Kārûn Mûsâ’nın kavmindendi. O, gücüne dayanarak onlara haksızlık etmekteydi. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki sadece anahtarlarını güçlü kuvvetli bir ekip bile zor taşırdı. Halkı ona şöyle demişti: “Sakın şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Kasas sr.76
Hak etti o Karun, hak etti. Böyle bir sonu hak etti. Olacağı buydu. Başka ne olacağıdı. Her zalimin sonu batmaktır. Yere, çamura, çukura, pisliğe batmaktır. Aynı anadan babadan olduğumuza lanet olsun. Kardeşlerin yüz karası. Ben böyle olacağını bilsem onunla yola çıkar mıydım, sırtımı ona dayar mıydım, ipiyle kuyuya iner miydim? Ağzını kırdığımın hınzırı. Kimsenin yüzüne bakamıyorum onun yüzünden. Ne oldu, nasıl oldu anlamadım. Ayakta uyuttu beni eşşoğlu.
Biz babadan inşaatçıyız. İyi bir ustaydı benim babam. Bizi de yanına aldı, kendisi gibi yetiştirdi. Dürüst, çalışkan, becerikli… Hile hurda bilmezdik. Az olsun buğday unu olsun, derdi babam. Karnımızı doyuracak kadar kazanırdık. Kazancımız az da olsa bereketliydi, ocağımız aşsız kalmadı hiç. Anamın sıcak yemeklerinin hayaliyle akşama kadar çalışıp, çalışmanın yorgunluğuyla sabaha kadar deliksiz uyurduk. Sabah yeniden iş, akşam yeniden uyku… Öyle geçerdi günlerimiz.
Babam ona Harun ismini vermiş, bana Musa. Musa’yla Harun gibi olun, kardeş gibi kardeş, yoldaş gibi yoldaş olun. Ömür boyu birbirinizin arkasında dağ gibi durun, derdi. Ne bilsin Harun’un Karun olacağını. Yaradana binlerce kez şükür olsun ki bugünleri görmedi babam. Göreydi Azrail’e bırakmaz oğlunun canını kendisi alırdı.
Babam varken de hep fakirlikten şikâyet ederdi ama babam gittikten sonra iyice zengin olma sevdasına düştü bizim oğlan. Bizim ne eksiğimiz var müteahhitlerden. Şöyle yapalım, böyle yapalım, köşeyi döneriz, dedi. Benim de aklıma yattı planları. Yapalım ulan, denemekten zarar gelmez, dedim. Anam uyardıydı beni. Bak bu oğlanın bakışları bakış değil, bunda bi şeyler var oğlum, namazlarını da kılmıyor ne zamandır, dediydi. Ta o zaman anlamış kadıncağız, ben anlamadım. Yok ana yok, deyip basit tesellilerle geçiştirdim anamı.
Harun ne dese tamam, dedim. Çocukluğumdan beri uyaroğluyumdur, laf düşmedikçe fikir beyan etmem, beyan edilen fikirleri daima onaylarım. O, zaten her şeyi düşünmüş, ayarlamış, gerekli belgeleri edinmiş, bana da tamam demek düşüyordu. İnşaat şirketi kurduk. Adı ne olsun, diye sordu, Kardeşler inşaat, dedim, yok, dedi, Ustaoğulları olsun. Olmaz, dedi. Soyadımızı kullanalım Çelik Kardeşler İnşaat, dedim. Çok klasikmiş, öyle dedi haspam. En iyisi MusHa İnşaat olsun, dedi. O ney lan? dedim. Musa’nın Mus’u Harun’un Ha’sı, dedi. Hem yabancı isim gibi duruyor, Muşa diye okurlar, orijinal olur, dedi. Eh iyi madem, olsun, dedim. Dedim ya uyaroğluyum ben, olmaz olaydım. Allah kahretsin. Nerden bilirdim böyle olacağını?
İlk işimiz büyük bir site kurmaktı. Araziyi bulduk. Mimarlar, mühendisler, projeler, işçiler her şey tamamlandı. İnşaat başladı. Herkes bizi takdir ediyordu. İyi yere kuruyorsunuz, çok güzel olacak belli, babanız görse gurur duyardı, diyorlardı. Daha inşaat bitmeden daireler birer birer satılıyordu. Bittiğinde gerçekten muazzam bir yapı çıktı ortaya. Site değil küçük bir şehirdi sanki. Biter bitmez taşındı daire sahipleri. Bizim de birer dairemiz vardı en lüksünden. Anama da ayırdık bir daire. Bu bizim itoğlu kendine dört daireyi birleştirip bir saray yavrusu yaptı, ben o zaman anlamalıydım ama anlamadım. Bazen işçilerle gizli gizli bir şeyler konuşurlardı, o zaman da anlamalıydım ama yine anlamadım.
Evleri dayadık, döşedik, yerleşme günü geldi çattı. Annemi aldım siteye götürdüm. Nasıl da heyecanlıydı canım anam. Ömründe ilk defa rahata erecekti belki de. Sitenin kapısına gelince bir de ne göreyim girişe kocaman bir tabela asılmış, Saltanat-ı Harun yazıyor. Bu ne lan, dedim. Kumandayla giriş kapısını açmaya çalıştım, açılmadı. Dört bir yandan üzerimize oklar yağmaya başladı. Ok dediysem gerçek ok değil ucu yapışkanlı, ışıklı mışıklı değişik oklar. Oyuncak gibi. Musa geldi, dedi birisi. Sonra başka birinin sesi duyuldu Musa gelmiş. Sonra başka ses, başka ses. Her yandan Musa gelmiş, Musa gelmiş sesleri yükseldi. Anam korktu, ben de korktum ama belli etmedim, anamı sakinleştirdim. Sonra bizim işçilerden birisi geldi, üstünde üniformaya benzeyen bir kıyafetle Haşmetmeap Harun Hazretlerinin saltanat sınırlarına girmek için ona biat etmeyi kabul ettiğinize dair şu belgeyi imzalamanız icab etmektedir, dedi. Bizim işçilerden Naci’ydi bu. Sümsük Naci. Baktım üniformanın yakasında ispiyoncu yazıyor. Ne diyon lan sen? Ne haşmeti, ne hazreti, ne saltanatı, dedim. Elindeki telsize sorguluyor, dedi. Sonra başka bir ses duyuldu sorguluyor, başka bir ses sorguluyor. Sitenin her yerinden uğultu hâlinde sorguluyor sesi geldi. Almadılar bizi içeri. O kadar çalıştığım, emek harcadığım siteye beni almadılar. Kardeş dedim, bağrıma bastım, abi demek bir bakıma baba demektir diye babalık ettim, ne fedakârlıklar yaptım onun için, anlatsam kitap olur. Nereden bilirdim arkamdan kuyumu kazacağını? İYİ İNSAN OLMAYA ÇALIŞANI SAF YERİNE KOYAN ÇOK OLUR derdi babam. Doğruymuş. İliklerime kadar anladım.
O gün bütün site sakinlerinden biat almış hınzır. Kendine işçilerden çete ordusu kurmuş. Çetenin bir kısmı okçular, bir kısmı da ispiyonculardı. Okçular sitenin kapısına gelenlere ucu yapışkanlı, ışıklı okları fırlatıp kimlik taraması yapıyorlar, siteye site sakinlerinden başka kimseyi almıyorlar, site sakinlerinin eşi, dostu, akrabası, çoluğu çocuğu, anası babası dahil misafiri gelemiyordu, bir de duyduğuma göre haraca bağlamışlar site sakinlerini, site dışında da kimseyle uzun görüşmeler yaptırmıyorlardı, ispiyoncular, onları her yerde takip ederek Karun’un kurallarına aykırı hareket edenleri tespit ettikten sonra ispiyonluyorlardı ve yaptığı hataya göre de cezalandırıyorlardı. Ya saltanat sınırlarından dışarı sürüyorlar ya da dayak, ambargo gibi çeşitli işkenceler uyguluyorlardı. Adamlar da sırf o saltanatın lüksünden faydalanmak için Karun’a biat etmişler, evlerini terk etmiyor, hâllerinden de şikâyet etmiyorlardı.
Eş dost beni sıkıştırmaya başladı. Ne yaptığını sanıyor senin bu kardeşin, hiç yakışıyor mu, baban böyle mi öğretti size, sen de destekledin onu, şımarttın… sövüp sayanları, küfredenleri hiç söylemeyim. Polise şikâyet ettik, devlet büyüklerine ilettik meramımızı kimse bir şey yapmadı. Adam sitesini kurmuş, sözleşmeleri imzalatmış, size ne, dediler. Anlaşılan Karun dedikçe tam bir Karun olmuş, devleti bile ele geçirmişti. Yoksa niye bi şey demesinler, niye müdahale etmesinler. Şimdi bize karşı örgütlenen yarın devlete karşı da örgütlenmez mi? Ama kimin umurunda? Allah bilir kendine dokunmasınlar diye bunlara para mı yedirdi naptı hınzır?
Anamın ciğerleri yandı, ben biliyordum böyle olacağını, bu oğlanın gözlerinde ateş yanardı hep. Küçükken hastalandıydı da kocakarının biri katır sütü iyi gelir dediydi, katır sütü içirdik buna, ondan böyle oldu, diye söylene söylene, ağıtlar yaka yaka, gözyaşlarını akıta akıta eridi gitti.
Anam öldü, ben dımdızlak ortada kaldım. Karun’un kardeşi, yardakçısı diye kimse yüzüme bakmıyordu. Onun da umrunda değildim. O, saltanatının bekası için didiniyor, elinden geleni ardına koymuyordu. Ama dedim ya her zalimin sonu batmaktır.
Saltanatı bir yıl sürdü. Sadece bir yıl. Allah bir yıl mühlet verdi tövbe etsin de affedeyim diye ama anlamadı aptal. Bir sabah saltanat sınırları içindeki binalardan biri yerin dibine battı. Yıkılmak falan değil yerin dibine batmaktan anladığınız ilk anlam neyse o. Herkesin gözü önünde yer yarıldı ve binayı yuttu. Kamera kayıtları bile var, inanmazsanız açın bakın. Bu da Allah’ın tokatlı bir uyarısıydı, yine anlamadı, yine tövbe nasip olmadı. Ertesi sabah ikinci bir bina yere battı. Bunu gören Karun hırslandı, kendi oturduğu binaya kat çıkmaya başladı. Göklere çıkaracakmış, öyle demiş. Kime meydan okuyorsa, pabucumun pehlivanı? Alemleri yaratana meydan okunur mu? Sen kimsin lan, demezler mi adama? Her gün bir bina yere battı, en son Karun’un binası kaldı. Yine dayanamadım. Abi yüreği ne de olsa. Anamla babamın emanetidir dedim, son kez konuşmak için gittim. Tövbe et kurtul diyecektim. Zaten ne okçusu kalmıştı ok atacak, ne ispiyoncusu kalmıştı ispiyonlayacak. Ona biat edenler de onun gibi battı gitti. Yanına çıkar, konuşurum diye düşünüyordum. Gittim. Gitmeseydim, görmeseydim keşke. Gözlerimin önünde onun binası da battı. En son teras katında pişman ve perişan bakışlarıyla bana baktığını gördüm. Ondan geriye o bakışlar kaldı bende. Tıpkı küçükken benim oyuncak arabamı kırdığında baktığı gibi, ağlayarak bakıyordu gözlerime. Battı, gitti.
E.Ecran Çeliksu