Gülüş Tasarımı

Hacer Uyğur

Her şey bir gece yarısı mahallemize gelen gizemli kamyonetle başladı. Yıllardır boş duran iki katlı eski köşkün önüne park edilen araçtan üç tane iri yarı adam çıkıp sadece kolilerden oluşan eşyaları içeriye taşıdılar. Kamyonetin arkası sonuna kadar dolu olmasına rağmen işleri on beş dakika bile sürmedi. Tüm koliler bittiğinde ise geldikleri gibi sessizce gittiler.

Bunlar yaşanırken ben pencere kenarındaki yatağımdan dışarıyı izliyordum. Uyku düzenim iyice bozulmuş olduğu için artık gün boyu insanların geçişini izlediğim yol yerine ayı ve yıldızları görmeye daha fazla vaktim oluyordu. Yıllardır yatağa bağımlı yaşamanın sonucunda böyle ufak değişiklikler bile heyecan verici olaylara dönüşüyordu. En azından ben heyecanımı diri tutmak için uğraşıyordum. Ama köşke taşınan kolilerin gizemindeki heyecanı hissetmek için kendimi zorlamaya ihtiyacım yoktu. Kamyonet gittikten sonra bir süre öylece köşke bakıp tahminler yürütmeye devam ettim.

Sabah annemin odama girmesiyle uyandım. Normalde uyanacağımdan biraz daha erkendi ama annem “Çaprazımızdaki köşke biri taşınıyor galiba. Eşyaları taşımaya gelmişler” dediğinde uykum çoktan açılmıştı. Kollarımdan destek alarak kendimi oturur pozisyona getirdim ve perdeyi araladım. Neredeyse dünkü kadar büyük bir kamyonetin içinde bu sefer hem koliler hem ev eşyaları vardı. Ve annemin söylediğine göre bu sabah gelen ikinci kamyonetti bu. Hem akşam gelen adamların şüpheli tavırları hem de iki kamyonet dolusu eşya getirilmiş olması içimde bir huzursuzluk uyandırmıştı. Ama ne olduğunu anlamak için bekleyip görmem gerekecekti.

Eşyaların taşınmasından birkaç gün sonra ellili yaşlarında bir adam köşke yerleşti. Yanında hiç kimse yoktu. Bu yaşta birinin yalnız yaşıyor olması başta bize huysuz bir komşumuz olacağını düşündürmüştü. Ama hiç öyle olmadı. İlk haftadan itibaren tüm evleri dolaşmaya, herkesle tanışmaya ve muhabbet kurmaya başladı. Hatta odama kadar gelip beni ziyaret etti ve hediye olarak kendi yazdığı kitabı getirdi. Kitabın kapağında “Gülüş Tasarımı Nasıl güldüğümüz nasıl hissettiğimizi ne kadar etkiliyor? Belki de mutluluk o kadar uzağında değildir. ” yazıyordu. Ablam kişisel gelişim kitaplarından hiç hoşlanmadığı için neredeyse okumayı öğrendiğimden beri bu tarz kitapları okumanın gereksizliği konusunda beni uyarmıştı. Ama bu kitabı okuyacaktım. Mutluluğun anahtarını merak ettiğim için değil, bu adamın nasıl biri olduğunu öğrenmek için.

Kitabı aldıktan sonra hemen okumaya başladım. Ancak pek bir şey anlayamıyordum. Daha doğrusu kitap pek anlamlı değildi. Okudukça deli saçması şeylerle karşı karşıya olduğumu fark ediyordum. Kitap beynin kolaylıkla kandırılabilir oluşundan yola çıkıyordu. Ve kendisi de beyni kandırmanın çok etkili bir yolunu bulduğunu iddia ediyordu. İlk birkaç bölümde gülerken çalışan on yedi kasın her birinin konumlarıyla beynimizin bu duruma verdiği anlamı, ilerleyen bölümlerde ise bu kasların farklı kombinasyonlarının uzun vadede insanda oluşturabileceği etkileri anlatıyordu. İçinde çok tuhaf iddialar vardı. Mesela “Eğer bir yakınınızı kaybettiyseniz ve bu kayıp sizi çok rahatsız ediyorsa ya da fizyolojik bir fonksiyonel bozukluğunuz varsa 13. kasın konumu 12. kasa göre 235 derece açıyla belirlenmelidir. Bir ay boyunca bu kasların sabit bir şekilde kalması yaşadığınız probleme son verecektir” diyordu. Biz ablamla bunları okuyup gülerken mahallelinin bunları hakikat olarak gördüğünü, bilimsel gerçeklermiş gibi algıladığını fark etmemiştik.

Yazarımızın köşke taşınmasının üzerinden iki hafta geçmişti ki kapısının üzerine yine “Gülüş Tasarımı” yazan bir tabela astırdı. Sabahına ev ev dolaşıp el ilanları dağıtmaya başlamıştı bile. İlana göre, kitabında yazanların uygulamasını yapacağı bir alandı köşk. Kendisi cerrahtı ve mutluluk uzmanıydı. Mahallemizde, ilimizde ve hatta ülkemizde mutsuzluğun son bulmasını, herkesin hayatından memnun olmasını istiyordu. Bu yüzden de kitabında yazdığı “bilimsel yöntem”i uygulayacak ve tüm olumsuzlukları düzeltecekti. Çok büyük şeyler vadediyordu. Bunu daha önce de yapmıştı. Ayrıca oldukça geniş bir taksit imkânı da sunuyordu.

İlanın dağıtıldığı ilk gün ablam kahkaha atarak odama gelmiş ve yazanları sanki bir tiyatro canlandırıyormuş gibi yaparak bana okumuştu. İkimiz de gülmekten yerlere yatıyorduk. Böyle bir saçmalığın eyleme geçirilmesi değil düşünülmüş olması bile bize çok komik geliyordu. Bu adam ne düşünüyordu? Gerçekten böyle bir şeyi başarabileceğine inanıyor muydu yoksa insanları dolandırmaya mı çalışıyordu? Tabii ki kimse bu saçmalığa inanacak değildi.

Ama durum bu değildi. Gülüş Tasarımı hem mahallemizden hem de çevre mahallelerden başvurular alıyordu. Daha açılmadan köşkün içi gelen gidenden geçilmiyordu. Etraftakileri geç, özbeöz annemiz bile randevu almayı düşünmeye başlamıştı. Babamla geçirdiğimiz kazayı ve onun etkilerini atlatamadığını söylüyor hatta o kazada en çok şeyi kaybeden kişi olarak benim de bu operasyona girmemi istediğini söylüyordu. Arada bir elinde kitabıyla odama girip birkaç satırı sesli bir şekilde okuyor, “Bak işte, ne güzel olur sen de yaptırsan” gibi şeyler söylüyordu.

Başta bu fikre çok karşıydım. Anneme karşı ablamla bir olmuştuk. O bize kitaptan bir şeyler anlattıkça onu mantıklı olmaya davet ediyor, iddialarını çürütmeye girişiyorduk. Ancak haftalar geçtikçe Gülüş Tasarımı’na gelenlerin sayısı artıyordu ve çok ilginç değişimler duymaya başlıyorduk. “Plasebo etkisi” diyordu ablam, “Mutlu olacağına inanmak kısa vadede mutluymuş hissi uyandırır. Beklenti etkisi bu. Ama uzun vadede neler yaşayacaklarını bilemiyoruz. Kaslara böyle bir müdahale yapılması akıl kârı değil.”

Annem bir süre sonra bizi dinlemeyi de bize direnmeyi de bırakmıştı. Ama ben daha yumuşak bir karakterde olduğum için arada bir yanıma geliyor, babamdan beri ne kadar mutsuz olduğunu, bu yöntemle belki de kendine gelebileceğini, en azından kendisi için denemek istediğini anlatıyordu. Sonunda, kendim için kabul etmesem de, annemin yaptırması konusunda karşı çıkmamaya başladım. Bu onun kararıydı sonuçta. Hem belki de gerçekten mutlu olurdu. Tüm bu sıkıntıları aşmanın kolay bir yolunu bulmuş olurdu. Bizim için çok çalışıyordu, çok yoruluyordu. Üzülmememiz için, yaşadığı tüm zorluklara karşı dirayetli davranmaya çalışıyordu. Ama bir çarenin olabileceğini görmek onun bu direncini de kırmıştı. Artık eskisi gibi kendini toparlayamıyordu. Belki de bu operasyonu yaptırması ve sonucunu sonrasında düşünmeliydi. Hem karşı çıkmaya devam etsem ne olacaktı ki. İnsanın mutluluk arayışının önüne geçilmezdi.

Bir hafta sonu, ablam arkadaşlarıyla dışarıya çıkmışken, annem köşke gitti. Birkaç gün önce Gülüş Tasarımı’nı arayıp prosedürü öğrenmiştik. Randevu saatinde gidip sorumluluğu aldığına dair bir form dolduruyorsun, kaç kasın konumunun değişeceğine göre yarım saat ile dört saat arası sürebilecek bir operasyona giriyorsun, operasyon sonrasında bir ay boyunca günde üç öğün verilen ilacı kullanıyorsun ve işte… artık mutlusun!

Annemi beklerken bu süreci düşünüyordum. Aklıma yatmayan çok şey vardı. Ama en önemlisi sadece birkaç kasın konumunun değiştirilmesiyle nasıl “mutluluk” elde edilebileceğiydi. Tam o sırada ablam aradı. Annemin nerede olduğunu anlayabileceğini düşünüp tedirgin olsam da bugün her türlü öğreneceğini düşündüğüm için telefonu açtım.

“Alo, Elif nasılsınız naptınız?”

“İyiyiz abla, bildiğin gibi. Sen naptın?”

“Ben de Ecrinlerleyim. Annem orada mı?”

“Yok abla komşuya kadar gitti. Hayırdır?”

“Bak yanımda Zeynep var, Ecrin’in okuldan arkadaşı. Diyor ki birkaç sene önce İzmir’de yaşıyormuş. Gülüş Tasarımı diye bir yer açılmış ona yakın bir mahallede. Aynı adam sanırım çünkü içeriği çok benziyor. Sonra fark edilmiş ki adam sadece yüzdeki kaslara değil beyne de müdahale ediyormuş. Sözleşmede bunu haklı çıkaracak bir madde olduğu için kimse bir şey yapamamış ama bu durum öğrenilince mahalle baskısıyla yerini kapattırmışlar. Sonrasında tedavi görenlerde çok garip değişiklikler olmuş diyor. Bir nevi uyuşturulmuş gibiymiş gidenlerin çoğu. Zeynep’in bir arkadaşını götürmüş o dönem ailesi, kız o zamandan beri toparlanamamış. Uzun bir süre akıl hastalıklarında yatmış hatta. Anneme söyleme ama tamam mı, ben gelince söyleyeceğim. Yüzündeki ifadeyi görmek istiyorum.”

“Ta…tamam abla. Söylemem.”