Ve Hayat Hiç Durmadı

Yasemin Çakır

(4. resim)

Ve Hayat Hiç Durmadı

Derler ki olacakla öleceğe çare bulunmazmış.

Ya olacak olanla ölecek bir şekilde ilişikse birbirlerine? Çare aramaktansa kabullenmeli mi bize doğrultulan silahı? Tehditi görüp olacaklara teslim mi olmalı, yoksa her zaman bir yerlerde var olan diğer seçeneği mi aramalı, usanmadan? Doğru. Her zaman var olan bir seçenek. Orada olduğunu bilmesek bile. 146 tanesinden biri, etrafımızda bir yerlerde. Mutlaka olmalı öyle değil mi? Aksi takdirde ortada umut diye bir şey kalmazdı. Karanlıklar içinde bir distopyaya mahkûm kalırdık. Belki de halihazırda çaresizce sürüklenilmeye başlanmıştık bile. Bu distopyaya mahkûm muydum bilmiyorum ama belkilerden hükümlü olduğum ortadaydı.

***

Başıma geçen güneşle düşüncelerim iyice allak bullak olmadan evin yolunu tutmak şart oldu. Uzandığım çimlerden doğrulup ağaca dayadığım değneğe uzandım. Az ileride otlamaları için saldığım üç beş koyunu da değnekle eve doğru yönlendirdim. Akıllı hayvanlar. İşlerine gelen şeyleri pek iyi anlıyorlar. Büveleklerden usanmış olsalar gerek. Bugün tek bir sesleniş yetti hepsine yön vermeye. Çarçabuk eve vardık. Koyunları hızla dama kapayıp eve koştum. Kaynanamın laf sokma sanatını daha ne kadar geliştirebileceğini düşününce yüzümde çarpık bir gülümseme belirdi. Gerçi idare ediyordum. Tüm bunlarla başa çıkabildiğimi düşününce bir şekilde daha iyi hissediyordum. Hah! Başka seçeneğim varmış gibi... İyi hissetmesem ne olacaktı sanki? Kaynanamın fitneleriyle eli havada bekleyen kocam mı umursayacaktı beni? Yoksa fıldır fıldır hatamı arayan kaynanam mı? Ah… Doğru. Çoktan bulmuştu ya o bendeki hatayı. Kısırmışım. Öyle diyor gelene gidene. Bunu söylemeyi kendine görev edinmiş. Ama sorsalar kendi kızı gibi görüyor beni. İnsan kızını sürekli zor durumda bırakır mı? Gerçi ben ne bileyim? Hiç analık görmedim ki birinden.

İçeri girdiğimde eşik, bitki, taze ahşap ve hafif nem kokuyordu. Gösteriş meraklısı kaynanam, rahmetli kayınpederimin maaşını evi yenilemeye adamıştı. Neyse ki çiçeklerimi yalvar yakar attırmamayı başarmıştım. Tek tük de olsa sevdiğim şeylere zarar vermeyebiliyordu. İçerisi dışarıdan daha serindi. Derin bir iç çektim. Ocaktaki gitmeden hazırladığım yemeklerin altını açtım. Onlar ısınana kadar sofrayı kurmuştum bile. Yemeğin hazır olduğunu söylediğimde kaynanam söylene söylene odasından çıktı. Elimin ağır oluşundan, açlıktan bayılmak üzere olduğundan bahsedip duruyordu. Konu, sofrayı kaldırmaya geldiğinde tüm iş yine bana bakıyordu. Birkaç dakikanın sonunda yere serili sofra bezini de kaldırıyordum ki konuyu değiştirdi: ‘‘Yukarıköyden İsmail emminin karısıyla kızı gelecek. Bir şeyler hazırla da mahcup etme bizi.’’ Hayrola. Bayram değil, seyran değil. Kaynanama ‘neden?’ diye soracak kadar da merak etmedim doğrusu. Tamam, deyip geçiştirdim.

İkindiye doğru misafirler geldi. Kaynanam, ‘‘gelin kısmı hizmet eder, mutfakları dolaş işleri bitir bizim konuşacaklarımız var’’ deyince de mutfağa çayın yanına yaptığım kekin tepsisini yıkamaya gittim. Çay demlenince bardakları da hazır edip yanlarına gitmeye hak kazandığımda sohbetlerine kulak misafiri oldum. ‘‘Bak kızım biz ananla konuştuk. Sen de rızam var dersen hemen bugün oğluma konuyu açarım. Sen gibi güzel kızı nereden bulacak zaten.’’ Birkaç saniye için dünya ağır, havasız bir örtüyle kaplandı. Ve devam etti kaynanam: ‘‘Artık ben de torunlarımı kucağıma almak istiyorum. Bu hayırsız bir çocuk veremedi kucağımıza. Sen yeter ki he de ben bunu göndermenin bir yolunu bulurum.’’ Sesi, bir gök gürültüsü gibi kafamın içinde yankılandı. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Söylenilen onca aşağılayıcı şeyin ardından içerideki kız sessizliğini koruyup yalnızca tebessüm etti. Kaynanam muradına ermiş bir edayla ‘‘geliiiin çaylar noldu!? Bir çay keyfimiz vardı o da senin ağır aksaklığından boğazımızda kaldı!’’ diye seslendi. Ne bir ileri ne geri gidebildim. Kulaklarımda bir uğultu, kaburgalarımın arasında öyle kötü bir acı vardı ki nefes almakta zorlanıyordum. İkinci çağrıdan sonra daha fazla hayal kırıklığına uğramaya fırsat bulamadan yanlarına gittim. Kadınlar, yüzlerine kondurdukları sahte gülümsemelerle karşıladı beni. Gösterdikleri bu alelade nezaket, arkasında haset ve küstahlığın gizlendiği süsten başka bir şey değildi.

Sesimi çıkaramadım. Çıkarsam da bir şey değişmezdi ya gerçi. Ancak olacakları hızlandırırdı benim sesim. O günün ardındansa gelen bitmek bilmeyen uykusuz bir gece oldu. Uzun uzun düşündüm. Bir şeyler yapmam gerektiğini farkındaydım. En azından bir planımın olması hiçbir şey yapmamamdan daha iyiydi.

İki hafta önce şehirden teyze kızı Birgül gelmişti köye. Son görüşmemizde de üç dört güne gideceğim az bir işim kaldı buralarda demişti. Okumuş etmiş insan. Anlatsam derdimi yardım eder bana diye düşündüm. Akrabalık da mı öldü sonuçta? -Asıl hasım hısımdan olur- derdi rahmetli nenem. Hasım bile olsa en azından alır götürürdü beni bu karanlık evden. Başka da bir şey istemezdim ondan zaten.

Ertesi gün soluğu Birgül’ün yanında aldım. Böyle böyle dedim. Böyleyken böyle oldu. Beni bu yerden uzaklaştırsan yeter bana. Elim ayağım tutuyor çok şükür. Bir işe girerim. Bulurum yapacak bir iş. Duacın olurum n’olursun dedim. Kabul etti. İki gün sonrası için anlaştık. Küçük bir el çantası hazırladım kendime. Zaten kaç parça eşyam vardı ki? Kenara köşeye sütlerden, yağlardan ayırdığım az bir param vardı onları da entarilerin içine koyup çantayı dama sakladım. Kaynanam ölse girmezdi oraya. Zaten oğlu teklifini kabul etmiş olacak ki son günlerde daha fazla hatamı da aramıyordu. O gün son bir kez daha onlara hizmet ettim.

Yolculuk saati yaklaştıkça içim içime sığmıyordu. Yakalanma korkusu bir yandan, hiç görmediğim, bilmediğim bir şehre gitme korkusu diğer yandan sıkıştırıyordu beni.

İki günün sonunda sabahın erken saatlerinde, damı süpüreceğim vakit aldım el çantamı köy yolunda bekleyen Birgül’ün yanına gittim. Köyün içinden geçerken birkaç kişi çevirip bu çanta ne, nereye böyle kız diye sordu. Birgül’e yolluk bir şeyler koydum diye geçiştirdim. Yalan yok gerçekten de yolda yeriz diye bir şeyler hazırlamıştım. Hiihh hele biri vardı ki soranlardan… Kaçıyor musun kız dedi. Allaah dedim çok mu belli ettim acaba. Sonradan anlaşıldı ki şaka yapmaya çalışmış.

Velhasıl sonunda köyün çıkışında bekleyen Birgül’ün yanına, arabaya vardım. Camlar açık son sürat çıktık yola. Sabah esintisi kuş cıvıltılarını beraberinde getirdi. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen pencereden sızan sıcak güneş ışığı gözlerimi aldı. Huzur ne pek bilmezdim ama böyle bir şey olsa gerekti.

Konuşması zor konuları hiç açmadık. Yalnızca önümüzde boylu boyunca uzanan bozkırın keyfini sürüyorduk. Akşamüstü kafamı pencereden dışarı çıkardım. Yukarı baktım. Güneş batıyordu, soluk altın renginde olan kenarı dağlara değmişti bile. Usulca yumdum gözlerimi bir dilek tuttum.

***

Allah razı olsun o gün Birgül bana evini açtı sonraları da bir iş buldu. Birkaç ayın sonunda ev tutacak kadar da param oldu. Bir yandan çalışıp diğer yandan Birgül’ün de desteğiyle okumaya çalıştım. Öğrendikçe her şey daha da büyüdü sanki.

Şimdilerde anlıyorum çocuk sahibi olmanın bir seçim değil, mecburiyet olduğu, at gözlüklerini takmış insanların yaşadığı bir toplumda kadının hamile kalamaması büyük bir sorunmuş. Benim yapacağım herhangi bir şey o dar zihniyetlerine zerre kadar etki etmeyecekmiş zaten. Ne yapsam yaranamayacakmışım onlara. Kaçtığım günden sonra yalnız bir kez haber aldım onlardan. Boşadım kaynanamın biricik oğlunu. Pek sık olmuyormuş böyle davalar öyle diyordu Birgül. Köye dönünce belki evlenmişlerdir tekrar, bilmiyorum. Gerçi hiç sormadım da. Bana onlarla ilgili şeyleri merak etmemeyi öğretmişlerdi ne de olsa.

Birkaç yıl sonra Rabbim öyle birini çıkardı ki karşıma geçmiş tüm önemini yitiriverdi. Hiç görmediğim, bilmediğim kadar güzel sevdi beni. Şimdi iki tane birbirinden hayırlı evladımız var.

Demem o ki ben yalnızca o karanlık distopyaya mahkûm edilmeye çalışılan alelade bir insandım. Fakat sonra kendime geldim. Sınırlarını zorlaması gerekse de kendisine çıkış yolu bulmayı başaran bir kadın oldum. Dünya bir şekilde beni yeniden kucakladı. Ve o zamandan beri de hayat hiç durmadı.