Raci Cingöz

Yakup Karahan

https://docs.google.com/document/d/15i_0vTyxN0t2esdPezOSfpBvEm1oqYa-W8UZtVYQnuo/edit?usp=drivesdk

günler sonra

Raci Dede’nin yetimlerinden biri de Yürekli’ydi. Alnının ortasında gitgide kalp biçimini alan bir akıtmayla doğduğu için ona bu ismi vermişlerdi.

Tabutun önünde huşu ve kederle saf tutarken, o da geri durmayıp sağımıza geçti. Ön ayaklarını usulünce hizalarken bir keçiden beklenmeyecek kadar muti ve neredeyse imam efendiden vakurdu. Avluyu dolduran insanlar, müteveffa hafiyenin geride bıraktığı hüzünden değil de acılı hayvanın trajedisinden bir parça nasiplenmiş gibi teslimiyetle bekliyorlardı. Kabristana giden güzergâh boyunca da dört kollunun rehberliğini üstlenmiş gibi önden giden Yürekli’nin tuhaf metanetini taklit ediyorlardı sanki.

Definden sonra Yürekli’yi mezarın başından ayrılmaya ikna etme görevini bana bırakıp dağıldılar. Ne dil dökmem para etti ne boynuzundan çekiştirmem, yerinden oynamıyordu hayvan. Nihayet önüne oturup boynunu okşadım;

“Bak oğlum, biz seninle kardeş sayılırız, halini en iyi ben anlarım. Bilirim ki inadın inat, gelmezsin. Ama hayat Raci Dede için de senin-benim için de devam ediyor. Olmaz ya, cayarsan seni çitlembiğin altındaki divanda bekleyeceğim. Hani Dede’nin dedektiflik anılarını anlattığı eski divanda.”

Dinelip arkama dönmemle kıpırdandı. Pes ettirdikten sonra ayak diremeyi bırakması, inatçılığını “Bir şeyi sen istediğinde değil kendim isteyince yaparım,” diyerek gösterme biçimiydi. Tanıyanlar, bunun Dede’nin de en baskın huyu olduğunu bilirlerdi.

Allah’ın günü

Söze ancak, geceye kadar ağzına baktıktan sonra ümitsizce toparlanmaya başladığımızda girerdi Dede. “Hadi eli boş göndermeyeyim sizi,” kabilinden iç geçirirdi evvela. Biz kayıt almak için temkinli hareketlerle telefonlarımızı çıkarırken o da soluğunu uzaklara dalarak ağır ağır bırakırdı. Ardından kapağı açılmamış casusluk tarihinden anekdotlarla kendi serüvenlerini peş peşe hikâye ederdi. Kimileyin, bitirdiği bir hikâyeden sonra soluklanıp ıhlamurunu yudumladığında, önceden anlattığı fakat tadı dimağımızda kalan bir hatırasını tekrar anlatmasını isterdik.

“Şimdi kelamı bayatlatmayın hadi,” diye geçiştirmeye çalışsa da sonraki gün, -güya unutarak- aynı hikâyeyi bir daha anlatırdı muhakkak.

Dede’nin vakaları çözüme kavuştururkenki tavrı Şerlok, Dupin yahut Mayk Hammer’de gördüğümüz cinsten abartılı bir trans halinden uzaktı. Bir duvar ustası tuğlaları dizerken nasıl özgün bir sadelik ve ağırbaşlılık profili çiziyorsa, vaka üzerindeki Dede de o ölçüde bir meşreple hareket ediyordu. Diğer yandan metodu da duvar ustalarının çalışma prensibini çağrıştırıyordu: Birbirini tamamlayan malzemelerle muntazam bir duvar inşa etmek.

“Ayva çalan katil” vakası bunun bariz örneklerindendi. Hamile karısı ayva aşeren yoksul adam, yıllardır beklediği alacağı için eski patronuna uğramış, münakaşayla başlayan kavga cinayetle sonuçlanmış ve zanlı, olay mahallinden uzaklaşırken patronunun bahçesindeki ağaçtan bir kucak ayva yürütmüştü. Üstelik adam evinin önündeki kaldırımda çakısıyla bir ayva dalını yontarken yakalanmıştı.

Sorgusunda “Bahçemde ayvam var, niye ayva için adam öldüreyim?” diye yalan uydurmasını kim umursardı ki? Raci Dede, onlarca detayı insanüstü bir sabır ve titizlikle inceleyerek, kendinden emin caniyi ummadığı esnada enseletmişti. Çoğunu şimdi hatırlayamadığım ayrıntılar onu -yakalanan adamı- işaret ediyordu, bahçesindeki kurtlu ayvalar onu kurtarmaya yetmiyordu.

Babıali’de bir gün

Dediğine göre, polisiye edebiyatımızın ilk numunesi olan Cingöz Recai, dedesinin hayatından mülhem kaleme alınmış hikâyeler ihtiva ediyordu (meseleyi anlatırken dönemin ruhuyla konuşmaya ihtimam gösterirdi). Vaktiyle, Halife-i rûy-i zemin Sultan Abdülhamid-i Sani efendimizin serhafiyeliğinden emekli büyükbabası ile Yetim-i Safa Peyami Bey, Divanyolu’ndaki aynı kıraathanenin iki müdavimiymişler. Raci Dede’nin dedesi Cingöz nam Raci Bey muhtelif cephe ve diyarlarda geçen hafiyelik günlerini Babıalinin bu cevval kalemine anlatmayı kendine vazife bilmekteymiş. Zira Safa’nın nazarında babası merhumun sebebi olan jurnalcilerden ayrı tutulması gerektiğini düşünüyormuş. Gel zaman git zaman, Peyami Safa enikonu yolsuzlaştığı bir gün, Cingöz Raci Bey’in anılarını biraz Avrupaileştirerek, yani bir nevi (image) kazandırarak yazmak istediğini söylemiş. Raci Bey karaktere oğlunun ismini vermesi şartıyla kabul etmiş teklifi. Safa’nın nenesinin adıyla imzaladığı ve serhafiye Raci Bey’in oğlunun ismiyle anıtlaştırdığı eser böylece husule gelmiş.

günler öncesi

Dede’nin Hacc parasını patlattılar.

Olay, yetmiş dokuzdaki “Maymunlu Hırsız” vakasına andırıyordu. Dede’nin kolay işlerinden biriydi bu: Nalbur Ramazan’ın kefen parası çalınmıştı ve hırsız, maymunu marifetiyle evlerdeki ziynet ve paraları araklayan uğursuz Selim’di. Tesadüfün iğne deliğinde düğümlenen kurgusuna bakın ki bizim enişte de o hafta gurbetten bir maymun getirmişti akrabalarına. Dede’nin maymunu sorgulamak istemesiyle çıngar çıktı.

Taraflara derin hürmet beslediğimden olaya müdahil olmak istemedim. Gelgelelim mahkemede hesaplaşmayı kararlaştıran taraflar, mesele giriftleştiğinde şahitliğime başvurmak istedi. Üstüne üstlük bütün bildiklerimi anlatmama rağmen hem Dede hem akrabalar karşı tarafı kayırdığımı düşünüyordu.

“Seni severim, ama paramı cebellezi eden senin hısmın.”

“Kan bağımız yok diye bunağın kamberliğini yapıyon.”

o gün

Dede ölü, Yürekli’yse baygın halde bulundu. Otopsiye göre Raci Cingöz zehirlenerek öldürülmüştü.

Bulgular hırsızlıkla cinayetin aynı ellerce işlendiğini gösteriyordu. Faili bulan da polisler değil eğitimli bir K-9 gibi iz süren Yürekli olmuştu. Divanın altında bulduğu ayva ağzında, navigasyon cihazına teslim olmuş gibi kendinden emin, katilin yuvalandığı bitirimhaneye götürmüştü bizi.

Adam ayva çalan katilin oğluydu. Cinayeti babasını haksız yere kodese yolladığı ve anacığıyla büsbütün bir yoksulluğa düçar ettiğinden işlediğini itiraf etti.