Her Şeye Geç Kalanlar

Hacer Noğman

Kaybolmak sanmışız bunu. Hiç yoktan geldi çiğdeci kuşu. Baktı baktı. Bir kahkaha patlattı. Şaşırdık. Neyin nesiydi diye. Sonra bir çocuk sesi işittik. Çok sonraları bunun, çiğdeci kuşun marifeti olduğunu öğrendik. Sağımıza baktık bir de solumuza. Kimseleri göremedik etrafta. Babaannemizin kırk yılda bir çıkardığı yüzüğünü aldı götürdü çiğdeci. Karbonatla parlatalım dedik. Fena etmişiz, baksana. Hayırlısı dedik. Yapacak bir şey yoktu, çoğu zamanda olduğu gibi. Çiğdeci havalanırken de bir kahkaha patlattı. Patlattı demek ne kadar yerinde bilemedik ama pek bir önemi yok. Babaannemizin yüzüğü gitmiş, kuşun çıkardığı sesten bize ne değil mi? Ah etti vah etti babaannem. Dedemden ona kalan son şey falan da değildi. Neye bu kadar canını sıktığını anlamadık. Para da etmez, öyle bir şeydi. Anlamaya çalıştık onu. İnsanın kaybını anlamaya çalıştık. Yok olmak ne demek babaannemizin gözlerinde görmeye çalıştık. Acır gibi baktık ona. Ölüme bu kadar yaklaşan insanların da acısı taze olabiliyormuş, buna şaşırdık. Teselli etmeye çalıştık. Sonraları bunun gereksiz olduğunu anlayacakken gereksiz değil de, etkisiz olduğunu anladık. Kadın acısında yoğruldu da yoğruldu. Etme babaannem. Bir yüzük ağladığın. Gel alalım daha iyisini, desek de istemedi. Bir başkasında bulamazdı ondaki şeyi. Çok sonraları bunu anladık iç çekişlerinden. Kavruk elinin bir parmağındaki o ince beyaz çizgi zamanla kavruklaştıkça unutur sandık. Günbegün o renk değişimini izledik, babaannemizden bir şeyleri silsin diyerekten. Olmadı. Bunu çok sonraları anladık.

Onu yolcu ederken parmağına bakmak istedik. Rengi hiç değişmemişti sanki fakat bir o kadar da kavruktu. Kimse anlam veremedi bu isteğimize. Bulamadık o yüzüğü. Nasıl arayacağımızı bilemediğimizden. Ah be babaanne. Kaç çiğdeci kuş geçti şu etraftan. Kaç türlü taklit yaptılar. Hiçbirinde alıp bir şeyimizi götürmediler. Ne zaman bir karga geldi masamıza kondu, bir de ağzında bir yüzük gördük, o zaman herkes birbirine baktı. Kimimiz yutkundu bile. Allah’ın hikmeti. Kaç yıl geçti o mevzu üzerinden. Babaannemizi anlamaya çalışmamız yıllarımızı aldı. O yüzüğün babaannemiz için ne ifade ettiğini hiçbir zaman anlayamadık. Birkaç kelama hasret kaldığımız anlardan herhangi birinde bile aklımıza geliyordu. Fakat keşke demeye gayret ediyoruz. Lütfen ama lütfen diyoruz Allah’ım, bize bu mevzunun açıklığını idrak için bir göz açıklığı ver. Senin yardımından başka bir şey nasıl bize yardımcı olabilir. Bunun idrakinde kimi zaman, ama çoğunlukta gafletteyken ve derinden bir keşke derken buluyoruz kendimizi.

Şimdi bu karganın ağzında tuttuğu yüzük de nesi diye tekrarlıyoruz derinlerde. Kuş bırakıp havalanıyor. Kendine yakışan bir ses süzülüyor göğe. Kimse yadırgamıyor, çünkü bu kargadır ve başka nasıl ses çıkarabilir ki, diyoruz sessizce. Masada öylece duran yüzüğü almaya gitmiyor hiçbirimizin eli. Geldi de ne olacak sanki, diyor birimiz. Babaannem olmadıktan sonra, diye ekliyor. Ama dikkatli bakınca o yüzüğün babaannemize ait olmadığını fark ediyoruz. Nihayet birimiz eline alıp inceliyor. Değil, diyor, bu babaannemin değil. İşte o andan sonra mevcut sorulara başkaları ekleniyor. Daha öncekileri cevaplayamamışken yenileri kimimize ağır geliyor. Allah’tan beklediğimiz o göz açıklığını da yakalayamıyoruz. Geldiyse onun bile farkında olamıyoruz. Ne babaannemizin o yüzüğe neden kıymet verdiğini ne de bu yüzüğün kime ait olduğunu anlayabiliyoruz. Ah keşke şu karganın dili olsa da konuşsa. Bu bilmezlikle n’apar insan? Bir şey de yapamıyoruz zaten. Dünyada bir şeyler olurken onları göremiyoruz. tam da şu anda olan şey gibi. Hâlbuki aramızdan biri o yüzüğün babaanneme ait olduğunu fark etmişti ve bizim bunu anlamayışımıza hayıflanıyordu. Bunu ve birçok şeyi.