Henüz yaşımız çantamızı karıştırırken ilaç sesleri çıkmayacak kadar genç. Fakat isimleri karıştıracak kadar yaşlıyız da. Simalara başka başka insanlar yerleştiriyoruz. Hiçbir şey yokmuş gibi başka bir insanın yaşanmışlıklarını daha başka bir insanın sırtına yükleyip ona sen diyoruz. Sen, ey kutlu kimse! Hangi sanatla uğraşıyorsan işte! Kitabının kapağına baktığımızda karşımızda beliren simana bir başkasının adını kondururken nasıl da ustaca yapıyoruz bunu, bize iyi bak! Ve hemen sonra kapağın bir yerinde ismini gördüğümüzde zihnimizin arkalarında bir yerinde yapbozun tamamlanmışlığına benzer bir ferahlığın içimize oturduğunu bil, bilmelisin! Çünkü burada hiçbir şey yokmuş gibi kısırımızı yerken bunda bizim herhangi bir suçluluk payımız olamaz. Bir bakıma genciz bir bakıma yaşlı. Biz her zaman hoş görülmeye layığız.
Hiddeti bırakmalıyız diye mırıldandık. Sanki elle tutulur bir şeymiş gibi. Öyle de rahat bıraktık. Sanki elle tutulur bir şeymiş gibi. Hiddeti bırakalım ve ıslatalım bulguru. Her zamanki kısırımızdan yapalım. Normalde nasıl yapıyor idiysek. Güneşin doğudan doğduğu zamanlardaki gibi. Sonra oturup yemeye koyulalım. Acısı az olmuş diye ekleyelim. Belki limon. Biraz da tuz. Onu da az koymuşuz. Dengesizliğimiz de normaldeki gibi olsun. Sonra isimlerini yüzleriyle bağdaştıramadığımız kişilerle karşılıklı oturalım. Birer çay fena olmaz. Nasıl havalar orada diye soralım. İsmini sormaktan çekineceğimiz bir isimdir karşımızdaki. Çünkü nasıl unutabiliriz ismini? Peki yüzüne başka bir ismi yakıştırmamızı anlayacak mı diye tedirgin hâllerimizi saklamaya çalışmamız. Aman aman bir çay daha almaz mısınız? Çok kuru olmadı değil mi kısır? Afiyet olsun. Evet, çay her şeyin yanına yakışıyor değil mi? Daha daha nasılsınız, havalar nasıl oralarda? Yirmi dokuz harf nasıl bir araya gelir de fısıldayamaz bu zatın ismini diye sorgularız. Tedirginliğimizi birbirimizden bile saklarız. Muhabbeti çok tatlı bir rüzgâr gibi doldurur mahalli. Yüzünüze bakınca ne mi görürüz? Zamansız bir soru yıldırım hızıyla düşer zamanın avucuna. Şaşkınlıkla birbirimize bakmak isteriz fakat hiçbirimiz gözlerini ondan ayıramaz. Bir isim gelir birimizin aklına. Bir fotoğraf makinesinin filmini çıkarmışız da üzerindeki türlü simaları o isme yakıştırmaya çalışır gibiyizdir. O soru tekrarlanır. Yüzüne bakınca ne mi görürüz? Bir başkamız onun yüzünde gördüğünü gözlerinde göreceğiz diye korkuyla kapar gözlerini. O günden sonra açmaz. Bir başkamızsa kısırına eklememizi ister mi diye sorar.
Bunca kısırı niçin yaptınız? Efendi, biz başka ölçüyle kısır yapmayı bilmeyiz. Vakit oydu ki kısır yapmayı öğrendiğimizde bu kısır hepimize yeterdi. Zaman geldi, herkes göçünce bildiğimizle ve bildiğimizde kaldık. Bunu tek kişilik kısır niyetine yeriz. Sorana da öyle deriz. Kısırı, o bizden olanlar varkenki ölçüyle yaparız. Yeşilliğini öyle ayarlarız. Nasıl olur da vefasızlık edebiliriz onlara efendi? Siz oranın havalarından bahsedin lütfen.
Rica ederim yüzümüze bakıp bize bir isim yakıştırmaya kalkışmayın. Onlarcabinlerce isim bulabilirsiniz. Bunun ehemmiyeti sandığınızdan daha az. Bizler, bize bakıldığında hatırlanan yahut tahayyül edilen isimlerle beraberiz. Havalar iyidir oralarda. Bize birbirimizin adıyla hitap etseniz dahi kırılmayız. Kırılacak konumda değiliz. Sahi, bu kısırın hepsini bitirebilecek misiniz? Kaç kişilik bu kısır?
Birazını ben yerim, birazını öteki ben, birazını da şu ben. Bitiririz merak etmeyin, tek kişilik bu kısır.