Ademoğullarından özür dileyerek…
Kırmızı Başlıklı Asena
Dünya
Bir sabah dünyalı erkekler kadınsız bir güne açtılar gözlerini. Kimi adamlar evlendikleri günden bu güne kadar izinsiz komşuya bile göndermediği karısını evde bulamıyor, kimisi gözlerinden bile sakındıkları kızlarına ulaşamıyor, karı dırdırı çekmemek için evine olabildiğince az uğrayan fakat her uğradığında karısının evde olduğunu bilen kimileri karısını evde göremiyor, annesinin kötü yola düşecek korkusuyla ikide bir açtığı telefonlardan sıkılan kimi delikanlılar aradığı annesine ulaşamıyordu. Kayıp ihbarları yüzünden hatlar kilitlenmiş, karakolların kapıları aşınmıştı. Adamlar, son dakika haberlerinden öğrendiler, tüm dünyadaki kadınların aynı anda yok olduğunu.
Dantella
Bir sabah dünyanın tüm kadınları daha önce hiç görmedikleri büyük bir şatoda açtılar gözlerini. Ne olduğunu, nasıl geldiklerini anlamaya çalışırlarken gür bir kadın sesi duyuldu. Kadın “Hanımlar! Ben, Hünkârımız Kırmızı Başlıklı Asena Hazretlerinin başveziresiyim. Zatı âlileri şimdi teşrif edecekler ve mübarek fem-i şeriflerinden dökülecek kelimelerle sizleri bilgilendirecekler. Sizden ricam kendilerini can kulağıyla dinlemeniz, sözünü kesmemeniz, sesinizi sesinin üzerine çıkarmamanız ve hürmette kusur etmemenizdir,” dedi. Hangi dilde konuşuyordu, sesi nasıl bu koca salonun her yerinden duyuluyordu bilinmez ama bütün kadınlar anlıyordu söylenenleri. Sözünü bitirir bitirmez bulundukları salonun kocaman kapısı açıldı ve başındaki taç desen taç değil, şapka desen şapka değil, başörtüsü desen başörtüsü değil sanki hepsinin karışımı bir kırmızı başlıkla, üzerindeki mücevherli elbisesi ve peleriniyle Kırmızı Başlıklı Asena göründü. İri yarı, yemyeşil gözlü, kocaman ağızlı, fındık burunlu, elli elli beş yaşlarında çok heybetli bir hanımdı.
Dünya
Son yıllarda başlarına gelmeyen felaket kalmamış insanoğlu, beklenmeyen bu olay karşısında ne yapacaklarını, ne düşüneceklerini, ne söyleyeceklerini, bir şey yapmaları, düşünmeleri, söylemeleri gerekip gerekmediğini bilemediler.
Söz sahibi adamlar konu hakkında farklı farklı tezler yürütüyorlardı. Her ülkenin bilim adamları başka bir ülkeyi suçluyor; o ülkelerin atmosfere saldıkları tehlikeli bir gazın narin bedenli kadınları erittiği gibi iddialarda bulunuyorlar, ilim adamları tarihte de buna benzer yok oluşların gerçekleştiğini fakat bu kadar büyüğünün ilk defa yaşandığını anlatıyorlar, din adamlarının kimisi erkeklerin ellerindeki nimetlere şükretmedikleri için Allah’ın, onların elinden bu nimeti aldığını, kimileri de Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize yeni bir halk getirir, ayeti gereğince Allah’ın kadınları yok ettiğini, erkeklerin daha iyi kul olması hasebiyle dünyayı onlara bıraktığını anlatıyorlardı.
İlk günler biraz afallayıp bocalayan erkekler sonradan çok rahatladıklarını düşündüler. Çoraplarını istedikleri yere fırlattılar, diş macunlarını ortasından sıktılar, bulaşıklarını yıkamadılar, kirlilerini kirli sepetine atmadılar, eve istedikleri saatte geldiler, istedikleri saatte evden gittiler, günlerce futbol oynadılar, izlediler, kapalı alanlarda sigara içtiler ve küllük kullanmadılar, günlerce diledikleri gibi yaşadılar. Rahatlarına diyecek yoktu.
Fakat günler sonra sokaklar bile çorap kokmaya başlayınca, her gün hazır yemek adamların hem midelerine hem ceplerine dokununca, futbol maçları artık tekmeli tokatlı kavgalara dönüşünce, biriken bulaşıklar kurtlanınca, koltuk takımlarının dökülen sigara küllerinden dolayı yer yer yandığı fark edilince, iş yerinde sinirlenilip sinir çıkaracak kimseler bulunamayınca, küçük hükümdarlıklarında koydukları sert kuralları uygulatarak kendilerini küçük birer tanrıcık gibi hissettirecek kimse olmadığı anlaşılınca işler değişti, moraller çöktü, depresyon baş gösterdi.
Dantella
Kırmızı Başlıklı Asena tahtına çıktı, oturdu. Bir süre iri ve yeşil gözleriyle dünya kadınlarını süzdükten sonra “Benim çilekeş bacılarım,” diye söze başladı fakat ağzı hiç hareket etmiyor, gözleriyle konuşuyordu “Oturun hele. Anlatacaklarım uzun, dertlerim derindir,” dedi. Kadınlar oldukları yere bağdaş kurup oturdular. O sırada hizmetçi erkekler içleri çeşitli meyvelerle dolu kâseler getirdi kadınlara. Asena devam etti “Bundan nice yıllar önce kocam olacak adam çobanken evlendik. Bir günden bir güne of demedim, ah demedim. Her işine koşturdum, hürmette kusur etmedim. Çoban olsan da sen benim ağamsın dedim. Sekiz erkek evlat verdim kucağına. Yemedim yedirdim, giymedim, giydirdim. On yılda bir entari ancak değiştirdim, kazandığı paraya elimi sürmedim, birikim yaptırdım. Biriktire biriktire bizim çobanı zengin bir ağa yaptım, oğullarını da ağa oğlu. Yaptım da n’oldu. Bir günden bir güne Allah razı olsun, demediler, değer, kıymet vermediler. O da yetmezmiş gibi bir de üstüme kuma getirdi pabucumun ağası.” Bunu duyan kadınlar hep bir ağızdan Asena’nın kocasına küfürler, beddualar ettiler. Gözleriyle anlatmaya devam etti Asena “Komşu köyden daha on beşinde körpecik bir fidanı getirdi kuma diye. Getirdi ya bana ettiği gibi ona da zulüm ediyordu. İnsan bazen kendi içinde olduğu durumu göremez de başkalarınınkini iyi görür. Kör olası, kızı itip kaktıkça, hakaretler, küfürler savurdukça içim yandı. Daha doğrusu içimin yangınını fark ettim. İlk o zaman âh ettim. Geçen yıllarıma, fedakârlıklarıma, ezilişlerime, görülmeyişlerime, yok sayılmalarıma ah’ladım. Ah ettiğim günün akşamı kolu alçıda geldi bizim kör olası. Köy meydanında yürürken milletin gözü önünde düşmüş, rezil olmuş, hekime götürmüşler, o da alçıya almış. İyi olmuş, dedim içimden. Önceden olsa Geçmiş olsun ağam, der, ne yapacağımı, ne yedirip ne içireceğimi şaşırırdım, başında sabahlardım. Evladım gibi merhamet ederdim ateş saçan gözlerinde bir kere merhamet göremediğim adama. Yapmadım. Ooh, dedim, oh. Oh derken anladım benim ahım tutmuştu da ondan kırılmıştı kolu. Demek bir ahım altını üstüne getirirdi bu domuzun. Kötü kötü baktım sedirde uzanmış çaresiz yatan adamıma, şimdi kim kurtaracak seni benim ahımdan, dedim. İçimden.”
Dünya
Erkekler artık eşlerini, kızlarını, annelerini yanlarında istediler. Hayat böyle devam etmez, dediler. Bir çare bulmalı, dediler. Onlar bunu derken bilim adamları araştırmalarına devam ediyordu zaten. Derken bir akşam, haberlerden bilim adamlarının yeni bir gezegen keşfettikleri duyuldu. Adamlar, önce kızdılar “biz karılarımızı istiyoruz, bunlar hâlâ gezegen derdinde,” dediler. “Gezegenlerin canı cehenneme, kadınlar nerede?” dediler. Ama sonra haberin devamından kadınların o gezegende olabilme ihtimali olduğunu öğrendiler. Gezegenin rengi pembeymiş, her yerinden danteller sarkıyormuş. Fakat dünyadan çok uzaktaymış net bir şekilde görebilmek için daha çok yaklaşmak icab ediyormuş. Uzaylılar kadınları kaçırıp bu gezegene yerleştirmiş olabilirmiş. Kesin bilgi edinmek için gönüllü bir astronotu o gezegene göndermeleri gerekmiş. Tüm dünyadan başvuru yapacak gönüllüler arasından en uygun kişi seçilip gönderilecekmiş. Lâkin eğer gerçekten kadınları uzaylılar kaçırmışsa bu hareket uzaylıların hoşuna gitmeyeceği için gidecek kişinin her şeyi göze alması gerekiyormuş. Adamlar ilk etapta ne var ya, ben giderim, diye düşünseler de biraz düşününce cesaretleri kırıldı. Tüm dünyadan sadece beş kişi başvurdu. Bir İngiliz, bir Alman, bir Fransız, bir Arap, bir de bizim Temel.
Dantella
“Ahımın bir silah olduğunu anladığım günden sonra her gece kalktım, iki rekat namaz kılıp dualar ettim, ah’ladım, ağladım. Ya Rab! dedim. Bana öyle bir güç ver ki şu zalimin kafasını ezeyim. Kendimi, yanıma gelen mazlumu ve tüm dünyadaki kadınları kurtarayım. Ya da canımı al. İçinde olduğum zulmü fark ettikten sonra dar gelir bu dünya bana, dedim. Kara gecede kara kayanın üstünde yürüyen kara karıncanın ayak sesini duyan Allah, beni duymaz mı? Yarattığı çalı bile kendisine sığınan kuşu geri çevirmezken fatırissemavati vel ard, beni geri çevirir mi? Çevirmedi. Böyle ciğerim yana yana dua ettiğim bir gecenin sabahında kendimi burada, gezegenimiz Dantella’da buldum. Allah bana vahyederek bu şato da bu gezegen de senindir, dedi. Sanmayın ki Allah sadece peygamberlere vahyeder, Kuran’da demiyor mu Musa’nın annesine vahyettik, arıya vahyettik? İşte bana da öyle vahyetti. Dilediğin gibi yaşa burada, dedi. Ben de ektim, biçtim, danteller örüp serdim bulduğum yerlere. Dantella’da başladığın iş hemen biter, hemen meyvesini verir, sabır gerektiren hiçbir şey yoktur. O yüzden kısa sürede kendimce süsledim, şekillendirdim. Sonra yıllarca hizmet ettiğim kocamın ve oğullarımın hizmetçim olmalarını diledim. Yemeğimi, temizliğimi onlara yaptırdım. Vezirem olan bu küçük hanım da kumamdır, yalnız kalmasın diye onun da gelmesini istedim. Bir süre sonra günler geçmez oldu, sıkıldım, iki lafın belini kıracak yarenler lazım bana, dedim. Böyle deyince dünyadayken yaptığım duayı hatırladım, tüm dünyanın kadınlarını kurtarmayı dilemiştim. Allah kabul etmiş, bense gerekeni yapmamıştım. Bir nevi adak sayılırdı neticede. Dedim Ya Rab! Kadınlarımı da buraya getir. Onları da rahata erdir. Allah yine icabet etti duama ve sizleri buraya getirdi. Sizin için erkek cinsinden birçok hizmetçi getirttim. Artık burada dilediğinizce yaşayabilirsiniz. Hangi dilde konuşursanız konuşun birbirinizi anlayabilirsiniz. Hepimiz kardeşiz. Şatoda her birinize yetecek kadar oda var. Gezegenimizse dünyanın beş katı büyüklüğünde. Her yer sizin, her yer bizim.”
Kırmızı Başlıklı Asena sözünü bitirdiğinde kadınlar arasında bir uğultu başladı. Kocasını, çocuğunu, babasını merak edenler, kendisi olmazsa onların yaşayamayacağını söyleyenler, o danteli oraya yakıştıramayanlar, tahtın altın mı imitasyon mu olduğunu çözmeye çalışanlar, Asena’nın gözleriyle nasıl konuştuğunu anlayamayanlar birbirleriyle söyleşiyorlardı. Gürültüden rahatsız olan Asena yeniden konuşmaya başladı “Bacılarım! Bacılarım! Ben ki yıllarca kocam olacak ayıya dil dökmekten yorulmuşum, Allah ki bana bu gezegende gözlerimle konuşma yetisi vererek beni dinlendirmiş, sizler vır vır ederek beni yormaya kalkarsanız sonu iyi olmaz. Özgürce gezegenimizin keyfini çıkarın. Yeyin, için, gezin, dolaşın, boyayın, örün, dikin, ekin, ne isterseniz yapın ama ses etmeyin, soru sormayın. Dönmek isteyen varsa erkeklerle dolu dünyaya gönderebilirim.” Büyük bir sessizlik oldu. Kadınlar geri dönmeye cesaret edemediler. Hatta çoğu, odalarını, şatoyu, gezegenin diğer yerlerini merak ettiklerinden bir an önce gezmek istiyorlardı.
Dünya
İngiliz, Alman, Fransız, Arap ve Temel çeşitli testlerden geçtiler. Astronot olarak yeni keşfedilen gezegene gidebilecek en uygun kişi Temel’di. Temel’in en çok istediği şu dünyada varı yoğu anasını bulmaktı. Onu bulsa başka bir şey istemezdi. Hazırlıklar tamamlandı. Temel, uzay aracına yerleştirildi ve yolculuğu başlatıldı. Tahminlere göre yüz gün sonra pembe gezegene ulaşacaktı. Dünyadakilerle her an iletişimde olan Temel saat başı bilgi veriyordu.
Dünyadaki adamlar uzay aracının ve Temel’in yolculuğunu yakından takip ediyorlardı. Kadınların orada bulunacağını ümit ediyorlardı. Hatta çoğu evlerini temizlemiş, çamaşırları yıkamış, eşyaların bir kısmını yenilemişlerdi, döndükleri zaman eşleri, anneleri kızmasın, diye. Yüz günün sonunda uzay aracı pembe gezegene iniş yaptı. Temel araçtan çıktı. Şöyle etrafa bir göz attı “Ulaa, ha bura dünyanın süslenmiş hâlidir,” dedi telsize. Telsizin diğer ucundakiler de zaten kameralar sayesinde görüyorlardı dantellerle süslenmiş ağaçları, çiçeklerle bezenmiş toprakları. Tüm dünyanın erkekleri canlı yayın aracılığıyla izliyorlardı ve kadınların kesin o gezegende olduğu kanısına vardılar. Temel biraz daha ilerledi, uzaktan şatoyu görüp hayran oldu. Şatoya doğru ilerlemeye başladı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü. O esnada bir ağacın altında şarkı söyleyip ud çalan iki kadın gördü. “Selam aleyküm bacılar,” diye yaklaştığı esnada Temel’i farkeden ve çığlık çığlığa kaçan kadınların arkasından koşmaya başladı. “Ula durun. Bi şey etmayacağum…”
Dantella
Kadınlar Asena’nın sözlerinden sonra şatoyu gezip odalarını görmek için salondan çıktılar. Hizmetçilerin, ellerine verdikleri katalog sayesinde odalarının ve her şeyin yerini kolayca buldular. Odalar bir ev büyüklüğündeydi. Her odada giyecek ve yiyeceklerle tıka basa dolu dolaplar hatta kitaplarla dolu kütüphaneler vardı. Bunu gören kadınlar dünyayı ve dünyadakileri çoktan unutmuşlardı bile. Şarkı söylediler, dans ettiler, süslendiler, püslendiler, gezegenin diğer yerlerini keşfe çıktılar. Asena hiç çıkarmadığı kırmızı başlığıyla tahtında oturuyor, kadınlarla muhabbet ediyor, kendisini onların anası sayıyor, bundan zevk alıyordu. Herkes mutlu, her şey çok güzeldi.
Kadınlar kısa sürede yeni hayatlarına alıştılar. Mucizevi bir şekilde hayalden öte geçemez sandıkları rahata erdiler. Temizlik, bulaşık, iş, güç yoktu bu gezegende. Sadece yiyorlar, içiyorlar, geziyorlar, kitap okuyorlar, enstrüman çalıyorlar, yazılar yazıyorlar, resimler çiziyorlar, örgüler örüyorlar... ne isterlerse onu yapıyorlardı. Sorumluluk, fedakârlık, vefakârlık, cefakârlık gerektirecek hiçbir iş yoktu burada.
Her şey yolundaydı aslında o gün iki kadının çığlığı olmasaydı. Çığlığı duyanlar da atanlar da şatoya koştular. Kırmızı Başlıklı Asena’nın önünde toplandılar. Çığlık atan iki kadın ağlayarak anlatmaya başladı “Ey bizi zor günlerimizden kurtarıp Dantellamızda huzurlu bir hayat bahşeden Kırmızı Başlıklı Asena anamız, biz öyle bir şey gördük ki bu huzurlu günlerimizin son bulmasından korkarız. Bizi koru. Canımız yoluna feda olsun, bizi ve gezegenimizi yabancılara bırakma!” Asena sert bir şekilde “Hatunlar, uzun etmeyin! Ne gördüyseniz anlatın,” dedi. Kadınlar beyaz bir tulum içerisinde kafası cam fanuslu erkek cinsine benzeyen bir yaratık gördüklerini, yaratığın kendilerini kovaladığını fakat elinden kurtulup şatoya sığındıklarını anlattılar. Asena tahtından indi, bir ileri bir geri volta atarak düşündü. Sonra ilk defa ağzıyla konuşarak “Hatunlar! Silah olabilecek ne bulursanız alın ve gelin. Demek gezegenimize göz diktiler. O vakit biz de savaşırız. Dantellamızı kimseye yedirmeyiz,” dedi. Kadınlar bıçak, keser, balta, tava, oklava, vazo ne buldularsa aldılar ve Kırmızı Başlıklı Asena’nın peşine düştüler.
Şatodan çıktıklarında bahsedilen yaratığı gördüler. Hemen yakalayıp yere yatırdılar. Asena elindeki bıçakla boğazını kesmek için başındaki fanusu çıkarınca kadınlardan biri bağırmaya başladı “Uuyyy, Temeeel! Ne işin var senin burayaa!” Temel annesini görünce heyecanlandı, sarılmak istedi fakat Asena izin vermedi. “Önce anlat, niye buradasın?” dedi. Temel olanları anlattı. Kadınlar, erkeklerin perişan hâllerini dinledikçe kahkahalara boğuldular. Kadınların eğlendiğini gören Temel biraz daha abarttı, biraz daha ballandırdı. Kadınlar Temel’i öldürmekten vazgeçtiler. Temel’in sempatikliği hepsinin hoşuna gitse de onu dünyaya geri yollamaya ve onun aracılığıyla erkeklere mesajlarını iletmeye karar verdiler.
Dünya
Temel pembe gezegene indikten bir süre sonra dünyayla olan bağlantı kopmuştu. Adamlar uzaylıların Temel’i ele geçirdiğini düşünmüşler ve tüm umutlarını kaybetmişlerdi. Fakat birkaç saatlik bir kesintinin ardından Temel’in sesi duyuldu. Dünya’ya döneceğini ve yaşananları döndükten sonra anlatacağını bildirdi. Yüz günün ardından Dünya’ya başarılı bir iniş gerçekleştirdi. Büyük bir coşkuyla karşılandı. Hemen basın toplandı. Tüm dünyanın gözü, kulağı, dikkati Temel’deydi. Temel gördüklerini bir bir anlattı. Ölümden döndüğünü söyledi. Bir daha o gezegene değil yaklaşmak yanından bile geçilmemesi gerektiğini söyledi ve kadınların mesajını iletti “Bundan sonra cebinizde anahtar olduğu hâlde sırf kapıda karşılanmak için çaldığınız kapıları açacak kimse olmayacak. Anahtarlarınızı unutmayın, bizi unutun. Dantella’ya yaklaşmayı bir daha aklınızdan bile geçirmeyin. Çoraplarınızı da ortalığa atmayın.”
E.Ecran Çeliksu