İki Yılı Bir Olan

Emre Ergin

Milyonlarca gün vardır ve her birinde insanlar patır patır ölürler. Biz direklere bakarız. Direkler yavruağzı çarşambalara benzer. Kimsemiz yoksa da günlerimiz vardır. Günler içleri boş bardaklara benzer. İçine ne koyarsan onu alır, ama koymazsan da boş kalmaz. Çapaklanır, tortulanır, iltihaplanır. Balçıklanır. Hemen temizlemezsen, mikrop kapar, kızarır, morarır, bozarır. Kanser olur.

Sabah kalkınca camdan dışarı bakma. Sonra bakarsın. Hava henüz karanlık. Ezan okunalı çok olmadı. Belki mahallenin elektrikleri kesiktir. Bir şey görmezsin. Elini yüzünü de yıkama, yani aldığın abdest uyandırmadı seni, yenisini alsan da az önce birbirinin ardına nasıl yamadığın belli olmayan rekâtları telafi etmez.

Takvime bak.

Günler vardır, milyonlarcadır. Güneş Dünyanın etrafında dört döner. Başlangıçta bir eğlence için başlayan bu dönüş, zaman geçtikçe, geçtikçe zaman, ivmelendikçe Güneş, dünya yerinde yakışıklı bir beyefendinin nerelere sığmaz gülüşüyle güldükçe Güneş olur da durursa bütün bir parti kendisi için biter zannıyla, eğlenerek değil de bir görev bilinciyle, dünyanın etrafında döndükçe-döndükçe-döndükçe, ağzı olmadığından çığlık atamadığından bunun yerine parlamayı seçtikçe gözlerimizi alırdı, biz de bari ilk namazımız güneşin alnımızı yalayan diliyle mundar olmasın diye, daha o doğmadan kalkmış olurduk.

Geçtiğimiz hafta Regaib Kandili vardı ama akşam eve dönünce fark ettin. İşten yorgun argın, vidyolarla yatışan yorgunluğun arasına sıkışan vatsap bildirimleri. İnsanlar vardır, milyonlarcadır, patır patır ölürler. Bazısı sana kandil mesajı atar, ölmeden önce, onları dindar hatırla diye. Şimdi sen durup da telefona bakmazsan kandil olduğunu hatırlamazsın, kandilin manasını da tam bilmiyorsun. Yaşlı insanlar bu konuyu senden daha iyi biliyorlar. Bunu kabul etmen zor, çünkü sen onlardan daha çok kitap okudun. Kandilin bidat olduğunu, ilk defa bin yılından sonra kutlandığını bildiğin için kandilin manasını da onlardan daha iyi bildiğini düşünüyorsun. Ama öyle değil.

Aklın iğdiş edilmiş. Üstünden kamyon kamyon işgalci geçmiş. Ama hiçbiri çok durmamış. Sabah kalktın, takvime baktın. Bakmasan da biliyorsun gregoryen takvimin hangi ayındayız. Gelmişler, zaten duvarları darmaduman, kapıları her gün kendini attığın türlü saçmasapan meşgaleden ötürü aşınmış. İçeriye girmiş işgalciler, ama bulduklarını beğenmemişler. Siktir olup gitmişler. Her defasında aynısı olmuş, kelimeler, kavramlar, icatlar, masallar, eserler, teknikler, metodlar. Ortada sınırın namusu filan kalmamış, çünkü yavaş yavaş dört yanından işgale uğrayan Filistin’in nerede başlayıp nerede bittiği kendilerine sorulan İsrailli köpekler gibi gülermiş, senin zihninin sınır bekçileri de.

En son gelen işgalciler de işte sayılarmış. Bir iki üç.Pazartesi günü, saat dördü yirmi geçe. Dıtlamaların arkasına sığınmış sabah namazları. Kaç saat uyursam uykumu alırım Ramazanları. Yüzde iki buçuğun yanında esamesi okunmayan gelir vergileri. İki bin yirmi bir. Ve şimdi yine takvime bakıyorsun. Aylık maaşın on bin iki yüz elli yedi te lenin otuzda birini hesaplayıp yüzünü buruşturmadan önce, yıllık iznine kaç gün, kaç dakika kalmış, bunu hesaplamak için mi?

Hâlâ takvime bakıyorsun.

Bir sıkıntı mı var?

Normalde sabah namazından sonra hemen yatağına geri koştururdun, yeşil başlı ama adidas ayakkabılar giyen ördekler sayarak uykuya dalmak için, eğer kırk yedi dakika daha uyursan günde yedi saat elli yedi dakika uyumuş olursan diye. Ama şimdi kalakaldın. Sonra irkildin, silkindin ve içeri gidip telefonunu eline aldın.

Altı yeni bildirim. Hepsi de geçen seneden. Doğum günün kutlu olsun.

Tekrar telefonuna baktın. Ayarlarına girdin, zaman dilimini filan kurcaladın. Bir açıklama bulmak, teknik dehan ile bu garip hikâyeye bir çözüm getirmek için. Ama bir yandan da için için biliyorsun. Senin için bütün diğer bidatlardan ve hatta bazı bidat olmayanlardan daha kutsal bir gün olan doğumgününde kimin sana ne mesaj yazdığını hatırlarsın. Bu mesajları da hatırladın. Hepsini geçen sene okumuştun. Elâ’dan gelmişti, “Arkadaşlığımızın köklerini daha derinlere salıp, bize bilmediğimiz ….” diye başlıyordu ve seni hınzır hınzır gülümsetmişti o zaman. Sonra annen yazmıştı “Oğluşum seni iyi ki doğurmuşum.” diye, mesaj bu kadardı, doğumun uzun vadeli sonucu olan kemik erimesinden filan bahsetmiyordu. Bir de Garanti Bankası yazmıştı, ilk aşkın yazmıştı, Duolingo’dan bir bildirim vardı, ayrıca akrabalardan birisi Facebook duvarına yazmıştı.

Hepsi geçen senenin aynısı.

Bugünün doğumgünün olduğunu unutmuştun ve bu aslında başlı başına ilginçti. Bugün takvime baktığında geçen senenin yılını görmüş olman da ilginçti. Ya telefonundaki bildirimlere ne demeli?

Geçen hafta, Cuma çıkışı camii’de takvimleri görmüştün. Yeni yılın başında getirmişler diyanet takvimlerini, cemaatin en yaşlıları dışında talibi olmadığından epey artmıştı, bir kenarda dağıtıyorlardı. Şimdi kâğıttan bir takvimim olsaydı, ki diye düşünürken yakaladın kendini ve güldün.

Şimdi kâğıttan bir takvimin olsa, senenin başından beri hiçbir günün yaprağını koparmadığını görürdün. Bir ajandan olsa gelecekteki toplantılarla bugünkü toplantıların arasında, bugünün tarihini kestirmen mümkün olmazdı. Günlüğün olsa boş kalırdı. Milyonlarca saniye akar, mermer olsa çatlatır, ama boşluk… Boşluğu dolduramaz zaman. Başka şeyler doldurur onu.

Şimdi zaman, uzunca bir süredir susuz kalmış gibi bardağını sana uzatıyor. Yani şimdi değil, aslında çoktan beri. Sen dolduracak olsan lıkır lıkır içecek ve diyecek ki bir daha. Sen bir daha dolduracaksın, ama kanmayacak zaman sendeki bu sığlığa. Öteye beriye uzandıkça genişleyen zihnin, ederin işte iki buçuk litre olduğu için eti budu tartıldığında, ancak aynı yılın üzerinden defalarca geçilirse bir halta yarayabilecek. Ve sonunda, Allah sana acımış da son yılını geri vermiş meselâ. Bir şans daha mı?

Bir şans daha değil.

Bazısı şöyle sorar. Allah bizi bu dünyaya neden göndermiş? Zaten yapacaklarımızı bilmiyor mudur? Dünya’yı aradan çıkarıp iyileri cennete kötüleri cehenneme gönderse ya.

El cevap şudur ki Allah bilse de biz bilmiyoruz, biz bilmiyoruz, biz bilmiyoruz ne yapacağımızı ve neyi hak edeceğimizi, hak ettiğimizin üzerine ne bahşedileceğini, Allah’ın karşısına nasıl bir zaman matarasıyla çıkacağımızı bilmiyoruz, ve biz kim olduğumuzu öğrenelim, Allah’ın her ismine yaşarken şahit olduğumuz gibi, ölünce de Adil ismine şahit olalım diyedir Dünya.

Ve sen öylesine aklı kıtsın ki milyon kere yaşasan da yine aynısını yaşayacağını anla diye yeniden verilmiş sana son yılın.

Bütün bunlar aklına gelmiyor telefonuna bakarken. Hâlâ ayarlardasın, Google’a sorununu Türkçe yazdın çıkmadı, İngilizce yazdın, arama motorunu aldatmak için hayatın anlamını bilip de söylemeyen siber dervişlerin arasında gezindin. Güneş hafifçe doğdu, geçen senenin bugünü üzerine, insanlar birer yaş gençleşti. Son senenin serveti geriye alındı, senin anlayacağın dilden Ctrl Z. İnsanlar patır patır ölmeye devam ettiler, öylesine saçma sapan ölüyorlardı ki dirildiklerini de kimse fark etmedi.

Biraz daha kurcaladın interneti. Bu soruna yer veren birkaç kitap buldun. Rus sitelerinde gezinerek kitapların korsan PDF’sini indirdin. Bütün araştırma azmini, başına gelenin ne olduğunu anlamaya vakfettin. Direkler gün ışığının altında görünmez oldular. İşe gitme vaktin yaklaştı, ama artık tecrüben bir sene daha azdı. İşe gitmeden bu meseleyi halletmen gerektiğini düşündün, kalktın ve kendi kitapların arasında dolaştın, kendi yazdıklarına baktın, atmadığın alışveriş fişleri, garanti belgeleri, içinde samimiyetle son bir yılın, gerçekten geçtiğine dair bir şeyler aradın, aslında ufak tefek şeyler buldun da. Ama hiçbiri seni tam tatmin etmedi, yani sanki son işgalci olan sayılar da artık yadırgamıştı bu pespayeliği de onlar da seni arkada bırakıp gidecek gibilerdi.

Bu geçen son yılın gerçekten geçtiğine dair, ne demekse o artık, bir şeyler aradın evin içinde, ama bulamadın hiçbir şey. Tatmin olmadın.

Sonra yeniden kitaplara gömüldün, araştırmalara, hesaplara, elinden ne geliyorsa, görelilik kuramını icat etme görevi verilen bir köpek nasıl her şeyi koklamakla başlayacaksa işe, sen de öyle başladın başına gelenin ne olduğunu anlamaya çalışmaya. Aradın, taradın, okudun, notlar aldın, oklar çıkardın, bilgisayarının biosuna, telefonunun root menüsüne girdin, yazılımlar yükledin, programlar kurdun, güncellemeler yaptın, yeni şeyler öğrendin, ama saatler aldı sonuca ulaşman.

Tamam ya dedin en sonunda. Basitmiş. Geçen seneyi bir daha yaşayacağım. Aynı şekilde.