Bir sabah uyandığımda gözlerimi yollar çekmişti. Işıklar ve renkler yavaş yavaş silindi. Yılların yükünü sırtlayan, o yolun ardına takılıp gitmişti her nereye gitmek istiyorduysa. Gözlerimi geri bulabilmek için türlü yollar denedim. O sabah sendeleyerek yürüdüm ve yüzümü yıkadım. Gözlerimi kırpıştırdım, gelmediler. Sonra göz damlasına davrandım. Fayda etmedi. Dışarı çıktım. Sokaklara düştüm. Hangi yol çektiyse geri getirsin diye asfalta oturup bağırdım. Ses yerkürenin katmanlarında eridi.
Her beşer elbette azalarının tam olsun niyazındadır. Bunun için kıymet verir, bilhassa onları hor kullanmak istemez. Benim gibi tüketmez iki gözünün nurunu. Belki de…
Bir gün asfaltına oturduğum kapı önünden burnuma müthiş bir koku geldi. Yavaşça gittim. Ellerim ayaklarıma denk şekilde ilerledim. Koku keskinleştiğinde durdum. İleri uzandım, yokladım, neler olduğunu anlamaya çalıştım. Kapının eşiğinde dik duran bir çift ayakkabıyı duyumsadım. Baharat ve maviyi hissettirdi. İki apartman ilerideki komşumuzun evinin önünde olmalıydım. Yurt dışından gelen oğullarının adı neydi? Ne önemi vardı ki? Deneyimlemediğim bir kentin sokaklarının dolduğu bir ayakkabıydı bu. Belki Fas ve belki dolayları. Öyle lezzetli kokuyordu ki bir ısırık almadan edemedim.
Ağzıma dolan acı tat çenemden başlayarak kulaklarıma kadar bir sızlama getirdi. Oradan zihnime ulaştı ve elektrik hissine vardı. Bir yandan kokunun artık doruk noktasına ulaşmıştım. Bundan dolayı kuvvetini yitirmeye yüz tutmuştu. Koku azaldıkça görüntüler arka planda yavaş yavaş belirdi. Bir yandan da eksik kalan bir şeyi tamamlıyor hissi baskın geliyordu. Görmüyordum ama öyle kuvvetli bir kareye bakıyordum ki bir ısırık daha aldıkça detaylar kıvrım kıvrım yerine oturuyordu. Yerimde sabitlendim ve şehrin sokaklarına gezmeye başladım. Yolculuğun içinde kayboldum.
Kendime geldiğimde koku tamamiyle kaybolmuştu. Bacaklarım öyle ağrıyordu ki yerimden kalkamadım. İçimdeki açlık hissini gözlerimin sızısında hissettim. Seyyahlığa evvelden meraklıydım hatta belki tutkun. Gözlerim bizatihi şahit olsun isterken şimdi bütün benliğimle oradan oraya savruluyordum. Hem de ayakkabı dişleyerek!
Kendi tahayyülümde planlar yaparken yolların beni çektiği farklı bir boyuttaydım. Bacaklarımda biraz derman hissedince ilerledim. Çekilen gözlerim miydi ben miydim? Yolların ulaşacağı nokta nerede biterdi? Bu düşüncelerle asfalttan doğruldum. Başka kokuyu takip ettim ve bir dik duruşa vardı ellerim. Sıkıca kavrayıp ağzıma götürdüm. Tadı yine baharatlı ama daha bizden hissettiren bir kokuydu. İyice ısırdım.
Sıcak ve çağrılmamış olan o şehre varmıştım. Gözümü kapatmaya çalıştım, olmadı, gözüm önümde freni patlamış bir kamyon gibi bağımsız bir şekilde uçuyordu. Taş köprünün altından ilerleyen yoldaki kemeraltı hissi veren sokakta ilerledim. Dergâhın içindeki camiden doğu yönüne yürüdüğümde karşıma eski bir konak çıktı. Bahçesinde ışık altında, zamane kıyafetleriyle yemek telaşesinde olan bir aile vardı. Hacı Şükrü Efendilerin konağıdır burası, diye hissettim. Bahçenin arka kapısından girdim. Ayakkabıların olduğu geniş dolabı gördüm. Gülümsedim. Gözlerimi kullanmayacak olmanın sonsuz döngüsü duruyordu önümde. Midem guruldadı. Gece, hinlik yaptı ve göğsümün içindekileri gökyüzüne doğru açtı.
Ek zorluk: Karakter birdenbire görme yetisini kaybeder. Dün de kaybetmiş olabilir bu yetisini, üç sene önce de, beş sene önce de.