Görev: Karakteriniz, bir olay sonrası, faal olmayan bir özelliğinin/yeteneğinin/zaafının vs. devreye girdiğini fark ediyor.. Buna, o olay sebep oluyor. Hayatına da etkisi büyük oluyor.
Tak Tak Tak Tık
Kız Sultan kırkına merdiven dayadın, hâlâ ne istiyon? Ununu satmışsın, eleğini elemişsin. İçindeki sesle barışamaz Sultan. Geveze bulur biraz. Kendisi sevmez çok konuşmayı. Çok konuşmanın ayıp olduğuna inanır. İçindekinin bilmediği konu yoktur oysa. İleri geri durmadan konuşur. Maksat yargılamak olsun, bayılır tokmağıyla kafasına kafasına vurmaya. Aklına bir şey gelir Sultan’ın. Beyni zonklayıverir. Tak! Çabuk çıkar aklından o fikri! Canı sıkılır mesela. Tak! Çocuk musun sen, kalk işini gücünü yap! Hafize teyze gibi olmak ister, onun gibi varlığı huzur veren biri olmak... Tak tak tak! Bana bak bana, şükretmeyi ne zaman öğrencen sen? Yorulur Sultan içinden. Kalkar mutfak temizler, dolapları indirir, uzun uzun bulaşık yıkar. Ama o susmaz.
Hafize teyzeye gidip kahve içmek istedi canı. Tak! Koca kadından başka arkadaşın yok! İçin geçmiş kızım senin! Söz konusu Hafize teyze ise çok dinlemez içindekini Sultan. Kapıyı çekip çıktı, bırakamasa da onu evde. Başı dik çıktı evden meydan okumuş gibi.
“Hafize teyze nasılsın?”
“Gel kızım, gel. Sultan gelse de bol köpüklü kahvesinden içsek diye düşünüyordum ben de. Dün uğramadın.”
“Sırtım tutuldu. İş yaparken cereyanda kaldım herhalde.”
“O inkar ettiklerindendir. Ne oldu yine?”
“Doğru. O zaman tutuluyordum değil mi?”
Sultan mutfağa geçti. Koyu meşe dolaplarla örülü bu küçük mutfakta huzur bulur ilk girdiği günden beri. Mini çiçekli fincanlar hemen lavabonun üzerindeki rafta hazır durur. İki fincanı, oymalı gümüş tepsiye yerleştirdi. Bakır cezveyi ocağa koydu. Yeni kahve almak lazım diye düşündü. Bol köpüklü kahveler hazırdı. Salona geçti.
Hafize teyze cam kenarındaki berjerlerden sağdakine oturmuştu her zamanki gibi. Soldaki Sultan’ındı. Koltukların ortasındaki sehpaya fincanları koydu.
“Oh mis gibi koktu. Ellerine sağlık.”
Hafize teyze, Sultan’ı şöyle bir süzer. Gülümseyerek bakar hep. Kapıyı açarken bembeyaz saçlarını örttüğü örtüyü hatırlar, atar başından birden. İki hâli de ayrı güzeldir. Oyasız tülbent de yakışır, beyaz saçları da ayrı hoş durur. Eskiden sarışınmış. Permasız gezmezmiş gençliğinde. Son birkaç yıldır tepesindeki kelliği örtmek için topuz yaparken söylenir: “Ah akılsız başım, ne eziyet etmişim kendime güzel olacağım diye.” Kıkırdar Sultan. Zamansız söylenmelerine bayılır Hafize teyzenin. Gerçi neyine bayılmaz ki?
“İnkar demiştik. Hadi anlat. Ne düşünüp durdun yine de sırtın tutuldu?”
“Hep ben anlatıyorum kaçtır. Sen anlat biraz Hafize teyze. Hoşuma gidiyor.”
“Sıkılmadın mı sen bizim aşkımızdan? Onu sonra yine anlatırım. Bugün sıra sende.”
Sultan pencereden dışarı baktı. Sol avucunda tuttuğu sağ eliyle sabitlediği fincana baktı sonra. Yine dışarı, yine fincana… Yok olmadı. Derin bir nefes aldı. Anlatmaya değer bir şey bulamadı.
Zil çaldı..
“Kim ki bu saatte?”
Apartman görevlisinden başka kimse çalmaz Hafize teyzenin kapısını. O da akşam 5’te ekmek dağıtır, 8’de çöpleri alır.
Sultan’ı otur işareti yapıp kendisi kalktı. Kapıyı açtı.
“Aaa oğlum hoş geldin.”
“Ne haber anne?”
Ayağa kalktı Sultan aceleyle. Kaçmak istedi. Hafize teyze otur diye işaret etti tekrar. Refik, Sultan’ı görür görmez salona girmeden kapıdan döndü.
“Anne mutfağa gelsene.”
Fısıldamalar gelmeye başladı. Duymamak için direndi Sultan. Ama tahmin ettiği şey konuşuluyordu.
“Satalım evi diyorum ona da hayır diyorsun. Borç harç içinde geberip gideyim mi istiyorsun be kadın.”
“Oğlum eve iğne almadım yıllardır sana vermekten. Bir ev var. O da kalsın bari ben ölene dek. Sonra ne yaparsan yap.”
Sultan çaresizlik içinde küçüldüğünü hissetti. Keşke Refik ölse diye düşündü. Başını sağa sola sallayıp tövbe etti ama hiç içten değildi. Tak tak. Ne tövbesi? Ölsün ölsün. Kımıl zararlısı pislik. Uyuşturucu kullanıyordur kesin. Kumar borcu da vardır. Bu kadar para nereye gidecek?
Ayağa kalktı Sultan. Kapıdan sıvışmayı düşündü ama görürlerdi. Hafize teyze ya zor duruma düşerse… Oturdu. Tak. Kahraman mı olacaksın, bu herif anasını tartaklarsa? Ne sanıyorsun kendini? Gücü yetmezdi ki. Ne yapabilirdi? Keşke erkek olsaydı. Öyle bir korkuturdu ki onu, bir daha adımını atamazdı bu eve.
Banyonun kapısı öfkeyle kapandı. Refik, girmiş olmalıydı. Hafize teyze mutfakta tıkırdıyordu. Ağlamasa yanına gelirdi. Toparlanmak için oyalanıyordu herhalde.
Sultan tekrar ayağa kalktı. Mutfağa gitse Refik’le karşılaşabilirdi. Vazgeçti. Köşedeki sehpada bir sürü reklam broşürü gördü. Hafize teyzenin market indirimlerini takip etmeyeceğini biliyordu. Doğru düzgün alışveriş yaptığı yoktu zaten. İlk broşür koltuk yıkamaydı. En alta koydu. İkinci broşür emlakçınındı. Şaşırdı. Emlakçılar da dağıtıyorsa bunlardan, işimiz iş dedi. Üçüncüsünün başlığı çok ilginçti. “Yalnız değilsin, bir telefon uzağındayız.” Oturdu tekrar. Bir yardım firmasıymış. Evde tek yaşayanlara, şiddet görenlere yardımcı oldukları yazıyordu. Hem de alanında uzman oyuncularla.
Durum acilse kısa mesajla anlatılıyormuş. Konum atılıyormuş, yarım saate geliyorlarmış. Acil değilse daha detaylı çalışmalar yapıyorlarmış. Bir an Hafize teyzeyi Refik’ten kurtarmak için iyi bir fikir gibi geldi ama yarım saate Refik çıkıp giderdi. Tak. İstanbul’da kim yarım saate bir yere varabilir ki saçmalama, dolandırıcı bunlar!
Banyonun kapısı bir hışımla açıldı. Mutfakta fısıltılar tekrar hararetlendi. Hafize teyze salona geldi burnu kızarmıştı, gözleri nemliydi.
“Kızım sen yarın yine gel, kahveyi yarın içeriz olur mu?”
Sultan gülümsedi, aceleyle broşürü hırkasının cebine attı. Hafize teyzenin yanından geçip koridora çıkarken omzuna dokundu, güç vermek istedi. Karşılıklı gözlerini yumdular. Kapıyı açıp çıktı. Merdivenlerde verilen numarayı aradı. Mesaj yazmasına gerek kalmamıştı. Telefondaki adam yumuşacık sesiyle “Dinliyorum efendim.” dedi. Sultan durumu hızlıca anlattı. “Yarım saat sonra oradayız efendim.” dedi telefondaki adam. Sultan “Ama…” derken “Merak etmeyin efendim işimiz bu.” yanıtı geldi.
On beş dakika sonra telefonu çaldı. Operasyona dahil olup olmayacağını sordu adam. Tereddütsüz “Olurum.” dedi. Öyleyse araca inmesi ve kılık değiştirmesi gerekiyormuş. Tak tak. Delirdin mi? Ne anlarsın sen oyunculuktan? Temizlik yapmaktan başka yeteneğin mi var? Hemen aşağı indi. Kapıda üç dört dakika bekledikten sonra önünde ticari bir araç durdu, kapısı açıldı.
“Sultan Hanım?”
“Evet benim.”
“Buyrun.”
Tak tak! Binme yav binme! Kim bunlar biliyor muyuz mu sanki?
Sultan araca bindi. Araç hareket etti.
Dikkat çekmemek için üst sokağa park edeceklermiş. Araçta şoför hariç üç kişi vardı. Görev dağılımı yapılıyordu.
“Sultan Hanım kurgumuz şu. Ben Hafize Hanım’ın yıllardır görmediği oğluyum. Mafyayım. Refik Bey’i biraz korkutucam. Bu arkadaş da benim adamım olacak. Zeynep de kötü kalpli kadını oynayacak, ortamı gerecek. Acil durumda polise ulaşabilmek için yanımızda. Siz de bizi apartmana girerken görmüşsünüz. Kocanız kayıpmış borçları yüzünden onu öldürdüm mü diye soracaksınız. Zalim biri olduğumu düşünmeli. Biraz abartılı oynamanız gerekiyor yapabilecek misiniz?”
Tak tak. Yapamam de. Bir oyunculuk eksikti!
“Yaparım.”
“Lütfen kurguyu bozacak ani çıkışlardan ve duygusallıklardan kaçının. Bunları giyin. Kapıda sizi bekliyoruz. Hemen çıkalım.”
Sultan basma eteği, yırtık pırtık krem rengi hırkayı giydi, ayakkabılarını çıkarıp gireceği rolün terliklerini ayağına geçirdi. Ama yüzünün tanınmaması için bir şey vermemişlerdi. Tam tülbenti alacakken yere bir şey düştü. Maske. Yerden aldı maskeyi, evirdi çevirdi, yüzüne yerleştirdi. Camın kenarında duran küçük aynaya baktı. Yüzü çok daha esmer ve yaşlı bir kadının yüzüydü artık.
Araçtan indi. Hızlıca apartmana yürüdüler. İçeri girdiklerinde ağlama sesi duydular. Sultan panikledi. Adam “Sakin olun.” dedi. Zemin katta bekleyip birazdan yukarı çıkmasını söyledi. Oyuncular Hafize teyzenin kapısını çaldı. Refik yarım bir şekilde kapıyı açtı. Adam üzerine attığı ceketten silahı görünecek şekilde yan durdu.
“Hafize anamı çağır abisi.”
“Siz kimsiniz?”
“Ne yapcan? Dediğimi yap, anamı çağır.”
Hafize teyze kapıda göründü.
“Anam benim. Öyle özlemişim ki seni. Nasıl, değişmiş miyim?”
Hafize teyze şaşkın şaşkın bakıyordu. “Buyrun.” diyebildi cılız bir sesle.
Refik kapıyı gevşek tutuyordu artık. İçeri girme vaktiydi.
Sultan hızla merdivenleri çıktı. Oyuncular tam içeri girmişlerdi ki Sultan adamın ayağına sarıldı. “Ağam yalvarırım kocamı geri ver. Öldürdüysen de öldürdüm de. Sana borcunu ödemedi, seni oyaladı ne desen haklısın ama bana acı yalvarırım.”
“Dur be kadın sen de kimsin? Kocan kim?”
“Kumarbaz Halil.”
“Haaa. Kocan çok kaşındı bacım ama ben bir şey yapmadım.”
“En son sana diye çıktı evden ağam. Ne olur söyle!”
Adam yanındaki adama işaret etti. “Al şunu paçamdan anamla konuşcam. At dışarı.”
Sultan hem ağlıyor hem bağırıyordu. “Kocam nerde kocam?”
Tak tak. Sus be. Yeter. Dışarıdayız artık.
Zemin katta üzerindekileri çıkarıp beklemeye başladı Sultan. Görevin başarılı olduğuna emindi. Refik kesin çok korkmuştur, diye düşünerek keyiflendi. Ayrıca ne güzel oynadım ya, demek ki temizlik dışında da başarılı olduğum bir konu varmış. Tık. Evet, biraz abartılı oynadın ama iyiydin. Sultan’ın beyni zonklamıyordu.
Hafize teyzelerin kapısı açıldı. Sultan saklandı. Refik ayakkabılarının ökçelerine basarak paldır küldür apartmandan çıktı.