Bir Çift Göz

Emine Ecran Şenel

*Ben hep aynalardan geçerim doktor, aynalar benden geçer.

Rükneddin’in Kalbi İçin Kehanetler/Kemal Sayar

Her şey olmadan önce gençtim. Yaş olarak hâlâ genç sayılırım ama… Delikanlıydım, babayiğittim, güçlüydüm, yakışıklıydım, merttim, cesurdum, becerikliydim. Okumadım belki ama zekiydim. Öncedendi, hepsi önceden. Yüzümle birlikte kaybettim bütün güzellikleri. Hayallerimi, sevdiklerimi, sevildiklerimi, umutlarımı, inançlarımı… En çok da yüreğimi titreten, adımlarımı birbirine dolayan, aklımı başımdan alan o bir çift gözü kaybettim. Oysa ona bakmak… neyse.

Askere gitmeden önceydi. Çok çalıştım, hayaller kurarak birikim yaptım. Azimliydim, çalışkandım, kararlıydım. Bizim Mehmet’le aynı anda gittik askere. Dönünce ortak iş kuracaktık. Sonra yuvamızı da kurardık belki. Belki de o bir çift gözle… neyse. Mehmet işini de kurdu, yuvasını da. Ben? Dedim ya, kaybettim herşeyimi. Yüzümle birlikte.

Askerde komutanlardan birinin şoförlüğünü yapıyordum. Getiriyordum, götürüyordum, bekliyordum. Kolaydı yani, askerliğin bir zorluğunu görmedim. Saymadım bile günleri, geçti gitti. Tezkereye son bir ay kalmıştı. Yine bir gün komutanı evine bırakıp birliğe dönüyordum, karşı şeritten gelen bir tır benim olduğum şeride girdi ve bana doğru gelmeye başladı. Ben de korkuyla direksiyonu sağa kırdım. Uçurumdu sağ taraf. Kayalıklı, koca bir uçurum. Kazayı görenler koşup beni kurtarmaya çalışmışlar, ambulans çağırmışlar. Allah onları kahretsin, demek geliyor içimden ama demem. Bıraksalardı da ölseydim ne olurdu sanki? Yüzüm dağılmış, kulağım kopmuş. Bir çok kırık da vardı vücudumda ama kırıklar yaralar gibi olmuyor, kaynayıp geçiyor. Oysa yaralar… Acısı geçse de izi geçmiyor, çirkinliği, derinliği geçmiyor.

Üç ay bilincim kapalı olarak yoğun bakımda kalmışım. Herşeye hazırlıklı olun, demiş doktor. Olmamışlar herşeye hazırlıklı. Anamın duası, babamın umudu hazırlıklı olmadıkları şeyi olur kılmamış. Onlara da öfkeleniyorum içimden, bıraksaydınız da ölseydim, demek istiyorum ama demem. Kendime geldikten sonra onlarca kez ameliyata girip çıktım. Yüzümü toparlamaya çalıştı doktorlar, olduğu kadar. Olduğu da bu kadar. Beni gören çocukların korkudan saklanacağı kadar, insanlardan kiminin acıyarak bakıp vah tüh edeceği, kiminin de acımıyormuş gibi yapıp gözlerini kaçıracağı kadar. O bir çift gözün bir daha asla gözlerime, yüzüme değmeyeceği kadar. Ahh…

Bir yıl hastanede geçti; ameliyatlar, ilaçlar, tedaviler… Hastaneden çıktıktan sonra millet geçmiş olsun ziyaretine başladı. Geliyorlar, oturuyorlar, akıllarınca teselli veriyorlar, daha beterlerinin de olduğunu hatırlatıyorlar, annemin hazırladığı kekleri, kurabiyeleri gömüyorlar ve gidiyorlardı. Çok sıkılmıştım. Yalnız kalıp acımı yaşamak, doya doya ağlamak, küfretmek, kaybolan inancımı sorgulamak istiyordum. Bitmiyorlardı. Ne çok eş, dost, akraba varmış.

Yine öyle bir gündü. Geçmiş olsun ziyaretine gelmişti birileri. Birisi laf arasında o bir çift gözün sahibinin adını dedi. Dedi ki hafta sonu düğünü… Dedi ki güzelim kızı çirkin birine… Dedi ki sana yakıştırırdım ben onu, kader işte. Kader. Kader. Keder. Nefesim kesildi, zaman durdu, mekân kayboldu. Yüzümdeki yaralardan daha büyük, daha dermansız bir yara açıldı yüreğime. Yüreğimin tam ortasına. Büyüye büyüye zamanla tüm benliğimi kaplayacak bir yara. Kalkıp odama geçtim. İçimden küfürler savurdum, lanet ettim. Bütün çirkinliğimi, bütün kaybettiklerimi haykıran aynaya bir yumruk indirdim.

Ne olduysa o zaman oldu. Olması gerekenler olmadı, ayna kırılmadı mesela. Vurma sesi de çıkmadı. Olmaması gereken oldu, elim aynanın içine geçti mesela. Sonra ayağımı değdirdim yavaşça, değmedi. İçinden geçti aynanın. Parmağımı dokundum, dokunmadı, içinden geçti. Aynanın içine girmek istesem girebilecektim ve uzun zamandır ilk defa bir şey istedim; aynadan geçmek. Nereye olduğunu bilmeden, kimseye haber vermeden çekip gitmek. Girdim aynanın içine. Yavaş ve temkinli.

Gece üçte yatağımda uyandım. Ya da uyandığımda gece üçtü. Bütün yaşadıklarım rüya mıydı? Dün gelen misafirler, verdikleri kara haber, aynadan geçmem. Hepsi rüya mıydı? Rüyaysa her şeyi nasıl bu kadar gerçekçi hatırlıyordum? Rüya değilse aynadan geçtikten sonra ne oldu? Rüya olmasını ister miydim? O bir çift gözü sonsuza kadar kaybetmiş olmamak için evet. Kalktım, sabaha kadar sigara içtim. Sabah annem geldi odaya, izmaritleri görünce iç çekip ben sana daha güzellerini bulacağım yavrum, dedi herşeyin rüya değil gerçek olduğunu darmadağın yüzüme vurarak. Boş ver ana, hayırlısı böyleymiş, dedim, hayra inanmasam da. Böyle deyince anamın yüreğine su serpilirdi, bilirdim. Dün nerelerdeydin, diye sormaması dikkatimi çekse de üzerinde düşünmedim. Aynaya baktım, bir ara yeniden içinden geçmeyi deneyecektim.

O gün kuzenler geldi ziyaretime, hiçbir şey olmamışçasına şakalar yapıp muhabbet kurmaya çalışıyorlardı ama bende gülecek, onlara eşlik edecek mecal, neşe, ruh yoktu. Odama geçtim, düşündüm. Aynanın içinden geçmek isteyip istemediğimi düşündüm. Nerede olmak istiyordum? Orada mı, burada mı, arafta mı? Orası neresi? Burası neresi? Araf? Nereyse nere. Araf maraf. Burada olmak istemiyordum. Aynadan geçmek istedim ve geçtim. Yine gece üçte yatağımda buldum kendimi. Aynadan nereye geçiyordum? Geçtiğim yerde ne yapıyordum, nasıl bir yerdi? Ben aynadan geçince arkamda neler oluyordu? Yokluğumu fark ediyorlar mıydı? O bir çift göz… Sabaha kadar bunları düşünerek sigara içtim. Sağlığa zararlı bilirim ama bende zaten sağlık kalmadı, bir çeşit intihar yolu olarak bu illete başladım. Hatta intiharın en masum, en kolay, intihar ettiğinin insanlara en çaktırılmayan yolu diye düşünüyorum.

Aynadan geçme işine birkaç gün ara verdim. Düşündüm durdum, deliriyor muydum, gerçekten geçiyor muydum? Korkuyordum. Aklımı da kaybetmekten korkuyordum. Birkaç gün yaklaşamadım aynaya. O sabaha kadar. Mahallede müzik seslerinin duyulduğu o sabah. O bir çift gözün başkasına… Buna dayanamazdım. Aynadan geçmeliydim ve bir süreliğine de olsa yok olup unutmalıydım. Gerçekten geçip geçmediğimi ve ben yokken neler olduğunu görmek için kendi telefonumun kamerasını açıp odama koydum, annemin telefonu da uçak moduna aldım, kamerasını açtım ve salona koydum. Gidip aynadan geçtim. Gece üçte uyandığımda telefonumdaki kayda baktım, gerçekten aynadan geçmiştim ve ben gittikten sonra odamın kapısını açan olmamıştı. Annemin telefonundaki kayda baktım, herkes ve her şey öyle normal, öyle yolundaydı ki sanki ben hiç yoktum. Anamın yüzündeki keder, babamın omuzlarındaki dağ kalkmıştı sanki. Adım bile anılmıyordu. Anladım ki aynadan geçtiğimde dünyadan hiç geçmemişim gibi varlığım unutuluyordu. Biliyorum ki unutulmasa bir kez olsun odamın kapısını açıp bakarlar, hiç olmadı akşam yemeğinde birbirlerine beni sorarlar, daha olmadı ertesi sabah bana nerede olduğumu sorarlardı.

Aynadan geçiyordum, unutuluyordum, unutuyordum… Ya sonra? Her şey kaldığı yerden devam ediyordu. Mahalledeki düğün devam ediyordu, yüzümdeki izler, gönlümdeki yara, başımdaki sevda devam ediyordu. Nefretle baktım aynaya. Madem beni içine kabul ediyordu, ya hiç bırakmayacak, ya da bir şeyleri değiştirecekti. O esnada aynada bana bakan bir çift göz gördüm. Bu bir çift göz, o bir çift gözdü. En son askere gitmeden bir gün önce görmüştüm onu. Yüreğim yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı, boğazım düğümlendi, nefesim kesildi, gözlerim doldu. Aynaya yaklaştım, tam karşısında durdum. O bir çift gözün dudakları, burnu, gece karası saçları, hilal kaşları, ok gibi kirpikleri, elleri… Ellerini uzattı bana. Gel, der gibiydi. Ellerimden tut, der gibiydi. Yapmadım. Tutamadım. Geçmedim aynadan. Geçersem yok olacak diye korktum. Sabaha kadar o bana baktı, ben ona baktım. Önceden olduğu gibi tek kelime etmeden, o bana, ben ona. Sabah annem odaya girince kayboldu bir çift göz. Yok oldu. Annem kahvaltıya çağırdı, gittim. Gözümün önünden gitmiyordu hülyası. Duramadım. Tekrar odaya gidip aynaya baktım, yoktu. Dışarı çıktım. Günlerden pazardı. Yani gelinlerin baba evinden çıkma günü. Onu öyle görmeye dayanamayacağımı bile bile evlerine gittim. Ne çalgı vardı, ne çalgıcı, ne davul, ne zurna, ne masalar, ne sandalyeler. Düğün evi olduğuna dair tek bir alamet yoktu. Kapıyı çaldım, annesi açtı. Evde mi, diye sordum. Kim, dedi. Kızınız, dedim. Adını söyleyemedim. Adını bir kere bile ağzıma alamadım ki. Kıyamadım. Adını ansam yapraklarına dokunulan bir çiçek gibi incineceğini sandım hep. Benim kızım yok ki delikanlı, dedi annesi.

Kadına cevap vermeden eve gittim, anneme sordum. Düğün ne oldu, dedim. Ne düğünü, dedi. Komşuların kızı… derken anladım her şeyi. Aynadan geçmişti o da. Aynadan geçip unutulmuştu. Hızla odama girdim. Aynaya baktım, görünmüyordu. Elinden tutmak istedim, doya doya bakmak o gözlere. Aynadan geçtim. Gece üçte yatağımdaydım. Sabah evlerine gittim, o yoktu. Eve geldim, aynadan geçtim, gece üçte yatağımdaydım…

E.Ecran Çeliksu