motosiklettekiler meydana yaklaştılar. Veli şoförün ölse durmayacağını biliyordu. Yine de içinden dua ediyordu insafa gelse diye. Şoförse bir gayretle gaza basıyordu meydanı hızla geçmek için.
Motorun sesini duyan köylüler başlarını çevirdiler. İhtiyar, ekmeği aşı uykusundan uyandı. Çocuk, uzaklaştığı meydana koşarak geri geldi. Hiç meydanda olmayan birkaç genç de gizli köşelerinden çıkmış gibi beliriverdiler. Fırın yolundaki kadınlar, ellerinde hamur tekneleri yollarını meydandan geçirmeye karar verdiler. Muhtar, evinin önünde gölgede sinek avlıyordu. Meydandan derin motor sesini duyunca bekçiye de ünleyerek meydana koştu. Tarlaya sapa giden bir traktörün de meydandan geçeceği tuttu sonra. Geldi ani bir frenle meydanın bir köşesinde duruverdi.
Ortalık yine sessizleşti. Şoför terledikçe terliyor, az sabrederse hemen geçip gideceğini, kurtulacağını telkin ediyordu kendisine. Veli arkada sessiz, şoför içten içe insafa gelse diye dua ediyordu. Herkes yerini almıştı. Herkes o ulvi sesin daha da yaklaşmasını duyuyordu.
Motor geldi geldi geldi. Motorda iki kişi. Baktılar ki ilk yardım sandığı da var arkasında. Muhtar heyecanla yekindi bekçiye işmar ederek. Ama motor durmadı. Meydandakiler arkalarından bakakaldı.
Üç beş metre sonra hırıltılar gelmeye başladı. Motosiklet bir durdu bir çalıştı. Bir durdu bir çalıştı. Sonra daha meydandan uzaklaşamadan tak diye kalıverdi yolun ortasında.
Şoför gaza bastıysa da çalıştıramadı mereti. Veli utanmasa göbek atacaktı motosikletin çalışmadığını görünce. Yalandan söylendi.
-Tuh rezil, çalışsana. Hiç olacak iş mi? Bak millet toplanacak şimdi başımıza.
Şoför pes etti. Çalışmıyordu. Kurbanların teslim oluşlarındaki o çaresiz sessizliğe büründü. Önüne bakıyordu kıpırtısız. Biliyordu Veli’nin birazdan yiyeceği herzeleri.
Önde muhtar hemen peşinde bekçi, heyecanla koşuyorlardı motosiklete doğru. Muhtar koca gövdesini sürüklerken mendiliyle terli kafasını siliyordu. Arkalarından da diğerleri sürükleniyordu.
Muhtar o ilk fitili ateşledi ve en coşkulu sesiyle ünledi:
-Hoş geldiniz doktor bey, hoş geldiniz! Yav ne iyi ettiniz. Geçen durmadan geçip gittiniz, darılmıştık vallahi. Hoş geldiniz!