Arındırılmış

Fatma Dursun

Başkalaşmadan önceki adım yazılı mezar taşında. Adımın altında Arındırılmış, Günahsız yazıyor. O süreçte kesintisiz talihsizlikler bizleri bırakmıyordu. Henüz üniversite son sınıf öğrencisiydim. Artık mezun olup bir yol tutturmam gerekiyordu hayatta. Eskiden zevk alırdım. Derslerimden. Özellikle de Düşünce Tarihi alanından. Lisansı bitirdikten sonra yüksek lisans ve doktora da bu alandan ilerleyecektim. Marx ve Engels’in ortaya koyduğu Manifesto beni hep büyülemişti. Sonraki süreçte Komünizmin ve Sosyalizmin bundan doğuşu… Tabii beklenilen o ideal dünya var olmadı. Ütopyaların kaderi distopyalara dönüşmekti. Öyle de oldu. Bu düşüncelerden yola çıkan büyük ülkeler totaliter rejimler hâlini aldı. Hepsi özgürlük, adalet, hak naraları atarken düşüncenin özünü kirlettiler. Düşünceyi başkalaştırdılar. Bu temelden hareketle doğan ikincil sistemlerin ardında yeni bir düzen bekliyordu.

Son sınıf olmanın getirdiği buhran vardı üzerimde. Tezimi yazarken ne kadar yıprandığımı hatırlıyorum da, her şey 12 punto Times New Roman 1,5 satır aralığı iki yana yaslı olmak zorundaydı. Böyle olmayan şeyler beni delirtiyordu. Bir akademisyenin mezar taşının üzerindeki adı dahi bu şekilde yazılmalıydı. Yoksa olmazdı. Düzeni reddeden sözde dünyada hep bir kalıp dayatırdı. Orta direk aile ile başladığım üniversiteyi fakir olarak bitirdim. Ülke ekonomisi şaşırtmayarak hep kötüye gitti. Hep mesleği elime alayım da ondan sonra kıyamet kopsun diyordum. Üçüncü Dünya Savaşı öncesi kriz son dönemime denk geldi. Zaten nerede savaş çıksa İbn Haldun Hocamızın da söylediği gibi coğrafyamız kaderimiz olduğu için mızrak hep bize hep bize neyse… Nasıl bir kaderi vardır bu ülkenin böyle? Savaşa girmeyi kaldıramayacak iken tarafların baskısı, yaptırımları ülkeyi zorla savaşa sokmaya çalışmaları benim kariyer planlarına engeldi tabii. Bu toprakların insanının yüzü ne zaman güldü ki zaten. Topçu’nun gördüğü Anadolu insanın bitmeyen ızdırabı bu işte.

Dünyada krizler, hastalıklar ve savaşlar birbirini bahane ederek var olurken Düşünce tarihi alanından yüksek lisansa başlamıştım. Ne yapabilirdim ki başka? Fakirlerin çok bir tercih hakkı yok. Dünyayı kurtarma pelerinine param yetmez. Yaş olmuş kaç, kefen paramız hâlâ yok. O sıra yakın arkadaşım da aynı şehirde Genetik üzerine yüksek lisans yapıyordu. Ülkenin en iyi üniversitelerinde ideallerimizin peşinden koşuyorduk. En sevdiğim tartışma konusu arılardı. Arıların yaşam sistemi Platon’un idealarından daha üst düzey geliyordu bana. Marx ve Engels’in emekçileri vardı. Benimse arılarım. Onlar da emekçiydi. Yaşamı döndüren muazzam teknisyenlerdi. Zekâları, kovanda kurdukları hiyerarşi, arıların sınıfları ve bu sınıfları uygun yaşam şekilleri inanılmazdı. Komünizm, Sosyalizm, Marksizm, Leninizm, Liberalizm, Kapitalizm ve daha nicelerinden çok daha üstündü.

Düşüncenin özü arıydı. Kirli olmayan, temiz, katıksız, günahsız, saf ve halisti. İnsanlar arı hâle gelmeli ve ideal düzene tekamül etmeliydi. Arı sistemi gelmiş geçmiş en üst düşünce, en ideal yaşam sistemiydi. İnsanlar kendi ideolojilerinin kendi zihinlerinden doğma olmadığı doğanın yansıması olduğunu kabullendikleri zaman, kibirleri yıkıp dünyanın onlara ait olmadığını anladığı zaman sistemin içindeki basit varlıklar olduklarını anlayacaklardı. O zaman bozulmuş düşüncelerindeki taklit sistemlerini terk ederek doğanın hâkimi değil tabisi olacaklardı.

Doktora yıllarımın başları Soğuk Savaş yıllarındaki aynı düzenek. Dünya yeniden iki kutba ayrılmıştı. Doğu Bloku ve Batı Bloku. Orta Doğu son yetmiş yıldır alevler içindeydi zaten. Orta Doğu’da kan hiç dinmiyordu. O kadar alışılmış ki bu kadere kanın akışı durağanlaşmıştı. İngiltere'nin AB’den çıkışı, Çin’in Hong Kong’u işgali, Taliban'ın Afganistan'da yönetimi ele geçirmesi, Rusya'nın Ukrayna işgali, Çin'in Taiwan işgali derken ard arda gelişen bu durumlar dengelerin yeniden oluşacağını gösteriyordu. Toprağımız burada ne hâlde derseniz sağ olsun jeopolitik konumundan dolayı savaşa girmesi intihar iken, bizi zorla savaşa dâhil etmek için baskılar oluşturuluyordu. Bir sahada müttefik iken öbür sahada karşı karşıya geliyorduk. Hayatta kalmak için debelenen ülkem ekonomik olarak daha da battı. Açlık, işsizlik, ölümler olağanlaştı. Fakir daha da fakirleşirken zengin daha da zenginleşti. Orta direk yok oldu. Distopik kum saati toplumu oldu Anadolunun cefakâr insanı.

Savaş bittiği sırada doktora bitmişti. Arı teorisi üzerine Hacettepe ve Ankara Üniversitelerinde ortak çalışma başlatmıştık. Arı teorisini kanunlaştırmak ve mutlak gerçek hâline getirmek için yoğun çalışmalar başladı. Toplum arılaşacaktı. Dünyayı bir kovan haline getirmeyi amaçladık. 20 senelik çalışmalar sonucu yaratmak istediğimiz toplum yapılanması için insanın genetik yapılanmasını değiştirmeyi başardık. Hırs ve irade duygularını tetikleyen elektron düzlemlerini mutasyona uğratarak bunların yok oluşunu sağladık. Kolektif yaşam için zihne yerleştirilen çiplerle yeni bir tarihi algı oluşturduk. Tabii bu uygulama geniş halk kitlelerine yapıldı. Dünya da her zaman olduğu gibi gizli el buna dâhil olmadı. Onlar kovanın dışında kalanlardı. Onların görevi ise kovanı gözetlemek ve korumaktı. Arıcılar böylece var oldu. İnsanın genetiğindeki yoğun oynamalar sonucu insan adlandırılması terk edilerek “Arı” kullanılmaya başlandı. Doğanın insana karşı devrimini sergilemek amacıyla anıt mezarlar oluşturuldu. Bundandır her sene gelir başkalaşmadan önceki adıma bakarım. Mezar taşımdaki Arındırılmış, günahsız yazısı zaferimin en güzel simgesidir.