Tek Kişilik Kısır Tarifi

Tuğçe Asiye Ballı

Bu haftaki öykünüzün başlığı: "Tek Kişilik Kısır Tarifi"

*Ek zorluk kullanılmamıştır.

Tek Kişilik Kısır Tarifi

Acemi birliğinde o kadar bunalmıştı ki dağıtım haberi geldiğinde aklındaki ilk şey ya şoför olduğunu ya da aşçı yardımcısı olduğunu söyleyip askerliğini rahat geçirmekti.

Usta birliğine vardığında tırnaklarını yememek için kendini zor tutarak sıraya girdi. Binaya baktı. Hava 40 derece olmasına rağmen içi buz kesti. Küçükken askeriyelerin önünden geçerken nöbet tutan askerlere el salladığında ya da selam verdiğinde binalar hiç böyle soğuk gelmiyordu. Hatta ortaokuldayken asker olacağım diye tutturmuştu. Ta ki lisede bileğine platin takılana kadar… İyi ki düşmüşüm de sakatlanmışım diye düşünmeden edemiyordu şimdi.

Arkası epey kalabalıktı ama kendi sırası hemen gelmişti. Elindeki kâğıdı ve kimliğini uzattı. Asker bir şeyler karaladı. Kerim, acemi birliğindeki botların kenarlarının patladığını söyleyince depoya yönlendirdi. Depoda da sıra vardı. “İnşallah acemi birliğindeki gibi büyük gelmezler,” diye mırıldandı. Arkasındaki ses “Botları bilerek mi patlattın kardeş?” dedi. Dönüp baktı. İnce uzun, kara yağız bir delikanlıydı. “Ben Birol,” diyerek elini uzattı. Gülümsüyordu. Bir an morali az da olsa düzelir gibi oldu, kamburunu düzeltti. “Kerim ben de…” deyip uzatılan eli samimice sıktı.

Birol’la yatakları çok uzaktı ama aynı koğuştalardı. Sevinmişlerdi. Hemşehri olmasalar da çabuk kaynaşmışlardı. Nöbetçi astsubayın koğuşları dolaştığını anlayınca tozlanmış gibi üzerlerini silkelediler. Astsubay tüm ciddiyetiyle koğuşa girdi.

“Hoş geldiniz, heyecan var mı heyecan?” dedi alaylı ses tonuyla. “Hanginiz ne iş yapar bakalım?”

Kerim aniden gelen bu soru karşısında afalladı. Subay ısrarla ikisinden cevap bekler gibi bakıyordu. “Ben aşçı yardımcılığı yaptım komutanım epey bir süre,” deyiverdi. Epey dediği de 4-5 ay arkadaşının kafesinde çalışmıştı ve aşçı yardımcılığı dışında ne varsa yapmıştı. Paketleme, garsonluk, temizlik…

“İyi iyi. Ev yemekleri mi?”

“Evet komutanım.”

Astsubay uzun uzun başını salladı. Gözlerinden görüşürüz seninle diye bir anlam çıkarılabilirdi ama Kerim düşünmemeyi tercih etti.

Astsubay gidince Birol’la konuşmaya devam ettiler. Sohbet tatlıydı ama yoldan geldikleri için yorgunlardı, erkenden yataklarına geçtiler.

Kerim mercimek çorbasının, pilavın nasıl yapıldığını düşüne düşüne uyuyakaldı. Sanki ne soracaklarını biliyormuş gibi…

Sabah ezanıyla uyandı. Yatağında doğrulup dua etti. Bir yandan da utanıyordu, aşçı yardımcısı olacak bir deneyimi yoktu ve yalan söylemişti. Ama Allah merhametliydi, çıkmazda olan kuluna yardım ederdi. Öyle ya…

Birol’la kahvaltı etmeye geçerken “Ben niye aşçı yardımcılığı yaptığımı söyledim valla pişmanım, pek bir şey bilmediğimi öğrenirlerse tokat manyağı yaparlar beni,” dedi.

“Yalan mı söyledin?”

“Yok yalan değil, ucundan yapmışlığım var aslında.”

“Aslına bakarsan ben de biraz yalan söyledim. Bilgisayardan anlıyorum ama bilgisayarcıda çalışmadım hiç.”

“Biraz mı? Oğlum düpedüz yalan söylemişsin.”

“Of ne bileyim, dedim işte.”

İnanılmaz acıkmışlardı. Birol “İnşallah düzgün bir şeyler vardır,” dedi yemek salonuna girerken.

“Ben ne olursa yerim şu an ölüyorum acımdan.”

Kahvaltıdan sonra sağda solda bir tur atalım dediler. Üst dönemden askerlerin içtimalarını uzaktan izlediler.

Dünkü nöbetçi astsubayla karşılaştılar.

“Ha, sen, neydi adın?”

“Kerim komutanım.”

“Bölük komutanıyla görüşceksin yürü bakalım.”

Kerim, Birol’a bakamadan astsubayın ardından yürüyüverdi.

Komutanın odasına girince sesi çıkmazsa diye endişeliydi. Ne zaman heyecanlansa öyle olurdu çünkü. Odaya girdi, selam verip adını ve memleketini söyledi. Sesi çıkmıştı neyse ki.

Komutan pembe yanaklı, hafif tombul, iri yarı bir adamdı.

“Asker, aşçı yardımcılığı yapmışsın. Ne pişirmeyi bilirsin mesela?”

Kerim donup kalmıştı. Kaç kez bu sahneyi hayal etmişti ama yok, ağzını açamıyordu.

“Sadece yardım etmemişsindir herhalde. Hiç mi bir şey öğrenmedin? Patates soğan soydum deme pataklarım.”

“Komutanım. Pilav pişirirdim. Mercimek çorbası bir de. Şey ustamın dediklerini yapardım. Bazı incelikleri öğretirdi.”

“Kısır yapmayı bilir misin?”

Kerim dikkatini toparlayamıyordu. Gözleri arkadaki evraklara, karşısındaki duvarda asılı belgelere takılıyordu. Zihni hiçbir cevap vermiyordu.

Komutan masaya yaslanıp kaşlarını çatarak sordu:

“Kısır? Bulgurla yapılan?”

“Bilirim komutanım ama tutturmak zordur.” Annesinin bazen kuru bazen ıslak yaptığı için kendi kendine “şu kısırı tutturmak da ne zor” dediğini hatırlamıştı.

“Heh iyi. Senden tek kişilik bir kısır yapmanı istiyorum. Hadi mutfağa. Bakalım becerebilecek misin? Ona göre seni mutfağa alıcam.”

Bulgurdan sonrası yoktu Kerim’de. Büyük çanak içinde kısırı gözlerinin önüne getiriyor, kendi tabağına kaşık kaşık dolduğunu da görüyor ama içinde ne olduğunu bilmiyor gibiydi.

Komutanın odasından çıktı. Saçmalık diye mırıldandı. İstenen saçmaydı ama kendisine daha çok kızmıştı. Hızlı adımlarda binadan çıktı. Birol’u buldu.

“Oğlum kısır nasıl yapılıyor biliyon mu? Beynim durdu ya! Komutan kısır istiyor. Mutfağa gidicem hemen.”

“Biliyorum tabii,” deyip hızlı bir tarif verdi Birol.

“Şaşırma günüm herhalde bugün. Nereden öğrendin, annenden filan mı?”

“Üniversiteyken öğrenmiştim. Hadi hadi oyalanma. Söylediklerimi unutma.”

Kerim mutfağa geçti ama kendine sayıp sövmekten Birol’un söylediklerini sıraya sokamıyordu. Mutfakta birkaç asker patates soğan soyarken üç aşçı önlüklü adam harıl harıl çalışıyorlardı. Bir tanesi koca tencerenin başında göbeğine rağmen çevik hareketlerle kepçe sallıyordu. Onun yanına yaklaşmayı tercih etti.

“Kolay gelsin usta. Komutan benden kısır istedi. Bir kişilik kısır yapacakmışım.”

“Sen de mi Brütüs hahaha!”

Bu işte bir bit yeniği olduğunu biliyordu. Komutan alay ediyordu besbelli. Ne yapacaktı tek kişilik kısırı?

“Geç bakalım. Orada malzemeler var bak. Gereken bir şey olunca şu çocuğa söyle sana gösterir. Hadi önlüğü de giy başla işe.”

Nasıl yani? Ciddi ciddi yapacaktı o zaman.

Sessizce büyük beyaz tezgâhın olduğu tarafa geçti. Bir tava aldı, bir kesme tahtası, bir bıçak. Yavaş hareketlerle önünü doldurmaya başladı. Hızlanmak istiyordu ama bir türlü olmuyordu.

Dünkü nöbetçi subayın sesi duyuldu:

“Hadi hadi! Oyalanma! Komutan aç! Seni bekliyor!”

Üç tane aşçı var. Adamlar bu işin kurdudur be! 600 kişilik yemek yapıyorlar. Daha dün gelen askerden gelecek yemeği mi bekliyor komutan? Hem de kısır! Hepiniz manyaksınız hepiniz!

“Peki komutanım.”

Annesini arayıp ağlayarak anlatmak istedi. Hem de sorardı püf noktalarını. Gerçi Birol anlatmıştı ama emin olamıyordu hatırladıklarından. Amaaaan kötü olursa ne yapacaklar, asacaklar mı ulan beni! Paşa paşa sürünürüm yerlerde!

Biraz gaza getirmişti kendini. Bir çay bardağı bulguru sıcak suda bıraktı. Şişecek demişti Birol. Bir soğanı, bir kaşık salçayı bol yağda kavurdu. Şişen bulgura ekledi. Maydanoz ve taze soğanları kesmeye başladı. Sıcak sıcakken atma yeşillikleri, demişti Birol. Bulgurun soğuması için limon suyu ve nar ekşisi ekledi. Sıra yeşilliklere gelince büyük mü kestim acaba diye düşündü. Biraz önce düşündükleri aklına gelince aman be büyükse büyük, dedi. Tuz ve pul biberi de ekleyince ustanın yanına gitti.

“Usta ben kısırı yaptım neye koyup götürmem gerek?”

“Al şu kabı.”

“Usta sen tadına baksan keşke…”

“Yok ben karışmam hahaha.”

Hasbinallah, dedi içinden Kerim. Kendisi tadına bakmayı akıl etmeden elinde kapaklı kaseyle mutfaktan çıktı. Önlüğünü çıkarmayı unutmuştu. Komutanın odasına girecekken fark edip çıkardı. Kapının dışındaki sandalyeye bıraktı. Kapıyı tıklattı. Gel sesiyle içeri girdi. Masaya kaseyi bırakıp selam verdi.

İçinden sanki masterchefteyiz yav, diyerek dişlerini sıkıyordu.

Komutan bir kaşık aldı. Bir kaşık daha. Sonra bir kaşık daha. Komutan konuşmadan ve hiçbir şey belli etmeden yavaş yavaş yiyordu. Tiksiniyor gibiydi de beğeniyor gibiydi de… O yedikçe umutlanıyor, umutlandıkça da korkuyordu Kerim.

“Aferin. Hadi mutfağa. Bundan sonra mutfaktasın. Pazartesi Perşembe kısırımı hazır edersin. Ben sulu yemek yemem. O yüzden bana arada bir şeyler yapmanı isteyeceğim. Ustalar bol yapmaya alışmış böyle az şeyleri beceremiyorlar.”

İçinden Allah kahretsin, dışından “Emredersiniz komutanım!” diyerek odadan ayrıldı.