Durdurun Dünyayı

Hacer Uyğur

Ecran Hanımcığıma

“Lütfen ineceğiniz yeri yüksek sesle belirtin. Aksi taktirde sonsuza dek bu dolmuşun yolcusu olmaya hazır olun.”

Bindiğim dolmuştaki bu yazı beni önce gülümsetti. Hatta kendimi tutmasam kahkaha atacaktım. Kahkahamı tutabilsem de yazıya bakıp kendi kendime gülmeyi kesemiyordum. Dolmuşa binen herkesin yüzündeki ifadeyi inceliyordum. Herkese yazıyı gösterip tepkilerini görmek istiyordum. Ama bu benim dışarıda takındığım ağır abla tavrıma yakışmazdı. O yüzden sadece insanların yüzlerini incelemekle yetindim. Çoğu, yazıyı görmüyor gibiydi. Bazıları okuyup hafiften gülümsüyor, bazılarıysa ifadesiz bir yüzle yerlerine geçiyordu. İstediğim tepkiyi alamayınca moralim bozulmuştu. Ben de yazının fotoğrafını çekip arkadaşlarımla ve kardeşlerimle olan gruplarımıza attım. Onların da benim gibi eğlendiğini görünce rahatlamış bir şekilde arkama yaslanıp etrafı izlemeye başladım. Ama zihnimi ortamdan çekip alamıyordum. Gözüm dışarıda olsa da pür dikkat yolcuları dinliyordum. Herkes inecekleri yere gelince gerçekten yüksek sesle belirtiyor ve iniyordu. Ufak tefek bir kız başta cılız bir sesle inmek istediğini söylediğinde dolmuş durmayınca acaba bir şey mi olacak diye heyecanlandım ama sonra kız bir kere daha yüksek sesle söyleyince durdu. Ne beklemiştim ki zaten? Saflığım beni eğlendirmişti.

Bir süre sonra inen binen insanları izlemek sıkıcı gelmeye başladı. “Komik bir yazı işte, neyine bu kadar takıldıysam...” dedim içimden. Zaten ineceğim yere de yaklaşmıştım. Aklımı dolmuştan uzaklaştırıp günün geri kalanını düşünmeye başladım. Evde beni bekleyen bir sürü iş vardı. Lavaboda bekleyen bulaşıklar, yapmam gereken yemekler ve temizlik, misafirler... Bazı günler bu işleri yapmak çok zor gelmiyor. Hele ki evde teksem ve arkadan hareketli şarkılar açarak yaparsam keyifli bile olabiliyor. Ama bugün nedense her şey çok zor görünüyordu gözüme.

Birden kendimi eve gitmekten kaçmak için yollar üretmeye çalışırken buldum. Belki de bir çılgınlık yapıp inmek istediğimi söylemesem ve son durağa kadar gidip ne olacağını görsem daha iyi bir ruh hâliyle işlerime dönebilirdim. Hem evim son durağa çok da uzak değil. Yürüyerek gidebilirim. Böylece yüksek sesle belirtmesem de dolmuştan inebileceğimi şoför beye kanıtlamış olurum. “Hahaha şoför bey, bakın ağzımı bile açmadım. Ama iniyorum dolmuştan. Noldu şimdi?” Belki sesli söyleyemezdim ama içimden söyleyerek eğlenebilirdim. Kendimi böyle ikna edip dolmuş evimi geçerken sesimi çıkarmadım. Birkaç kişi daha benim gibi sessizce oturuyordu ama muhtemelen onların inecekleri yer henüz gelmemişti.

Son durağa yaklaştıkça verdiğim karardan pişman olmaya başlıyordum. Yorgun hissetmeye başlamıştım. Kendime kızdım. Ne gerek vardı şimdi bu yorgunlukla yol yürümeye. Yüksek sesle “inecek var” densin diye asılmış bir tabelayı ciddiye alıp kendime iş çıkarmıştım. Zaten kendi kendime iş çıkarmada üstüme yoktur. İçimden kendime göz devirip sonunda ineceğimi söyleyecekken son durağa yaklaştığımızı fark ettim. Buraya kadar gelmişken bari merakımı gidereyim diye sesimi çıkarmadan sakince arkama yaslandım. Dolmuşta benim gibi 3 kişi daha vardı. Hiçbiri istifini bozmuyordu. Hatta sanki yanımdaki koltukta oturan kadın ve onun önündeki adam uyuyor gibiydi.

Ben etrafımdakilerin ayaklanmasını ve dolmuşun durmasını beklerken, dolmuş hiç hız kesmeden ilerlemeye devam etti. Ve son durağı geçtiği anda birden her şey değişti. Az önce uyuduğunu gördüğüm insanlar şimdi bir masada yemek yiyorlardı. Dolmuş, geniş bir karavana dönüşmüş gibiydi. Yataklar, masalar, mutfak tezgâhı, dolaplar vardı ve hatta kapısı kapalı tuvalet ve banyo kısımları bile mevcuttu. Şok olmuştum. Rüya görüyorum desem... ne ara uykuya dalmış olabilirdim ki? Daha birkaç saniye önce son derece uyanık olduğuma emindim. Yoksa beni bayıltmışlar mıydı? Daha önce de bayılmıştım ama buna benzer bir şey yaşadığımı hatırlamıyordum. Belki de ayılınca bunları da hatırlamayacaktım? Zihnim tüm tekerleklerini çalıştırarak içinde bulunduğum duruma bir açıklama getirmeye çalışıyorken yemek yiyen insanlar sonunda varlığımı fark etmişlerdi. Az önce yan koltuğumda oturduğunu gördüğüm kadın ilk konuşan oldu.

“Oooo bir kişi daha katıldı aramıza. Hoş geldin, gel yemeğimize katıl.”

“Neredeyim ben?”

Bu masum sorum hepsini eğlendirmiş gibi görünüyordu. Hatta az önce kadının önünde oturan adam kahkahayı basmıştı. Soruma diğer kadın cevap verdi:

“Dolmuştasın canım. Yazıyı okumamış mıydın? İneceğin yeri yüksek sesle belirtmezsen sonsuza kadar dolmuşun yolcusu olursun.”

Nefesim kesilir gibi olmuştum. “Nasıl yani? Sonsuza kadar burada mı kalacağım?”

“Aa…aslında onu tam bilmiyoruz. Yani dışarıyı görüyorsun. Ne olduğu belli olmayan bir yerdeyiz. Hiçbirimiz yüksek sesle ineceğimizi söyleyecek cesareti gösteremedik. Aslında bir yandan da inmeyi gerçekten istemiyoruz sanırım. Bir nevi tatil gibi düşün.”

Diğerleri başlarıyla onayladılar. Kafam karışmıştı. Aklımda bir sürü soru vardı. Ama yemeğin kokusu dikkatimi dağıtıyordu. El mecbur yerimden kalkıp masaya gittim. Yemek yerken bir yandan da konuşmaya devam ettik.

Dolmuştayken yanımda oturan kadının ismi Efdalmiş, önündeki adamın ise Derviş, diğer kadının adı Fatma. Hepsi birbirinden farklı karakterlerdeydi. Ama bir şekilde anlaşmanın yolunu bulmuş görünüyorlardı. Efdal Hanım buraya geleli 1 sene kadar olmuş, Derviş Bey 8, Fatma Hanım 5 aydır buradaymış. Hepsi de benim gibi dolmuştaki yazıya inanmamış ama ne olacağını merak etmişler, denemek istemişler. Muhabbet ederken Derviş Bey dedi ki: “Galiba hepimiz hayatlarımızdan biraz uzaklaşmak istiyorduk. Bu yüzden de o dolmuşa dur demedik.” Hepsi de başlarını salladılar.

Derviş Bey’in söyledikleri mantıklı gelmişti. Bilinç dışı bir hareket olarak mı durdurmamıştım acaba ben o dolmuşu? Peki, o zaman neyden kaçmak istiyordum? Tezgâhta birikmiş bulaşıklardan olamaz herhalde. Temizlik yapmanın da o kadar zor geldiğini sanmıyorum. Kendi iç sesime gülerken aslında neyden kaçtığıma dair bir farkındalık anı yaşadım. İnsanlardan! İnsanlarla ilişkilerim hiç istediğim gibi gitmiyordu. Sürekli hayatıma karışıyorlar, benim adıma kararlar veriyorlar ve sorumlulukları üzerime itiyorlardı. Son zamanlarda kendimi sürekli öfkeli hissediyordum. Biraz uzaklaşmak, çevremdekilerden kopmak istiyordum. Bir süre insan görmeden yaşamak istiyordum. Bunu son bir haftada birkaç kere seslendirmiştim hatta. Al işte. Zaten insanlardan kaçayım derken küçücük yerde insanlarla sıkışıp kalmak da tam bana göre bir hareket. Aferin kendime.

Peki şimdi ne yapacaktım? İlk düşüncem inmek istediğimi söylemek oldu. Kaç saattir buradaydım kim bilir. Şimdiden eve geç kalmıştım. Beni bekleyen tüm işleri ve geç kaldığım için ailemin vereceği tepkiyi düşündüğümde önce telaşlandım. Sonra… Rahatladığımı hissettim. Artık o işleri yapamazdım. Artık ailem beni azarlayamazdı. Yaşasındı. Akşam misafirle de uğraşmam gerekmeyecekti. Ki bu diğer şeylerden daha rahatlatıcıydı çünkü misafirimiz kardeşinin oğluyla beni evlendirmeye çalışıyordu. “Napayım ben sizin iş güç bilmez, hayırsız oğlunuzu” da diyemediğim için o kaçınılmaz görüşmeyi sürekli bahanelerle ertelemem gerekiyordu. Bu akşam misafirlik adı altında o çocuğu da getireceklerine emindim. Ama ben evde olmayacaktım. Belki de biraz tatil fikri pek fena değildi. Hem ailem yokluğumda biraz kıymetimi anlayabilirdi.

Böylece en azından bir süreliğine kalmaya karar verdim. Eğer inmek istersem ne yapacağım, bu işi nasıl çözeceğim kısmını ise ileri bir zamana öteledim. Bu kadar plansız hareket etmek pek benlik değildi ama her zaman da gelecekte ne olacağını bilemezdik sonuçta. Endişelerimi toplayıp bir kenara koymaya çalıştım ben de. Onlar zihnimin arka köşelerinde çalışadursun bir yandan da buradaki kişileri tanımaya çalıştım.

Başta biraz farklı karakterler olduklarını söylemiştim ya, az söylemişim. Bambaşka insanlardı dolmuştakiler. Misal Derviş Bey zamanında karısını dövdüğü için terk edilmiş, Efdal Hanım ise kadın hakları alanında çalışan bir avukatmış. Fatma Hanım bir edebiyat öğretmeniymiş, Efdal Hanım hayatı boyunca şiirden nefret etmiş. Bu yüzden de geldikleri günden beri edebiyat, şiir üzerine kavga edip duruyorlarmış. Fatma Hanım bazen bir anda İsmet Özel şiiri okumaya başlayıp Efdal Hanım’ın hem şiir düşmanı yanını hem de feminist tarafını rahatsız ediyormuş. Derviş Bey’le Fatma Hanım da daha çok dolmuşun içinin nasıl olması gerektiği konusunda anlaşamıyorlarmış.

İlk birkaç gün herkesi tanımaya çalışırken bir şeyi fark etmemiştim. Dolmuştakiler sürekli kavga ediyorlardı. Bazen bu kavganın içeriğini anlayamıyordum bile. Her gün en az birkaç kere sesler yükseliyor, hatta hakarete varan ağır sözler sarf ediliyordu. Kavga bittikten sonra ise hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başlıyorlardı. Başta bu durumu pek ciddiye almamıştım. İnsanlar birbirlerine alışmaya çalışırken kavga etmeleri görülmedik bir şey değil sonuçta. Öyle değil mi?

Ama sonra, kavga eden herkes dertlerini anlatmak için bana gelmeye başladı. Neden bilmiyorum ömrüm boyunca hep “o kişi” oldum zaten. Ne zaman biri dert anlatmak istese benim yanıma geldi. Ben de genellikle onlara yardımcı olmaya çalıştım. Şimdi de yapabilirdim bunu. Sorun değildi. Sorun kavganın sadece tek tarafıyla değil, hatta bazen iki tarafıyla bile değil, üç tarafıyla birden muhatap olmamdı. Aynı kavganın dört farklı versiyonuna maruz kalıyordum: Gördüğüm versiyon, Fatma Hanım’ın, Derviş Bey’in ve Efdal Hanım’ın versiyonu. Sonunda dolmuştaki herkese karşı öyle dolmuş oluyordum ki, söylemeye utanıyorum ama, ben de kavga çıkartmaya başladım.

Artık kavgaları hem dinliyor, hem yaşıyor hem de anlatıyordum. Benim için dinleyen kişi rolünü Fatma abla üstlenmişti. Çünkü genellikle Efdal Hanım ve Derviş Bey’le tartışıyordum. Ama yine de onlar kavga ettiklerinde bana gelmeye devam ediyorlardı. Bana anlatıyor, rahatlıyor ve hayatlarına dönüyorlardı. Bizim kavgalarımız sonrasında da bunu görüyordum. Ben sinirden tepinirken onlar olayı çoktan unutmuş gibi görünüyorlardı. Dolmuşta yaşamaya alışmanın yan etkisi bu muydu? Kin tutma yeteneklerini mi kaybediyorlardı? Yoksa bu ortamı bozmamak için sakinleşmiş numarası mı yapıyorlardı? Her ne yapıyorlarsa bende işe yaramıyordu. Beraber kaldığım insanlara karşı öfkeyle doluydum. Hem de sadece kendi öfkemi değil birbirlerine olan öfkelerini de taşıyordum. Bu nasıl bir tatildi böyle? Zaten kaçtığım şey bu değil miydi?

Haftalarca bu şekilde kendimle mücadele ettikten sonra bir sabah, öfkemin çoğunun kaybolduğunu hissederek uyandım. Kahvaltı sonrası Derviş Bey’le sofrayı kimin toplayacağı üzerine başlayan bir kavgamız oldu ama sinirli olduğum için değil, zevk aldığım için kavga ediyordum sanki. Tartışmamız bittikten sonra tüm heyecanımla olanları Fatma Abla’ya anlatmaya gittim. Anlatırken öfkemin artmasını bekledim. Yok, olmuyordu. Anlattıkça sakinleşiyor, mutlu oluyordum. Sanki tüm öfkem bir anda benden alınmıştı. Anlatımımdaki değişimi Fatma Abla da fark etmişti. Anlattıklarımı sakin sakin dinledikten sonra gülümsedi:

“Öfkeli hissetmiyorsun değil mi?”

Sorusu beni afallatmıştı. Yine de hızlıca kendimi toplayıp cevap verdim.

“Hissedemiyorum.”

“Sonsuzluğun içinde uyuşturulan ilk duygu öfke olur. Böylece kabullenmen kolaylaşır. Sende uzun sürdü aslında diğerleri ilk iki hafta içinde öfkeyi kaybettiklerini söylemişti. Benim de yaklaşık o kadar sürdü.”

“Neden kavga ediyorsunuz o zaman?”

“Neden kavga ettiğimizi biliyorsun. Hepsi bir oyun artık. ”

“Neden geri dönmüyorsunuz peki?”

“Öfkeden korkuyoruz. Öfkelenememekten de... Biliyorsun, gerçek dünyada öfkelenememek pek sağlıklı bir durum olmaz. Ama artık öfkenin nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyoruz. Aslında sana anlatmak, sendeki o öfkeyi görmek bu yüzden hoşumuza gidiyordu. En azından dışarıdan nasıl göründüğünü hatırlamak iyi gelmişti”

“Ben hatırlıyorum.”

“O zaman bu son şansın olabilir.”

Fatma ablayla uzun uzun birbirimizin yüzüne baktık. Beni anladığını hissediyordum. Kim bilir kaç kere benim şu anda yaşadığım ikilemi yaşamıştı. Kaç kere yapmak üzere olduğum şeyin kıyısından dönmüştü.

“O zaman…” duraksadım. Ben gidiyorum abla.” dedim.

“Yolun açık olsun.” dedi.

O ana kadar dinlemiyormuş gibi yaptıklarını fark ettiğim Efdal Hanım ve Derviş Bey de bana baktılar. İkisi de anlayışla başlarını salladılar. O an, öfkenin onların eski hayatlarını ne kadar zorlaştırdığını fark ettim. Geri dönmeyi istemeyecekleri kadar, buraya tıkılıp kalmayı kabul edecek kadar… Anladığımı gösteren bir bakış atmaya çalıştım. Burada gerçekleştireceğim son “o kişi” eylemim buydu. Sonra ağzımı açabildiğim kadar açtım ve bağırdım:

“İnecek vaaar!”