Düşenlerden Amca

Hacer Noğman

Keman teli boğazımı kesti. Şah damarımın yakınlarından. İlkin bir sızı, sonra tiz bir acı. Ama boğazımda değil. Yerini bulamadım. Hani bazen içinde bir yer kaşınır. Ama yerini bulamazsın, gıcık gibi. Öyle. Ağladım. Anne dedim nerdesin. Anne diyerek ağladım. Başka ne diye ağlanırdı ki. Salya sümük. Annen olsa ne değişecek. Çıkar şu kulaklıkları da kurtul. Haklı ben. Meğer kesilen boğazım değilmiş. Ağladığım da annem değilmiş. Benmişim.

Dün, gökten düşen bir amca gördüm. Yere çakılana dek bir şeyler anlattı. Evet, duydum anlattıklarını. Bazılarını. Tırnaklarımı annemin kestiği yaşlarda tırnaklarımın içleri toprak doldu. Camiye git gel az dayak yemedim. Bıyıklarım terledi, elim nasıra gebe. Toprağın sarısını gördüm tenlerde. Sonrasında tenler toprakta. Birer birer azaldım. Sona bir ben kaldım. Şimdi de düşüyorum. Düştükçe azalıyorum. Soramadım ki amca, nereye düşüyorsun. Böyle bir şey olabilir mi ya? Olabilir, mümkün dedim. İkisinin de aynı anlama çıkacağını bilerek. Bazen de tam böyle değil midir zaten.

O amcaya hiçbir şey soramadım. Düşüşüne şaşıp kalmışım da bir şey soramamışım gibi anlaşılsın istemem. Her insan düşebilir, gökten. Başımıza düşmesin yeter. Tam da bunu düşündüm o amcanın anlattığı şeyleri anlamaya çalışırken. Amca, başımıza düşme olur mu, dedim içimden. Öylesine bir yerde otururken. Kulaklık kulağımda. Sesi kısık müziğin. Düşme olur mu.

Önceleri ufak geliyordu sesi. Sesinin bana ulaşması için çokça yol alması gerekiyor gibiydi. Harfler bir bir geldi. Her biri kelimeye, kelimeler de cümleye dönüştü. Baktım kulağımdaki ses yükseldi. Ama çok yavaş. Kelimeleri anlayamadım. Amcanın ağzını okumaya çalıştım. Beceremiyordum. Filmlerden de mi bir şey alamazsın be. Gözlerimi kıstım, ı ı, yok anlayamıyorum. Ses yükseliyor kulağımda. Amcanın sesi uğultu oluyor. Amca düşüyor.

O da nesi! Omzumda amcanın sesi. Söylediklerinden biri yerleşmiş omzuma. Hangi biri diye soramadım. Bunu sonrasında düşündüm, yani bugün. Amcanın hangi anlattığı gelip omzuma yerleşmişti? Bunu hiçbir zaman bilemeyecek oluşum elem verici ama olsun. Neyi bilebiliriz ki, diye soruşumun ardına gelen “hiçbir şeyi” cevapları bunu bana öğretti. Elemi mi? Bilmiyorum. Aman amca, üstümüze düşme aman.

Ses yükseldi. Amca düşerken anlatmaya devam etti. Ne dediğini işitememeye devam ettim. Akıllı, dedim kendime. Çıkar şu kulaklığı. Ama biraz geç dedim. Mesela bugün. Çıkarsaydın ya kulaklığını. Gerçi çıkardım ama biraz daha sonra. İş kulaklıkta değilmiş. Bu daha da kötü.

Sesin yükseldiğini yineleyeyim. Amca dedim seni duymuyorum. Sonra bir baktım burnumun ucunda sesi. Hangi biri. Amca dedim. Duyamıyorum söylediklerini. Sesli dedim. Ama hissediyorum. Tam da burnumda. Oradaki kıkırdağı gıdıklıyor. Kulağımdaki yükseliyor. Çıkardım ki kulaklığı müzik kesilmedi. Devam etti artarak. Bunu ilerleyen dakikalarda anladım. Amca dedim, bari başıma düşme; başıma iş açma.

Böyle saçma bir şey olabilir mi ya? Bak, göğüs kafesimin altına sokuluyor sesi yavaşça. Kendini saklar gibi. Onu görmüyormuşum gibi. Doğru, görmüyorum ama hissediyorum. Amca, ne söylediğini keşke anlayabilsem. Dua yerine geçmiş olacak. O an anlamaya başladım ama duyduklarımı değil. Hissettiklerimi. Burada demagoji yapmayacağım, romantiklik de. Siz zaten anlarsınız. Size göz kırptım farz edin.

Ses yükseliyor. Kulağımın içine girip çıkıyor uğultu. Fakat amcayı hiç duymuyorum. Hiç büyümeden düşüyor. Nasıl olabilir bu. Nereye düşüyor bu amca. Duymuyorum seni. Sürekli tekrarlıyor bu sorular ve düşüşü. Amca bir bir geliyor. Kulağıma, serçe parmağıma, derimin altına, tırnaklarıma, saçıma. Amca anlattıkça oluyor bunlar. Gelişi.

Aniden ses kesildi. Amcanın sesi. Zaten duymuyordum ama sesi kesildi. Demek ki neymiş, sesini duymadığımı sanıyormuşum. Amca da gözden kayboldu. Kulaklığımdaki ses devam etti. Yalnız kaldı o ses. Azaldı. Duyulmayacak gibi çalıyordu ama işitiliyordu.

Buraya kadar her şey normal fakat bir o kadar garipti. Normal olan şey amcanın başıma düşmemiş olmasıydı. Garip olan şey ise bundan sonrasıydı. Çünkü amca hiç gitmemişti.

Eve geldim, aynaya baktım ki alnım şeffaflaşmış, beynimi görüyorum. Böyle bir şey olabilir mi ya? Her şey olabilir, orada buna bir kez daha inandım. Çünkü gördüğüm beynimden başkasıydı. O amcanın seslerini gördüm aynada. Alnıma doğru oluşan şeffaflıkta. Ensemden gelen. İç taraftan. Amca, sen nereye düştün?

Teyzemin görümcesinin eltisi derdi ki, şahit olduklarımızın tümü, göremediğimiz bir süzgeçten geçer ve bizde yer edinir mutlaka. Ne alaka, teyzemin görümcesinin eltisi. Böyle pat diye. Hiç denir mi böylesi; gün gibi.

Oradaki sesler de şeffaflaştı ben aynaya baktıkça. N’oluyor diyemedim. Her şey bir bir oldu olağanmış gibi. Bir bakıma öyleydi. Karşı koyamadım hiçbir şeye. Her şey akışındaymış. Gibi.

Sesler daha da şeffaflaşınca geride ben kaldım. Sesim. Böyle saçma bir şey olabilir mi diyerek yattım uyudum. Uyandım bugün olmuş. Amca bir gün yaşlanmış sesiyle. Ardında ben. Aynada oluyor tüm bunlar. Dün olduğum yerde tam da. Amcanın, diğer seslerin şeffaflaştığı o yerde. Böyle saçma bir şey olabilir mi dediğim yerde. Aynı şeyi söyledim bunları düşününce. Çıktım evden. Dünkü yere geldim. Şimdi olduğum yere. Amca, nereye düştün sen.

O ses azaldığı yerden yükseldi. Keman sesi. Boğazımı kesen. O sese başka sesler karıştı. Otobüse koşup yetişemeyen bir öğrencinin sesi. Pazarlık yapamayan teyzenin sesi. Elli kuruş var mı diyen çocuğun sesi. Abla bizden ucuza satanı bulamazsın diyen adamın sesi. Sesler, sesler, sesler. Hepsi karıştı keman sesine. Herkes kemanın eprimiş telinde helezoni oluşturdu. Keman sesi arttı, arttı, arttı; çıkardı o telini ve boğazımı kesti.

Tüm seslerin üzerine bir ses yükseldi: … şahit olduklarımızın tümü, göremediğimiz bir süzgeçten geçer ve bizde yer edinir mutlaka.

Tüm sesler sustu. Teyzemin görümcesinin eltisi de. Düşen amca yere çakılmadı hiç. Diğer herkes gibi. Aynada gördüğüm yerdeydi. Süzgeç de orada bir yerde. Boğazımdan süzülen kan o süzgeçten geçiyor. Bir sızı, bir acıyla. Ağladım ya anne diye. Annem değilmiş ağladığım. Benmişim.