Burada ayın on dördü görünmez dumanlardan. Geceleri susmaz akan suların şırıltıları. Cırcır böcekleri ve yaprak hışırtıları. Telaşın bitmeyeni vardır kapıların eşiğinde. Sesin en yükseği; çok az duyan birine kendini işitmeye çalışır gibi. O odur, bu budur yayılmış günlerin saatlerine, biraz da hayata. Birkaç kelime işitince birilerine dair, o kelimeler büyürbüyürbüyür. Sıra sıra dağlara kadar yükselir. Görünüz herkesçe ama o duymasın denir. Duyarsa da kıvrılır bu kez kelimeler. Hışırtıların arasına karışır kıvrılan kelimeler. Onun içine turuncudan bir kin oturur. Dağa ulaşmış onlarca yığın kelimeden kendine ait olanı görür, kinlenir ve kinlenir. Turuncu büyür. Bu kez, o kelimeden bir yığın oluşturur. Onlarca sesi toplar, biriktirir ve turuncuyu büyüten yığından daha büyük bir şey oluşur. Fakat hiçbir yığın, ne kadar büyürse büyüsün, dağları aşamaz.
Yaz başlarında tepeye çıktığımda gördüm bu yığınları ilk. Onlarcayüzlercebinlerce yığın, gezegenvâri. İlkin sıcak havanın oluşturduğu bir sis yahut bu sisin bulanık etkisiyle hayal gördüğümü zannettim. Sonra sesler yükseldi. O yığınları oluşturan sesler ayyuka çıkmaya başladı. Her yığından kendine has koku ve renk çıkıyordu. Gök, koyu gri bir sisi andıran renge büründü. Sesler yükseldikçe bir koku yayıldı etrafa. Tarifini etmek için muhayyileyi zorlayan, duyduğum en kötü koku neydi diye sorduran cinsten. Hâlen bir tarifi yok. Sesler yükseldi, gök karardı, turuncular büyüdü; turuncular başka turuncular büyüttü.
Bir sesi çektim çıkardım oradan. Aşina bir ses. Baktım benden bir renk, benden bir koku. Tiksindim. Bir kahkaha sonra. Koşa koşa indim tepeden. Hayırhayırhayır. Kulaklarımı ne kadar kapatsam da ses gitmiyor. Hayırhayırhayır diyebiliyorum yalnızca.
Birbirine iliştirilmiş hayırların arası bir açıldığında nasıl? diyebildim. Sonra ise lütfen.
Kulaklarımı kapatmayı öğrendim işte o zaman. Tepeye çıkmadan yapabiliyordum bunu. yığınlar büyüyordu ama ben kulaklarımı kapatabiliyordum. Tepeye çıkıyordum. Yığınları görsem bile işitmiyordum. Gök siyahtan hâllice griydi ama ben işitmiyordum. Kahkahanın sesi çok uzaktan geliyordu.
Ama yeter sandığımız yetmezdi kimileyin. Tekrar dedim ki nasıl? Bu kez başka kulaklar kapatmayı öğrendim. Başka ağızlar da. Duymuyordum neredeyse. Bir cesaretle kulaklarımı açmayı denedim. Açayım da öyle duymayayım. Hemen olmadı. Ama zamanla o da oldu.
Kulaklarını kapatanlar arttı. Yığınlar da azaldı. Kulağını kapatıp duyanlar da oldu. Ağzını kapatıp konuşanlar da.
Görememeye başladım yığınları. Sevinç. Kahkahayı duymuyorum.
Bir sonraki yazın başlarında tekrar çıktım tepeye. Bilmenin ötesine geçmedi bu kez hiçbir şey. Yığınların orada oluşunu, turuncuların büyüyüşünü, o kahkahanın hiç dinmeyeceğini biliyordum. Göremesem de gökte koyudan bir gri vardı, biliyordum.
O kötü kokunun ne olduğunuysa şimdi anlayabiliyordum: Ağızda fark etmeden gevelediğimiz bir et parçası.
Hacer Noğman
Görev: Karakteriniz, bir olay sonrası, faal olmayan bir özelliğinin/yeteneğinin/zaafının vs. devreye girdiğini fark ediyor. Buna, o olay sebep oluyor. Hayatına da etkisi büyük oluyor