Eşi konuştukça tavanda hareketlenen çizgileri izliyordu. Kâh yumuşak kıvrımlar kâh keskin köşeli cümlelerin sesini izliyordu. Eşi kaşlarını çattıkça çizgiler keskinleşiyordu. Söylenenleri duyduğundan değil gördüğünden anlıyordu.
Bıçkın delikanlılık zamanlarını düşünüyordu. Aynaya baktığında Aleyn Deloyn gördüğü zamanları. Saçlarını ağartan zamanın ona getireceği ikramiyeyi düşündüğü zamanları. Sonrasında o ikramiyeyle alacağı evi. O evde süt kahvesi renginde bir mutluluğun yayılacağını. Sonra eşini. Sevgi pıtırcıklarına dönüşeceklerini düşünüyordu o zamanlar.
Çorba iç biraz, güzel oldu. Elinde kâseyle karşısında duran eşine baktı. Dudaklarının kımıldadığını görünce tavana çevirdi bakışlarını. Çizgiler yavaşça hareket ediyordu: Çorba iç biraz, güzel oldu. Kafasını aşağı-yukarı salladı. Telefon çaldı. Kadın hararetli konuşurken kocası tavana bakmaktan geri durdu. Önündeki çorba kâsesine bakarken bile tavanda bir şeylerin yolunda gitmediğini anlayabiliyordu. Çizgiler bir köşeye çarpıp diğer köşeye gidiyordu. Duvarlara inmemeye yemin etmiş gibilerdi. Hâlbuki öyle hiddetliydiler ki. Bir an eşinin yüzüne baktı. Birden, sıkılan bir limonun anbean değişimlerini görür gibi oldu eşinin yüzünde. Bir o kadar da ekşiydi yüzü. Sonra sarıdan bir hava doldu odaya. Kaşığın kâseye her değişinde çizginin çizdiği sesti bu rengi yayan. Tanıyordu çizgilerin renklerini. Bu çorba kâselerinin sesleri hep sarı olur zaten, diye geçirdi içinden. Bir yandan tavanda zikzaklar ben buradayım diyordu. Tabaklardan çıkan seslerin görüntülerini düşündü bu kez. Sonra bardağın sesini; bardağı komodine koyarken ahşapla camın birleştiği noktada çıkan o tok sesin rengini düşündü. Çizgilerin yumuşak kıvrımlarla o sesi çizdiğini. Odaya yayılan bu rengin farkında mıydı acaba o çizgiler, diye düşündü bu kez. Tavanda çizilen zikzaklara meydan okur gibi, asla oraya bakmamaya yemin etmiş gibi düşündü. Çorba bitti, eşi telefonu kapattı, tavan sakinleşti, odada hiçbir renk kalmadı. Yalnız biraz soğukluk hissediliyordu.
Kadın konuşmaya başladı. Koca tavana baktı. Çizgiler hareket ediyordu. Kadın anlattıkça çizgiler hızlandı fakat bir müddet sonra aynı tempoda hareket ettiler. Odaya lacivert bir koku yayıldı. Cümleler tavanda belirdikçe renk koyulaştı. Bunca lüzumsuz meseleden ötürü bu çizgiler boşuna yorulmuş, diye düşündü; bir canları olsaydı eğer daha çok üzülürdü. Beni dinlemiyor musun? Çizgilerin söylediği son cümleyle eşine döndü. Yüzüne ufak bir tebessüm oturttu. Eşinin yüzü yumuşadı.
*
“Rutin kontroller için birkaç soru soracağım.” Tavandaki cümleyi görünce canı sıkıldı. Duyacağı şeyleri kulak ardı etmek istedi, bunun için gözlerini kapatmalıydı. Fakat o esnada gözlerini de kontrol ettiklerinden çaresizdi. Haftanın bir gününe mahsus bu can sıkıntısı onun diğer günlerine de yayılıyordu. Hemşireden eşine yöneltilen sorular onda derinleşen bir yarayı andırıyordu. Bir hafta geçmeden tekrar derinleşiyordu yara. Altı yıllık bir derinliği vardı bu yaranın.
O günü hatırladı. Sabah poğaça almaya çıkmışlardı. İki sokak aşağıdaki pastanenin poğaçaları daha güzel diye oraya gidiyorlardı. Adam, onun elini bırakmamaya gayret etse de o kelebek gibi hareketliydi. Kırmızı ışığı görünce koşmaya başladı. Kornalar yükseldi, çığlıklar havayı deldi geçti, duyan kulaklar işitmez oldu.
“İletişiminizde bir değişiklik var mı?” Hayır. “Yemek yeme düzeni de aynı sanırım.” Evet. “Tepkilerinde farklılık var mı?” Hayır. Yalnız, geçen gün o güne dair ufak bir şeyler konuşmuştum telefonda, onları işitti. Fakat bir tepki vermedi. Bu konuyu en son onun yanında konuşmamın üzerinden epey vakit geçti. Bir sıkıntı olmaz değil mi? “Hımm. Anladım. Ne zamandı dediniz?” İki gün önce. “Tamam, bir haftalık tansiyon takibi yapmanızı isteyeceğim.” Peki.
Ne kadar başka odada konuşsalar da tavanda görüyordu ne konuştuklarını. Yüreğinde hafif bir sancı hissetti. Yutkundu. Çizgiler yumuşak kıvrımlarla dolanıyordu tavanda. O gece sabaha dek uyumadı. Karanlık odanın tavanında yavaşça hareket eden çizgileri yer yer çığlıklar bölüyordu. Bakışları çizgileri takip ederken aniden duraksıyor, ses kesilince takibe devam ediyordu. Zaman zaman da silikleşiyordu çizgiler. Karanlığı bölen bir siliklik peyda olmuştu onlara. Sürekli aynı sesi görüyordu tavanda. Bir sonraki gün de devam etti bunlar. Günler bir öncekinin aynısıydı. Rutininin dışında her gün tansiyonunun ölçülmesi vardı. Gün toparlanırken ikindi kuşlarının seslerini çok güzel çiziyordu çizgiler. Açık pencereden içeri doluşuyordu sesler ve tavana tırmanıyorlardı. Yeşilden bir koku doluyordu odaya. Sonra akşam yemeği geliyordu. Eşi bir şeyler anlattıkça kuş cıvıltılarına karışıyordu sesi. Gözlerinin tavandaki o hareketliliği takip etmesi içini ferahlatıyordu. Bazen beni işitmediğini düşünüyorum. Tavanda bu cümleyi her gördüğünde eşine dönüp gülümsüyordu. Kani olmuş bir ifadeyle yanıtlıyordu eşi onu.
Kapı çaldı. Kapıda hemşire göründü. O günlerden biriydi. Salonda kadınla konuşuyordu hemşire. Tavanda çizgiler yavaşça süzülüyordu. Tansiyon değerlerinin istedikleri gibi olmadığından yakınıyordu hemşire. Eşi telaşlandı, çizgiler keskinleşti. Dilini tutamadığı için pişman oluşunu tavandan okuyordu. Adam yattığı yerde huzursuzlandı. Eşi, bunun ilk olduğunu sanıyordu. Adam öyle olmadığını eşine anlatamıyordu; anlatamazdı. Canı sıkıldı. Hemşire, adamın çoktandır bildiği birçok “olabilirliği” söyleyip oradan ayrıldı. Eşinin göz altlarındaki boşluklara hüznün dolduğunu gördü. Tek kelime etmeden yanında saatlerce oturdu. Açık pencereden içeri süzülen kuş sesleri odadaki hüznü de alıp geldikleri gibi geri gidiyorlardı. Zamanla tavandaki hareketlilik azaldı. Çizgiler bir bir silikleşti. Önceki silikliğe benzemiyordu bu. Kuş seslerini görebiliyordu fakat çizgiler ortada yoktu. “Yemekleri ısıtayım.” Eşine baktı, söylediklerini işitiyordu. Fakat tavanda tek çizgi kalmamıştı.
Hacer Noğman
kelimeler: emekli, tavan, çizgi.