İnsanın bir güne hikâyesi nasıl başlarsa öyle başladı onunki de. Gözlerini açtı. Her şeyden önce bir hikâyeye dahil olmak istiyorsanız önce gözlerinizi açmanız gerekirdi. O da öyle yaptı, gözlerini açtı, perdeye baktı, havanın nasıl olduğunu tahmin etmeye çalıştı. İçinde gri bir huzursuzluk peyda oldu. Yağmurlu havanın huzursuzluğu, soğuk havanın huzursuzluğu. Gerindi. Ellerini kaldırdı, tavana paralel tuttu. Parmaklarına baktı. Tırnaklarım uzamış, diye geçirdi içinden. Çapaklarını temizledi. Telefona uzanıp, birkaç dakika önce ertelediği alarmı tamamen kapattı. Saati kontrol etti, hemen sonra tarihe ilişti gözü. Tarihlere dair kafasındaki tasnifi düşündü, bugünün neye tekabül ettiğini bulması zor olmadı. Bugün yeni yaşına girmişti. Bu kadardı. Bugün, çıkmaz ayın son çarşambasıydı. Bu cümleyi sesli söyledi.
İçinde yeşermeye başlayan hisse kulak verdi. His, ona dünden daha yaşlı olduğunu fısıldıyordu. Bu his aslında bunu ona her gün fısıldıyordu. Fakat o, bazı günler bunu alıp kulağına sokuyordu. Bunu yapmasına gerek yok, diye düşünüyordu. Aynanın karşısına her geçişinde gözlerindeki ferin gittikçe söndüğünün o da farkındaydı. Kaşlarını kaldırdığında alnında beliren sıra sıra çizgiler de bunu ona söylüyordu. Ya da saçlarındaki aklar, elini saçına her atışında yaşlandığını ona hissettiriyordu. Buna benzer birçok şeyin ona bunu söylemesi yetiyordu. Bu hisse ne gerek vardı şimdi? O hissin ne zamandır içinde olduğunu düşünmeye başladı. Bunun ona hissettirdiği diğerlerininki gibi değildi.
Zamanın biriktirdiği bir şeyin yutağına biriktiğini hissetti. Günleraylaryıllar mıydı bu birikenler, diye düşündü fakat hayır. Şöyle bir yokladı zihnini, kişiler miydi bu birikenler ama yine hayır. Anlar mıydı, hayır. Bir cevap bulamayacağını anladığında her şey başa döndü. Bugünün ne ehemmiyeti vardı sorusu silik harflerle odaya doluştu. Ayaklanıp perdeyi açtı. Pencerenin yan tarafında duvara tutturulmuş takvimin yaprağını kopardı. O sayıya ve ayın adına baktı. Hemen sonra yıla. İçinden birkaç defa tekrarladı yılı. Kaşlarını çattı istemsizce. İnanmadı bir de sesli tekrarladı. Boğazındaki yumru kendini hissettirdi. Yutkundu. Kaşları normal hâline döndüğünde şimdi ne yapacağını düşündü. Şimdi ne yapabilirdi? İnsan tekrar aynı yaşına girdiğinde ne yapabilirdi? Yaşadığı şeylerin aynılarını hem de çok bilindik hislerle nasıl tekrar yaşardı? Tekrar tekrar acıları nasıl çekerdi bir insan? Ya da mutluluklarını önceki gibi yaşayabilir miydi? Ölüme daha da yaklaşacakken geri mi gelmişti? Aldığı nefeslerin sayısı tekrar mı edecekti bir sene boyunca?
Tekrar yutkundu. Ya seneye de böyle olursa n’apardı? Yarından tezi yok ölmeli, mi derdi? Ölmek için daha erken, diye düşündü bu kez. Ne zaman erken değil sorusunu hemen peşine ekledi. Bilemez ki insan. Ama henüz erken. Bunu bilmek yetmez mi? Kaç yaşındayım, dedi. Bunu, odadaki herhangi bir nesneden cevap bekliyor gibi sorduysa da cevap alamadı. Birkaç dakikayı boş boş bakmakla geçirdi. Bekledi duvarların herhangi birinde yaşının belirmesini fakat bunun imkansız olduğunu bilerek bekledi. Duvarları yokladı; harfler gördüyse de sayı göremedi. Harflerin ne anlama geldiğinin bir önemi yoktu çünkü yaşını hatırlaması gerekiyordu. Tekrar yutkundu, bunun yaşını hatırlatmayacağını bilerek ve korkuyla.
Bugün, diye geçirdi içinden. Geçen sene bugün, bugünle aynı yani. Ben geçen sene bugün ne yapmıştım? Hatırlamıyorum ki. Ama eğer bugün o günün aynısıysa, şimdi n’aptıysam o zaman da bunları yapmıştım. Ama bi dakka, geçen sene bugün, ondan önceki seneye tekabül eden bugünün aynısı değildi ki.
Tekrar yutkundu. Derin bir iç çekti. Geçmişi hatırlamaya çalışmasının bir anlamı olmadığını, bunun ancak onun aklını karıştırdığını fark etti. Bugünü ve sonrasını düşünmenin daha mantıklı olacağı kafasına yatmaya başladı. Bir seneyi hiç yaşanmamış kabul edebilirdi. Ya da bu yılın önceki yılın tekrarı olmadığını. Buna kimse mani olamazdı. Evet evet, en iyisi böyle yapmaktı. Bir ağacın gövdesindeki halkalara yenisinin eklenmesinin onun için bir önemi var mıydı? Evet evet, en iyisi böyle yapmaktı. Bugün, kalan hayatının ilk günüydü, bunu iyi değerlendirmeliydi. Seneye bugün, bugünün aynısı olabilirdi. Her şeye hazırlıklı olmalıydı. Fakat çok düşünmemek kaydıyla. Düşünen kimin başı göğe ermişti ki? Her an her şey olabilir diye düşünerek hareket etti. Elini yüzünü yıkasa iyi olurdu. İyi olur da bir soru arkada sessizce tekrar ediyordu kendini. Sahi, bugün kaç yaşına girmişti?
Bugünün huzurlu geçmeyeceğini takvime baktığında anlamalıydı. Ama o, şimdi banyoda ayna karşısında dururken, türlü türlü şeyin zihninin duvarlarına çarpmasıyla bunu anlıyordu. Geçmişin tekrarı yahut geleceğin, adının aksine gelmeyeceği ihtimalini düşündü. Ya yarına gidemezsem yahut bana ulaşmazsa yarın. Güneşin ardına düşüp yarını kovalayacak hâlim yok ya. Dün böyle miydi yahut evvelki gün? Hayır değildi. Sahi, o zaman da yarının geleceği meçhuldü. Bu anlamda bugünün o günden ne farkı var?
Aynaya bakarken yüzünde o çizgileri hissetti: Ona nemli bir duygu hissettiren çizgileri. Beş gün öncesinin bugünden ne farkı var, dedi bu kez. Hiçbir farkı yok, diye yanıtladı kendini. Gözlerindeki feri yokladı, üç beş gün önce nasıl göründüğünü hatırlamaya çalıştı. Hatırlayamadı. Ama biliyordu, şimdi daha yaşlıydı. O zaman da yekten bu dünyadan gidebileceğini biliyordu ama bugün daha çok biliyor. Yarına güvenmiyor eskisi kadar.
Yaşının kaç olduğu yahut geçen yılın tekrarını göz ardı etti. Gelememe ihtimali olan yarını düşünerek evin bütün odalarını dolaştı. Bir şey arıyormuş gibi fakat aradığını bulamayacağını bilerek dolaştı. Anladı ki bulacağı evde değildi. Üzerini değiştirip dışarı attı kendini. Ne bulacaktı, bunu netleştirmesi gerekiyordu. Yarın mı? Galiba. Yarının gelmeme ihtimali olabilir fakat benim ona gitmeme ihtimalim diye bir şey söz konusu değil, diye düşündü. Sokakların onu yarına çıkaracağını umarak yürüdü. Doğuya yahut batıya, hangi yöne giderse gitsin güneşi kovalayacağının farkındaydı. O, tercihini batıdan yana kullandı. Bildik caddelerden geçti. Yarına ulaşmanın heyecanıyla yürüdü. Evde, yatağında uyuyup sabah olmasını bekleyebilirdi ama o kolaya kaçmadı ve kendini sokaklara attı.
Gün sonuna doğru bulutlar gökten çekildi de güneş turuncu örtüsünü yaydı etrafına. O, bunun sevinciyle daha hızlı yürüdü. Güneşi kaybetme korkusuyla koşar adımlar attı. Böyle anlarda da dünya yuvarlak mıydı? Bu ve benzeri soruların hiçbirini duymuyordu o. Tıpkı, basımdan hatalı çıkan takvimleri toplamak için seferber olan çalışanların seslerini duymadığı gibi.
Hacer Noğman
Görev: Karakterimiz sabah kalktığında takvime bakıyor. Bugün benim doğum günüm, diye geçiriyor içinden. Fakat bir sorun var: Geçen yıl tam da bugün, takvimde yazılı olan yıl ile şimdi önünde duran takvimde yazılı olan yıl aynı.