“Hey dur artık. Yeter. Ne yapmaya çalışıyorsun? Senin kafanda bulunmam, senin sayende var olmam bana eziyet etmeni gerektirmez. Ne olurdu seçtiğim yollardan biri güzel çıksaydı? Güzel bir yola soksaydın beni. Yoruldum. Anlıyor musun? Heyy!”
-
Bana sesleniyor. Cevap versem duyacak sanki. Bir de soru soruyor. Hem ne bu isyan yani? Sen kimsin?
*
Durdu. Ayak ucundan başlayıp kafasını kaldırarak ufka doğru baktı. Her bir yanda dikenli çalılar vardı. Küfür etmek istedi, edemedi. Bağırmak istedi. Ağlamak. Ölmek. Yok olmak. Hiç olmak. Olmadı. Gökyüzüne baktı kızarak. Geriye döndü. Geçtiği her yerin yok olduğunu gördü. Uzaklarda görünen silüetler vardı sadece. Mutlulukları vardı çok uzaklarda. Biraz daha yakında üzüntüleri. Mutluluğuna koşmak istedi. Hiçliğe tosladı. Arkasını döndü tekrar. Arkasından ittiren bir şey vardı. Görünmeyen. Mecbur girdi dikenli yola. Elli metre yürümeden kan içinde kaldı ayakları. Mecbur. Yoldur gidilir.
*
“Tamam özür dilerim. İsyan etmemeliydim. Ama çok yoruldum yanlış seçim yapmaktan. Gitmem gereken yolu göster bana lütfen. Artık bulmak istiyorum ne bulmam gerekiyorsa. Kendimi mi bulacağım? Seni mi? Kimi bulacağım? Ya da neyi?”
-
Her şey bu kadar kolay olsaydı bu saatte bunları yetiştirmeye çalışmak yerine yazar olmuş, bir seminerde konuşuyor olurduk herhalde. Değil mi? Sabırlı olmak zorunda. Yapacak başka bir şeyi de yok zaten. İlerisi güzel olabilir. Olmaya da bilir. Belki de yolun sonuna yetişmez. Gerçi yetiştiği kadarı yolun sonu değil midir ki? Ama aradığını bulamazsa yol bitmiş midir? Yolda ölmek bu mudur? Belki sayı doğrusunda sayı çizgilerinden biridir yolun sonu. Ama sayı doğrusu sonsuza uzanır değil mi?
*
Dikenli yolun sonuna yaklaşıyor. Ayağı delik deşik. Dizleri, elleri de pek farklı değil. Ne zor sonu bilinmeyen yolda gitmek. Son birkaç adım ve bitti. Yere attı kendini. Dilini damağından ayırmaya çalıştı. Matarasında kalan son yudum suyu döktü ağzına. Tuzluydu. Boğazını yaktı. Ağlamak istedi. Vücudunda tek damla su kalmamıştı. Uyuyakaldı oracıkta.
*
İmleç yanıp sönüyor. Bir şeyler yazmamı bekliyor. Onu yola koymamı bekliyor. O da beni bekliyor. Doğru yola girmek için. Ve siz de beni bekliyorsunuz onu doğru yola koyayım diye. Ama uyumam gerekiyor. Devam edemeyeceğim.
*
*
Uyandı. Donuk gözlerle tavana baktı. Altında toprak yerine yumuşacık yatak vardı. Beli, boynu tutulmamıştı. Ayaklarındaki yaraların sadece izi kalmıştı. Dili damağında değildi. Hava ne sıcak ne soğuktu. Doğruldu hızlı bir şekilde. Ayaklarını yataktan sarkıttı. Etrafına baktı. Bir evdeydi. “Hey burası da neresi? Nereye getirdin beni?” Her zaman yaptığı gibi cevap verilmesini beklemedi. Ayağa kalkıp odayı keşfetti. Masada kalan yarım bardak suyu içti. Tatlıydı. Ferahladı. Pencereden dışarı baktı. Yeşillik ve betondandı her şey. Şaşkınlığı ve merakı gittikçe artıyordu. Korkusu da aynı şekilde. Bu zamana kadar güzel şeyler yaşadıktan çok az sonra berbat şeyler yaşamıştı. Masadaki bilgisayarı gördü. Çekinerek açtı. Açık bir dosya vardı. Bir hikâye yazılıydı. İsmi Ali.
*
Uyandı. Gözlerini, yuvasından fırlayacak kadar açtı. Gökyüzüne bakıyordu. Ağzına, burnuna kum girmişti. Bir anda ayağa kalktı. Başı döndü, gözleri karardı. Uçsuz bucaksız bir yerdeydi. Arkasından ittiren bir şey vardı. Arkasına döndü. Zifiri karanlık. Sadece silüetler vardı çok uzaklarda yorgunluktan bitap düşen. Onu ittiren şey yanıp sönüyordu. Bağırdı “Kimse var mııı? Neresi burası? Heeeeyy!” Sonu görünmeyen aydınlık tarafa döndü. Yürümekten başka yapacak hiçbir şeyi yoktu. Yol ayrımındaydı. Ne tarafa yürümesi gerektiğini bilmiyordu. Soldaki yolu seçti. Yürümeye başladı.
*
Bilgisayardaki yazılanları okudu ve sertçe kapağını kapattı. Masaya eğilip ağlamaya başladı. Demek her şey bir yazıdan ibaretti, ben üç harften ibaretttim, diye sayıklıyordu. Kafasını kaldırdı. Gözlerini sildi. Ağlayabildiği için şükretti. Bilgisayarı tekrar açtı. Dosyayı aşağı indirdi. Başka dosyaların da olduğunu gördü. Yusuf, Hasan, Ayşe, Ahmet, Fatma, Melike… Onlarca dosya vardı. Tek tek açıp okudu. Birbirinden farklı hikâyelerdi. Tek ortak noktaları hepsinin varılacak bir yeri vardı ama kimse varamamıştı. Ali yazan dosyayı kapattı. Diğer hikâyeleri sonlandırmak istedi. Bu eziyeti daha fazla çekmelerini istemedi.
*
Bana söylüyor. Garip değil mi? Birkaç saat öncesine kadar ben yalvarıyordum ona. Birkaç saat önce bir hiçtim. Üç harften ibarettim. Şimdi ise… Ona çok sinirliyim. Bu eziyetleri başkalarına da yapıyor olması beni daha çok sinirlendirdi.
*
Tek tek tüm karakterlerin yolunu devam ettirdi. Kimisinin artık ölmesi gerekiyordu kimisinin olması. Hepsi giderken teşekkür etti. Kimisi yolu sevmişti tüm zorluklara rağmen. Onlara pek bir şey yapmadı. Güç verecek şeyler yazdı sadece. Sıra ona geldi. Ve aslında kendisine de. Ne olacağı belli değildi. Bu yüzden onun da bir yere varmasını istiyordu. Şimdi imleç Ali’nin elindeydi.
*
Bitmeyen yol yapmışlardı. O da revan olmuştu bu yollara. Kimi yerde kuyular vardı. Kuyularda Yusuflar. Dışında kardeşleri. Kâh kardeşi oldu kâh Yusuf. Devam etti. Kimi yerde mancınık vardı. Ucunda İbrahimler. Aşağıda yanan odunlar. Kâh İbrahim oldu kâh yanan bir odun. Devam etti. Sabrı bitiyordu. Yoluna bir deniz çıktı. Yunus’u boğacak olan. Denizin içinde balık. Balığın ağzında Yunus. Kâh Yunus oldu kâh deniz
Devam etti, etti. Yolda bir çarmıh. Çarmıhta İsa. Elinden çivili. Kâh İsa oldu kâh çivi.
Hepsi benzer yollardan geçmişti. O da geçiyordu. Varılacak yere varmak için. Türlü işkenceler gördü. Yol ayrımına geldi. Son yol ayrımı. Bunun farkında değil. Artık anlamıştı hiçbir yolun rahat olmayacağını. Gücü çok kalmamıştı. Ama artık içi rahattı. Bunu kabul etmek ona kendini kazandırmıştı. Ortada durdu. Gökyüzüne baktı. Birkaç damla yaş düştü gözünden. Düşen yerde şekillendi. Toprakta aktı. Sağdaki yola girip kayboldu. O da arkasından gitti.
Ahmet Can
** Alt alta iki yıldızın olduğu yerden aşağısını süre bittikten sonra yazdım. özr dlrm :’))