(başlık konusunda tavsiyelerinizi beklerim.)
“Gidilmemiş yollardan gitmek, basılmamış yerlere basmak, bakılmamış göklere bakmak, dokunulmamış şeylere dokunmak, sevilmemiş yürekleri sevmek istiyorum, diyerek gitti o okula. Özel bir okuldan çok iyi bir teklif gelmiş olmasına rağmen, hayatın soğuk tokadını yemiş çocukları istiyorum ben, dedi ve gitti. Böyle düşünen, böyle konuşan birisi işleyebilir mi o korkunç fiili. Tamam, içe kapanıktı biraz ama o çok narin, çok duygusal, çok kibar bir insandı. Yapamaz. O yapmış olamaz.”
Duydukları şok etmişti Elif’i. “Bütün deliller…” diyorlardı ama Elif inanmak istemiyordu. Neredeyse çocuk gibi ağlayacaktı. “Elif Hanım, sakin olun. İsterseniz biraz dinlenin. Sonra devam edelim.” dedi polis memuru. “Yoo yoo. Şimdi devam etmek istiyorum. Bu mesele bir an önce aydınlansın istiyorum. Yıllarca koynumda bir katil mi besledim yoksa haksız olan siz misiniz, dostum kocaman bir iftiranın içinde mi boğuluyor, bilmek istiyorum.”
“Peki. O zaman en başından başlayalım. Onu tanıdığınız ilk günden.”
“Onu üniversitenin ilk günü tanıdım. Sessiz ve ürkekti. Gözleri buğuluydu. Yüzünde ilk günün heyecanı yoktu. Derin bir hüzün, derin bir keder vardı. İçimde ona karşı merhamet uyandı. Bir yakınlık hissettim. Yanına gittim. Tanıştık. Önce çekingen davrandı ama sonradan açıldı. Çok güzel muhabbet ettik. Sonraki günlerde de hep birlikteydik.
Ailem, okula yakın bir yerden ev almıştı benim için ve yalnız yaşıyordum. Narin ise annesi ve üvey babasıyla yaşadığını söylemişti. Ailesinden pek söz etmezdi ama problemleri olduğu, mutsuz olduğu anlaşılıyordu. Tanışıp arkadaş olduktan birkaç ay sonra benim eve çıkmak ister misin, diye sordum. Önce tereddüt etti. Çekindi. Israr ettim. Gerekirse ailesiyle konuşabileceğimi söyledim. Bunu söylemem onu telaşlandırmıştı, çok iyi hatırlıyorum. İstemedi ailesiyle konuşmamı. Teklifimi kabul etti. Ertesi gün sadece bir valiz eşyayla geldi. O günden sonra ailesiyle hiç görüşmedi. Yani bana görüşmediğini söylerdi. Benim ailemin durumu iyiydi, bol para gönderiyorlardı. Narin, aldığı az bir burs dışında kimseden bir destek görmüyordu, bana yük olmamak için hafta sonları çalışıyordu. Çok asildi. Gerek olmadığını söylediğim zaman kızıyordu.”
Polis “Ailesi hakkında ne biliyorsunuz?” diye sorunca içine bir kurt düşmüştü Elif’in. Tanıdım sandığı arkadaşını aslında hiç tanımadığını düşündü. “Hiçbir şey. Ona sadece bir kere sordum. Ailen… dedim. Babam, ben sekiz yaşındayken öldü. Annem hemen evlendi, dedi sesi titreyerek. Sonra ağlamaya başladı, zor susturdum. Bir daha da hiç sormadım,” dedi.
“Beş sene birlikte kaldığınızı söylüyorsunuz. Sizi şüphelendirecek herhangi bir tavrı oldu mu? Lütfen iyi düşünün. Mesela çocuklar hakkında… yaptığı ya da söylediği bir şey?”
“Severdi çocukları. Hatta sınıf öğretmenliğini sırf çocukları sevdiğinden seçmiş, öyle derdi. Öğrencileri için her şeyini feda edecek kadar çok seviyordu onları. Mesela o geniş arabayı sırf öğrencilerini gezdirmek için almıştı. Kitaplar okur, şiirler yazardı. Ölmüş bir kuş yavrusu görse ağlardı. Lütfen iyi araştırın. O yapmış olamaz.” Elif, artık kendini tutamıyordu, ağlamaya başladı. Polisler zar zor sakinleştirip çıktılar.
Yıllarca beraber yaşadığı en yakın arkadaşı, on öğrencisini bir dağ başında ıssız bir mağaraya götürüp kafalarını taşla ezerek canice katletmekle suçlanıyordu. Başka bir şüpheli yoktu. Çocukları geziye götüreceğim, diyerek ailelerinden izin almış, arabasına bindirip götürmüştü. Bir daha gören olmamıştı çocukları. Üstelik çocukların üzerinde Narin’in parmak izi vardı. Önce ellerini ayaklarını bağlamış sonra kafalarını taşla ezerek öldürmüştü. İşin en ilginç yanıysa olayı ihbar eden kişi Narin'in annesiydi. Polislerin söylediğine göre Narin cinayetleri işledikten sonra annesini alıp o mağaraya götürmüştü. Bunun üzerine annesi, polisi arayıp ihbarda bulunmuştu. Polis, ne Narin'in ne de annesinin ağzından bundan başka tek bir kelime alabilmişti. Narin, önce nezarette tutulmuş, sonra ruh sağlığının yerinde olmadığı gerekçesiyle akıl hastanesine kapatılmıştı.
Elif inanmıyordu. O sevgi dolu kızın böyle bir şey yapması imkânsızdı. Belki de caninin biri kaçırmıştı onları. Sonra da Narin’in gözleri önünde katletmişti öğrencilerini. Narin’in aklı, yaşadıklarına dayanamayınca da suç onun üzerine kalmıştı. Bunu yapabilecek bir sürü psikopat vardı dünyada ama Narin asla. Peki, Narin neden hiç görüşmediği annesine koşmuştu ilk olarak.
Aniden Narin’in eşyalarını karıştırmak düştü aklına. Polis arama yapmıştı gerçi, aleyhine ya da lehine delil olacak bir şey olsa onlar bulurlardı. Yine de duramadı, Narin’in odasına girdi, içindeki arkadaşına ihanet ediyor olma hissini bastırarak. Dolaplara, çekmecelere, her yere baktı. Eşyalara baktıkça canlanan hatıralardan başka bir şey bulamadı.
Kendini bu kadar aciz hissettiğini hiç hatırlamıyordu. Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Sanki dünya büyümüş büyümüş büyümüş Elif nokta kadar kalakalmıştı dünyanın ortasında, küçücük. O sırada Narin’in baş ucundan ayırmadığı kitaba ilişti gözü. Bir çocuk gelişimi kitabıydı. Son birkaç yıldır hep orada dururdu. Yatağa oturdu, kitabı aldı. İçini karıştırdı. Üzerinde bebek yazan bir hastane bilekliği buldu kitabın içinde. Anne adı: Narin yazıyordu. Elleri titredi Elif’in. Ateşler bastı. Kalbi ya yerinden çıkacak ya da duracaktı sanki. Öyle çarpıyordu. Kitabı yere düşürdü. Yatağın üzerine yığılıp kaldı. Öylece ne kadar vakit geçti hiç bilmiyordu. Kendine gelince doğruldu. Kitabı yerden aldı. Kitabın içinden bir kâğıt düşmüştü. Kâğıdı aldı, okudu. Annem yazıyordu. Bir telefon numarası ve bir de adres yazılıydı. Muhakkak Narin’in annesinin numarası ve adresiydi. Demek görüşüyorlardı. Adrese gitmeye karar verdi.
Arabaya atladı ve yola koyuldu. Kenar mahallelerden birine geldi. Adreste yazan evin numarasını bulması biraz uzun sürmüştü. Ev çok kuytu bir yerdeydi. Kapıyı çaldı. Bir kadın açtı. “Merhaba, ben Narin’in ark…” Kadın devamını dinlemeden kapıyı Elif’in suratına kapatacaktı ama Elif daha hızlı davranıp engel oldu. Zorla içeri girdi. “Bana bakın hanımefendi. Kızınızın başı belada. Onun bir iftirayla suçlandığını düşünüyorum. O, bunları yapacak birisi değil, benden daha iyi biliyor olmalısınız. Bana yardımcı olun, suçsuz olduğunu ispatlayalım. Narin’i birlikte kurtaralım” dedi. Narin'in annesi “O yaptı,” dedi donuk ve soğuk sesiyle. “Neden?” dedi Elif, çaresiz atılan bir çığlık gibi. Narin'in annesi sustu. Elif cebinden bebek bilekliğini çıkardı. “Bundan haberiniz var mıydı?” diye sordu. Evet manasında kafa salladı Narin'in annesi. “Anlatın,” dedi Elif. Ses tonunu sertleştirdi ve “Anlatın. Siz her şeyi biliyorsunuz. Bana da anlatmadan hiç bir yere gitmeyeceğim,” dedi. Kadın sesindeki donuk ve soğuk tonu hiç değiştirmeden anlatmaya başladı. Her şeyi boşvermişlik, hayattan vazgeçmişlik vardı sanki yüzünde. “Narin çok küçüktü babası öldüğünde. Benimse hiç gelirim yoktu. Temizliğe giderek kazandığım üç beş kuruş yetmiyordu. Bir gün bir komşum, bekar bir akrabası olduğunu, biraz yaşının büyük olduğunu ama hiç değilse emekli maaşı olduğunu söyledi. Evine direk, sana koca, kızına baba gerek, dedi, kabul ettim. Evlendik. Narin, kocamdan korkuyordu. Ben, o senin baban, seni okutacak diyordum. Nereden bilirdim böyle olacağını? Bilsem…” ses tonu değişti kadının. Ağlamaklı oldu. Biraz durdu. Yutkundu. Toparlanıp devam etti “Evlendikten bir kaç gün sonra beni sebepli sebepsiz dövmeye başladı kocam. Her gün içip içip geliyordu eve. Bize beş kuruş para vermiyordu. Beni dövdükten sonra Narin ağlayınca onu da dövüyordu. Artık o gelmeden Narin’i, ne olursa olsun çıkmayacaksın, diye tembihleyerek yatırıyordum. Üç dört yıl geçti böyle. Bir gece yine rutin dayağımı yiyip adamın sarhoş kusmuklarını temizledikten sonra yatıp uyumuştum, Narin’in çığlık sesleriyle uyandım. Odasına koştum. Kapı içeriden kilitlenmişti. Kocam olacak adam içerideydi. Ne yapacağımı şaşırdım, elim ayağıma dolaştı. Bağırdım, kapıyı yumrukladım. Sonra kömürlüğe koştum. Baltayı kaptığım gibi eve girdim. Delirmiştim. Önce odanın kapısını kıracak, sonra adamı gebertecektim. Ama ben eve girene kadar o domuz kaçıp gitmişti. Bir hafta uğramadı eve. Bir hafta sonra hiç bir şey olmamış gibi geldi. Benim o geceki cesaretimden eser kalmamıştı. Onu öldürmeyi yine istiyordum hâlâ da istiyorum ama deliliğim, cesaretim yok olmuştu. Korkuyordum ondan. Narin, o günden sonra tek kelime konuşmadı. Ruh gibiydi. Oysa o, çocuk neşesini hiç kaybetmez, dayak yediğimiz gecelerin günlerinde bile oyunlar oynar, güler, eğlenir hatta beni de güldürmeye çalışırdı. Ama o günden sonra… Ölmüştü artık.”
Elif duydukları karşısında şoka girmişti. Bayılmamak için zor tutuyordu kendini. Bir kâbusun içinde olmayı diledi. Ama değildi. Neler yaşamıştı o adı gibi Narin kızcağız. Nasıl taşımıştı bu yükü? Nasıl bugüne kadar hiç anlatmamıştı? Oysa Elif her fırsatta ona dert yanardı ve Narin’in tesellileriyle rahatlardı. Meğer dert dinleyenin derdi, anlatanın derdinden daha büyük olurmuş. Meğer sırtında dağları taşıyanlar ah bile demezmiş de dert diye elinde bir çuval taşıyanların çığlıkları arşı âlâdan duyulurmuş. Elif şimdi kendi dertleriyle Narin’in dertlerini kıyaslıyordu da…
Devam etti Narin’in annesi “O günden sonra Narin ölmüştü. Ben de öldüm. Bir kaç ay sonra karnının büyüdüğünü fark ettim. O güne kadar hiç aklıma gelmemişti. Ya da aklıma getirmek istememiştim. Karnının büyüdüğünü fark edince hastaneye götürdüm. Gebe dediler. Bunu duyunca kahrolduk belki ama ikimiz de hiç tepki vermedik. Hiç konuşmadık. Çıktık, eve geldik. Akşam adama söyledim. Tutuştu domuz. Tabii bir duyulursa biliyordu başına gelecekleri. Gece apar topar evden çıktık. Başka bir semtten başka bir ev bulmuş nasıl becerdiyse. Birkaç parça eşyayla oraya taşındık. Sıkı sıkı tembihledi bizi. Evden dışarı çıkmak, kimseyle konuşmak yoktu. Çocuk doğunca da sanki benim çocuğum gibi davranacaktık. Bir şartla, dedim adamın gözlerine dik dik bakarak. Onun çaresizliğini görünce bir cesaret gelmişti bana. Bir şartla, dedim. Ne olursa olsun bu kız okuyacak, dedim. Sen okutacaksın, yoksa polise giderim, dedim. Kabul etti uğursuz.
Çocuk doğana kadar kimseyle görüşmedik. Komşulardan gelenler oldu, kapıyı açmadık. Doğum sancıları başlayınca bir taksiyle hastaneye gittik. Dönünce herkese benim çocuğum olduğunu söyledik. Narin’e de öyle söyledim. Sen okuyacaksın. Bu benim çocuğum. Sen oku ve kurtul, dedim. Ama Narin ölmüştü artık. Konuşmadı. Tepki vermedi. Doğumdan birkaç gün sonraydı, çocuğu uyutmuştum, mutfakta yemek yapıyordum. Birden içime bir kurt düştü. Odasına baktım Narin yoktu. İçeri koştum, çocuğun beşiğine baktım, bebek de yoktu. Dışarı çıktım. Sağa sola koşturdum. Yoklardı. Kömürlüğe baktım…” kadın devam edemedi. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Elif kalkıp su getirdi. Kadının perişan hâlini görüyordu ama dinlemek istiyordu devamını. Çünkü biliyordu, hikâyenin devamı açacaktı bütün kilitleri. Bütün sorular o zaman cevaplanacaktı. Kadın suyu içip devam etti “Kömürlükteydiler. Narin’in elinde koca bir taş. Bebek yerde kanlar içinde. Bağırdım. Deliye döndüm. Narin’i tokatladım. N’aptın sen? N’aptın? diye bağırdım. Bakmadı yüzüme. Bakmadı. Yine tek kelime konuşmadı. Benim bağırtıma o kocam olacak şeref*iz geldi. Beni susturdu. Polisi arayacaktım, durdurdu beni. Zorla tuttu. Bu kız okuyacaktı hani, dedi. Polisi ararsan mapus damlarında çürütürsün kızı, dedi. Kızı düşündüğünden değil ya, bu işin ucu kendine dokunacaktı, ondan. Durdum. Aramadım polisi. Gece olunca o evden de taşındık. Bebeği unutmuş gibi yaptık. Narin’i okuttuk. Ama Narin ölmüştü. Ölü Narin’i okuttuk. Hiç konuşmuyordu. Dersleri iyiydi ama. Öğretmenleri bazen okula çağırırdı, derslere katılmıyor, kimseyle konuşmuyor, derlerdi. O öyle, der geçiştirirdim. Yıllar sonra ilk defa senin evine çıkacağı gün konuştu benimle. Sonra o domuzun evde olmadığı zamanlarda ara ara görüştük. O belalı geceden hiç bahsetmedik. Bebeği hiç anmadık. Ama ikimiz de biliyorduk öylesine söylediğimiz her cümlenin altında söylemediklerimiz vardı. Bak, bebeğin bilekliğini saklamasından belli değil mi? Hiç unutmadı. Her ânında o vardı.
İşlediği ikinci cinayete de yine o mendebur sebep oldu. Narin evden ayrıldıktan sonra hiç görmediler birbirlerini. Bu, Narin’e iyi gelmişti. Belki de iyileşiyordu. Ama o mendebur nasıl olduysa bulmuş Narin’i, çıkmış karşısına, öğretmen olmuşsun, maaşın varmış. Bizi de görürsün artık. Seni ben okuttum unutma, diye sıkıştırmış kızı. Narin, onu görünce o geceye dönmüş. O geceyi yaşamış yeniden. Telefonda anlattı bunları bana. Sakinleştirmeye çalıştım ama biliyordum sakinleşmediğini. Birkaç gün sonra, cinayetin olduğu gün eve geldi. Yine hiç konuşmuyordu. Boş boş baktı gözlerime. Anladım. Kötü şeyler olduğunu anladım. Hiç konuşmadan arabasına bindik ve o mağaraya gittik. Onlarca çocuk cesedi. Kafaları paramparça olmuş onlarca çocuk…” kadın son cümlelerini bağırarak söyledi. Artık devam etmeye de takati kalmamıştı, belliydi. “Tamam,” dedi Elif. “Sizi daha fazla zorlamayacağım,” dedi. Tam kalkmaya niyet etmişti ki “Ooo demek sırrımıza bir ortak daha çıktı,” diye bir adam girdi içeri. Şeytan suratından bahsedilen pislik olduğu anlaşılan bir adam. Elif iğrenerek baktı suratına. Tükürmemek için kendini zor tuttu. Çıkmaya yeltendi. Fakat adam müsaade etmedi. Kolundan tutup zorla oturttu. Yüzünü yaklaştırıp iğrenç nefesini Elif’in yüzünde gezdirerek “Aksiyon dolu hikâyemizi bir de benden dinlemeye ne dersin?” dedi.
…
Bir hafta sonra haberlerde, bir evde kafası taşla ezilerek öldürülmüş bir kadın cesedi bulunduğu ve araştırmalar sonucu cesedin; on öğrencisini canice katleden sınıf öğretmeni N.A.nın ev arkadaşı E.D.ye ait olduğu duyuldu.
E.Ecran Çeliksu