Tek Kişilik Kısır Tarifi

Emine Ecran Şenel

Bir çay bardağı bulguru -ince bulgur olacak, düğürcük derler bizim buralarda- sıcak suyla ıslatıyoruz. Kısır; yalnız kalınca, arkadaşlarla toplanınca, öğlen, akşamüzeri, akşam… Her hâlükârda yenilebilen, her yere ve her zamana yakışan efsane bir yiyecek. O yüzden sık sık yiyorum. Neyse, ne diyorduk? Bulguru ıslattık mı? O, yumuşaya dursun, bir küçük soğanı ince ince doğradıktan sonra bir miktar yağda kavuruyoruz. Arkada çalan şarkıya eşlik ederken yağ içinde dans eden soğanlar fazla pembeleşmeden salça katıyoruz, salçayı bir miktar suyla açıyoruz. Biraz da öyle kavruladursun. Dilediğimiz yeşilliklerden doğruyoruz. Domates ve salatalık da çok yakışıyor. En çok da domates. En bol da domates. Iııımmm. Mis mis. Biraz acele edelim, ev ahalisi gelmeden kısırımızı yapıp çay eşliğinde keyifle yiyelim. Sebzeleri doğradık, salça ve soğan da kavruldu mu, şimdi kavrulan salça ve soğanı yumuşayan bulgurumuzun üzerine dökelim, sonra tuz, kırmızı biber, karabiber, dilersek isot katıp güzelce bulgura yediriyoruz. Salçanın sıcağıyla ısınan bulgur soğuduktan sonra doğradığımız sebzeleri katıp karıştırıyoruz. Çay da demlenmiştir bu arada, kimse gelmeden afiyetle yiyelim.

Kiminle mi? Kendimle tabii. Ben ve ben. Evet sabahtan beri de kendimle konuşuyorum, ne var? Herkes konuşur kendi kendine. “Hee dooru diyon. Ben de gonuşurum hep,” dedi nerden geldiğini, nasıl geldiğini anlamadığım, şalvarı, penyesi, oyalı yemenisiyle masaya kurulup oturmuş bir köylü güzeli. “Efendim?” “Ben de gonuşurum kendi kendime diyom. İnsan gonuşacak kimse bulamayınca kendiynen gonuşur. Ya da dinleyecek kimse bulamayınca, ya da anlayacak kimse,” dedi. “Kimsin sen?” diye sordum, asıl mesele kim olduğuymuş gibi. Asıl mesele nereden çıktığıydı. Pat diye, nereden çıkmış olabilirdi. Neyse ki o, sorduğum soruyu değil asıl meseleyi açıkladı “Söylesem inanmazsın ya, yine de söyleyim: bulgur paketinin içinden bir bulgur denesi olarak çıktım. Allah’tan sen bardağa boşaltırken sıçradım da kenara düştüm, yoosa ısıcak suynan haşlayacağıdın beni,” diyerek. “Bana da biraz gısır, bi bardak çay goy da anlatıyım başıma gelenleri,” dedi. Eh, n’apalım, inşallah delirmiyorumdur, diyerek servisi yaptım. Tek kişilik kısırıma ortak çıkması pek hoşuma gitmemişti ama misafir bereketiyle gelirmiş, diye teselli ettim kendimi. Oturdum bizim köylü güzelinin karşısına “Ee anlat bakalım. Neler gelmiş başına?” dedim.

Şimdi diyeceksiniz ki nasıl bu kadar çabuk ikna oldun? Hiç mi korkmadın, hiç mi ürkmedin? Bulgurdan insan mı çıkar? Böyle bir anormalliği hemen kabullenmen pek inandırıcı değil, ama sevgili okur, kendisi anormal olan insan her türlü anormalliği çabucak kabullenebilir. Hatta anormalleri normallerden daha çabuk kabullenir.

Her neyse, anlatmaya başladı bizimki. “Ben, yirmi sene önce bi evin bi gızı olarak gelmişim bu zalim dünyaya. Sizin buralarda belki evin tek gızı olmak gıymatlıdır. Bizim oralarda öyle dağal. Daha çocuğken anan kadar iş yapmaya başlarsın. Hamur yoğurursun, bulaşık yursun. Bütün evin işi sana bakar. Bizim evde de öyleydi. Ağam ve anam abilerimden biriyle tarlaya giderdi, öbür abim hayvanları gütmeye giderdi, ben de evin işini yapardım ağşama gadar. Ahırı süpür, bahçeyi süpür, sula, evi süpür, sil, yemek hazırla. Ağşam onlar gelir, ayaklarını uzatır dinlenirdi, ben yine dinlenemez, bu sefer de yatana gadar onlara hizmet ederdim. Bi günden bi güne bi teşekkür duymadım heç birinden, hadi teşekkürü geçtim itip kakmayalardı ona da razıydım. Anam etlerimi çimdikleye çimdikleye, kafama vura vura, hakaret ede ede öğretti bütün işleri. Ağabeylerim gözümü açtırmazdı, ağızları yumuş doluydu, iki dakka otursam biri su ister, öbürü meyve isterdi. Ev işinden başka bişey yaptırmazlardı. Bi kere bizim gonşu gızı Güllüynen gelincik toplamak için dağa çıktıydık da senin gız başına dağda ne işin var, diye ağzımı burnumu gırdılardı. Babam desen, bi kere yavrum, gızım demedi. Eve gelince selam verirdi başka da muhatap olmazdı benle. Gerçi o, kimseyle çok gonuşmazdı ya neyse. Ama ben gızıydım insan bir kere olsun nassın gızım, bi derdin var mı, demez mi? Ya da eline sağlık güzel olmuş, demez mi? Demezdi. Demedi…”

O anlatırken bir taraftan ah bee, haklısın, diyor, bir taraftan da kendi hayatımı sorguluyordum. Çok da bir farkımız yoktu aslında. Annem, ben liseyi bitirene kadar evlenmek için gerekli bütün sistemi yüklemişti bana; Yemek yapmak, dantel örmek, ev temizlemek, misafirliğe gittiğin yerlerde hizmet etmek… E tabii öyle olunca erkenden istemeye gelmişlerdi beni. Annem de ilk gelene verdi, babasız kız için en doğru olan buymuş. Babam ölmeseymiş okuturmuş beni ama öldüğü için evlenmem gerekmiş. Bir gün bir arkadaşına “Ben kadın başımla nasıl koşturuyum genç kızın peşinde?” derken duymuştum. İtiraz edemedim. Liseyi bitirdiğim gün düğünüm vardı, karnemi almaya bile gidemedim. Evlendikten sonra da akşama kadar çamaşır, bulaşık, çocuklar, yemek… Akşamdan sonra okuldan dönen çocuklarım ve işten dönen eşim çok yorgun oldukları için ayaklarını uzatıp dinlenirler, ben, yatana kadar yine onlara hizmet ederim. On yıldır bu, böyle. Bu yüzden farkımız yok sayılırdı köylü güzeliyle.

Anlatmaya devam etti “Ben yine de kendimi eğlendirecek bir şeyler bulurdum. Onlar gidince kendime özel gaavaltı hazırlardım. Yuka ekmek, taze peynir, yeşil soğan, çay… oohh mis. Öğlenleyin de gısır yapar yerdim. En böyük zevkim bunlardı. Mutlu olurdum gendimle vakit geçirmekten. Arkadaşın yoh muydu, dersen Güllüynen dağa gittiğimiz günden beri kimseynen görüştürmüyolardı beni. Günler böyle geçiyordu işte. Bir gün anam tarladan erken döndü. Tam gısır yapmış afiyetnen yiyorken. Sen işleri bitirdin mi de gısır yiyon gız gısır olasıca, diye geldi. Noldu ana, dedim. Ağşama misafir gelecek, bi kaz kes, kazlı pilov yapak, dedi. Kazlı pilavı özel misafirlerimize yapardık. Dedim, ana kim geliyo ki? Emmingil gelecek. Seni emmiyin oğlu Sülo’ya isteyecekler, sakın yok deyim, deme. Valla abingil ümüğünü sıkar. Ağan da bi daha yüzüne bakmaz, dedi. Nefesim kesildi, yüreğim sıkıldı, başımdan gaynar sular boşaldı. Bıçağı aldım elime, bahçeye gittim kazlardan birini yakaladım, dayadım bıçağı boğazına, bir çırpıda kestim. Hayatın tüm hıncını ondan alırcasına. Emmimin oğlunu hiç sevmezdim. Sümüklünün biriydi. Hem sümüklü hem sümsük. Sümüklü olduğu gibi beceriksizdi de. Hiç bi iş bilmezdi. Vara vara ona mı varacağdım? Yemenimin ucuyla gözyaşlarımı sile sile, hıçkıra hıçkıra anamla ağşam yemeğini hazırladık…”

Akşam yemeği deyince benim de akşama yemeğimin olmadığı geldi aklıma. Saate baktım, beş olmuştu. Ne ara bu kadar geçmişti zaman, anlamadım. Bizimkiler en geç bir saate damlarlar, diye yemek yapmak için kalktım. Köylü güzeli de bana yardım etmek için kalktı. Acaba, dedim içimden. Acaba bilinçaltımın bir oyunu mu bu? Gerçek olması imkânsızdı çünkü. Bir süre baştan ayağa süzdüm onu. Okuduğum kitabı düşündüm, böyle bir karakter yoktu. Karıştırdığım dergilerdeki hikâyeleri düşündüm, böyle bir hikâye okumamıştım. Beynim nerden uydurabilirdi ki böyle bir karakteri? Basbayağı gerçekti işte. “Ne bakıyon bacım, yemek yetişmeyecek,” demesiyle kendime geldim. “Bu saatten sonra ancak makarna yaparım zaten. Sen yemeği boş ver, anlat,” dedim.

“İşte ağşama gadar ağladım. Yemeği de hazır ettik bu arada. Ağşam hep birlikte oturup zıkkımlandılar. Haram olsun inşallah. Sümüklü Sülo ikide bir kafasını kaldırıp bana bakıyo, bıyığının kenarından pis pis gülüyodu. Sinirim tepeme çıktı…” Anlattığı sahneyi gözümde canlandırınca komik geldi “Niye sümüklü deyip duruyorsun çocuğa?” diye sordum gülerek. “Çocuğken sümüklüydü çünkü. Ağzına kadar akardı sümüğü de bi siliyim demezdi pis. Büyüyünce geçti ama adı kaldı işte. Ne diyodum? Hah. Yemekten sonra ben sofrayı toplayıp mutfağa geçtim. Bulaşıkları yıkarken anam geldi. Emmin istemeyi yaptı, ağan seni verdi. Git ellerini öp, dedi. Bana bi cesaret geldi. Deli cesareti mi artık neyse, öpmem, dedim. Ben o sümüklüye, o sümsüğe varmam, dedim. Anam yine etimi çimdikledi sus gız, duyacaklar, dedi. Duyarlarsa duysunlar, dedim. Biz gecikince ağabeylerimden biri geldi. Nörüyonuz, herkes sizi bekliyo. Gelsene gız, dedi. Gelmem, dedim. Ağabeyim sinirlendi. Elini kaldırdı tam vuracağıdı ki ağam geldi. Noluyo lan, dedi. Ağabeyim gelmezmiş hanımefendi, dedi. Bu sefer ağam da sinirlendi. Ne demek gız gelmem, ne demek? diye tokatı yapıştırdı suratıma. Ağlamaya başladım. Beni ona verme ağam nolur, diye yalvardım. Bu sefer tekme tokat daldı bana. Ağabeyimle anam zor tuttular. İçeride misafir var, diye. O dayağın üstüne mecbur toparlandım, salya sümük gidip ellerini öptüm. Eh anlamışlardır onu istemediğimi ama ses etmediler. Gönülsüz de olsam alacaklardı beni zahar…”

O sırada kapı çaldı, birden heyecanlandım. Şimdi bu köylü kızını ne yapacaktım. Saklasam nereye saklayayım, saklamasam nasıl açıklayayım, diye düşünürken köylü güzeli “Dur bacım dur. Gorkma. Ben şimdi yeniden bulgura dönüşürüm. Sen beni bir tabağın içine goy, sakla. Yarın yine gısır yer, gonuşuruk,” dedi ve bulgura dönüştü. Hemen bir tabağın içine koyup dolabın en üstüne kaldırdım. Kapıyı açtım, çok bekledikleri için eşim kızdı, lavabodaydım diye yalan söyledim. O geceyi nasıl geçirdim bir ben, bir Allah bilir. İkide bir dolabın üstündeki tabağın içindeki bulguru kontrol ettim. Dalgınlıktan her şeyin yerini karıştırdım. Eşimin söylediklerinin, çocukların anlattıklarının hiç birini anlamadım. Sabaha kadar gözümü kırpmadım. Sabah kahvaltılarını hazırlayıp eşimi işe, çocukları okula yolcu ettikten sonra bulguru alıp “Köylü güzeli, gelebilirsin,” dedim. Gözlerimin önünde bulgur tanesi kıza dönüştü. Bir tarafım hâlâ inanmıyordu. Ama dönüştü işte, gözlerimin önünde dönüştü. Benim kadar gerçekti. “Malzemeleri ver de bugün de ben yapıyım gısırı. Seninki bek datsız duzsuz olmuştu. Ben yapıyım da sen barnaklarını ye. Yine tek kişilik yapıyım. İkimize yeter,” dedi. Ben “Tamam. Yaparken de hikâyenin geri kalanını anlat,” dedim. “Hee anlatıyım. Nerde galdıydık. Ben ellerini öptüm. Herkes memnun ve mesut ben sinirli ve mutsuz, öylece ayrıldık. Misafirler gittikten sonra bizim evde cenaze evi sessizliği vardı. Kimse kimseynen gonuşmadı. Herkes sessizce yataklarına geçti. Ben hersimden uyuyamadım. Ağşam yemek de yemediğimden midem gazındı. Kalktım. Herkes horul horul uyurken mutfakta kendime gısır yaptım. Bah sana da şimdi tarifini veriyim. Sen salçayı çoh goyuyon, bir bardak bulgura şu gadar yeter. Duzunu az atıyon, bah ben bu gadar gorum, tam olur. Nar ekşisi yok mu? Bolca nar ekşisi sıkacan ki dat gelecek gısıra. Bizim köyde el yapımı vardı, bileydim sana da getirirdim diyecem de getiremezdim. Neyse, konuya dönelim, o gece ben gısırı yaptım, bol domatesli. Domatesli gısır güzel olur. Neyse, işte gısırı yerken bi ağıt duttu beni. Ama nasıl? Gözyaşlarım tabağa akıyo, ben gısırı yemeye devam ediyom. Sanki yürek yangınımı gısır söndürecek gibi hissediyodum. Yedikçe yiyom, ağladıkça ağlıyom. O arada bi bulgur denesi boğazıma gaçtı. Öğsür Allah öğsür. Galkıp su da alamıyom. Bizimkiler de ölüm uykusuna yatmış gibi duymadılar beni. Öğsürürken Hıııhhh diye nefesim içime gaçtı. Ne olduysa o zaman oldu. Gendimi binlerce bulgurun içinde buldum. Önce rüya sandım. Her gün gısır yediğimden rüyamda bulgur görüyom sandım. Sonra hiç uyanmayınca etrafımdaki bulgurları dağıtıp öne doğru ilerledim. Sonra yüzüm bi poşete çarptı. Etrafa baktım gocaman bi markette olduğumu anladım. İnsanlar dev gibiydi. Arkamda, sağımda, solumda bulgurlar vardı. İki gız geldi rafın önüne, telefonlarını çıkarıp fotoğraf çekindiler. İşte ben de orada anladım bulgura dönüştüğümü. Gızın telefonunda gendimi gördüm. Bulgur hâlimi. Sonra işte sen geldin. Beni alıp evine getirdin. Gaç gündür de paketi açmanı bekliyodum,” dedi. “Peki insana dönüşmeyi nasıl beceriyorsun ya da tekrar bulgura dönüşmeyi?” diye sordum gördüklerine ve duyduklarına inanmayan tarafım, gerçekten şimdi tek sorun bu mu, dese de. “Haa o mu? Valla onu da gendi gendime keşfettim. Bulgur boğazıma gaçtığında hıııhh’ladığım gibi yapınca dönüşüveriyom,” dedi.

Tabağıma koyduğu kısırı uzatarak “İçine kimyon da goydum. Bak bakalım kiminki daha gözel,” dedi. Ben gülümseyerek tabağı alırken olanlara inanmayan tarafımı ikna etmek için telefonumu çıkardım, köylü güzeliyle selfie çekinip komşum Gülizar’a gönderdim. Gülizar hemen çevrim içi oldu ve yazdı “Tek kişilik kısır tarifi göndermişsin. Kısır mı yiyoruz? Geliyorum.” İki dakika sonra kapı çaldı. Gülizar geldi, köylü güzeli yok oldu. Gülizar kısırdan bir kaşık aldı ve “Ayy bu diğerlerinden güzel olmuş. Ne kattın? Kimyon mu?” dedi.

E.Ecran Çeliksu