Her gece aynı rüyayı görüyorum. Issız bir yer. Kuş sesleri ve rüzgarın uğultusu kulaklarımı dolduruyor. Bundan en az on beş - yirmi yıl sonrasındaki hâlim gibi görünüyorum. Bir samuray gibi giyinmişim. Belimdeki kuşağımdan bir samuray kılıcı sarkıyor. Amaçsız ve bunalmış hissediyorum. Etrafıma bakınıyorum. Tek başımayım. Sıkıntımı gidermek için yerdeki taşları sayıyorum. Bundan sıkılınca da bulduğum bir dalı alıp ne kadar yükseğe fırlatabileceğime bakıyorum. Çok yükseğe çıkmıyor. Şiddetli rüzgâr, dalı biraz savurup yere düşürüyor. “Bunu bile beceremedim.” diye düşünüp üzülüyorum birkaç saniye. Sonra omuzumu silkip nereye gittiğini bilmediğim yolda yürümeye devam ediyorum.
Eskiden gördüğüm macera dolu rüyaları özlüyorum. Eskiden yaşadığım hayatı da özlüyorum. Rüyalarım ve hayatım arasındaki bariz bağ hayatımdaki sıkıntıları her gece yüzüme çarpıyor. Sanki gün boyu öyle ya da böyle kaçtığım - kaçmaya çalıştığım sorunlarım geceleri “Hiçbir yere gitmiyorum, buradayım, benimle yüzleşmen lazım.” diyor bana. Ben ise her seferinde uyanıyorum ve rüyamdaki samuray halim gibi bir umursamazlıkla omuz silkiyorum.
Bir seneden fazladır evden çıkmadım. Ne bir iş, ne bir buluşma ne de alışveriş için. Dış kapıya bir kere bile inmedim. Bu kadar kaçıyorum işte sorunlarımdan. Sadece sorunlarımdan da değil, her şeyden. Zaten hiçbir zaman itidalli biri olamadım ben. Bundan önce -yani evimin içinde yaşayan bir ölüye dönüşmeden önce- de ailem hep dışarıda olduğumdan yakınırdı mesela. En çok da annem. Sürekli yakınırdı bu durumdan. Hatta bazen…
Neyse. Bunlar önemli değil artık. Şimdi önemli olan bugün hangi dalı havaya atıp rüzgarda savrulmasını ve yere düşmesini izleyeceğim ve sonra da hiçbir şey olmamış gibi omuz silkeceğim. Belki de kendimi rüyamdaki samuraya benzetmeye çalışırım. Birkaç uzun kumaş bulmam gerekebilir. Bir de tahta kılıcımın yerini hatırlamam gerekiyor tabii. Kumaş olarak annemin şallarını kullanabilirim. Hayır, olmaz. O odaya giremem. Bir seneden fazladır girmediğim yerlerden biri de orası. Kapısına bile yaklaşmıyorum hatta. En son annemin kıyafetlerini fakire fukaraya dağıtmak için toparlamak istediklerinde içeriye girip kapıyı üzerime kilitlemiş, beni ikna etmeye çalışan herkese son ses bağırmıştım. O kadar çok bağırmıştım ki sonrasında birkaç gün sesim çıkmamıştı. Ama annemin kıyafetlerini kurtarmıştım. Bir kere bile içeriye girip göremedikten sonra kıyafetleri kurtarmanın ne anlamı varsa. Yine de her şeyin yerli yerinde olduğunu bilmek garip bir huzur veriyordu bana.
Tam bunları düşünürken banyoya girip kapının tam karşısındaki kendi yansımamla karşılaştım. Direncime dayanamayıp odaya girmekten vazgeçtikleri anı hatırladığımda yüzümde bir gülümseme oluşmuş ve bu gülümseme dudaklarımda asılı kalmıştı. Kendimi gülerken görmeyeli uzun zaman geçtiğini fark ettim. Gülümsememi korumaya çalışarak karşımdaki yüze baktım. Gülmeye çalıştıkça gülüşüm sahteleşiyor, zorlama hale geliyordu. Kendi yüzüme yabancılaştığımı hissettim. Rüyamdaki samuray halim daha tanıdık, daha samimiydi bundan. Ama gülümsememi durduramıyordum.
Orada ne yapacağımı bilemez halde aynaya bakarken kapının sesini duydum. Esma teyze gelmişti herhalde. Tanıdığım en vefalı insanlardan biri olabilirdi Esma teyze. Biri de değil hatta; en vefalısı. Tüm arkadaşlarım, akrabalarım bir süre sonra aramayı sormayı kesmişti. Bazıları bayramlarda seyranlarda hal hatır sormak için telefon ediyor, kapatmadan önce de yarım ağızla “Bir ihtiyacın olursa…” diyorlardı. Ama Esma teyze neredeyse her gün yanıma geliyordu. Hem de aynı binada bile oturmuyorduk. Birkaç sokak altımızda oturuyordu. Yaşadığı yerin yakınında arkadaşlarıyla beraber el emeği şeyler yapıp satmak ve gelirini yardıma ihtiyacı olanlara vermek için küçük çaplı bir vakıf kurmuşlardı. Yanıma her gelişinde yaptıkları işlerden bahseder beni de heveslendirmeye çalışırdı. Arada bir doğrudan davet ettiği de oluyordu. Ayrıca genellikle gelirken bir şeyler de getirirdi. Bazen yemek, bazen az bir miktar da olsa para getirirdi yanında. Yemeği kabul ediyordum ama para getirdiği zamanlar mutlaka ufak çaplı tartışmalar yaşıyorduk. Ailemden kalanlar beni bir süre daha götürürdü zaten. Sonra da… Sonrası Allah Kerim. Ömür boyu evde oturacak değildim ya. Çıkardım elbet evden, işe de başlardım. Gerek yoktu para getirmesine. Buna inandırmaya çalışıyordum onu. Ama her seferinde o parayı bir şekilde vermeyi başarırdı.
Bugün Esma teyze de gülümsememi görsün istedim. Hak ediyordu bunu. Her gelişinde asık suratla karşılamama rağmen o hep güler yüzlüydü bana karşı. Kaskatı kesilmiş kalbimi gülüşüyle yumuşatıyordu. Belki bu gülümsemem de onun sayesindeydi. Kim bilir. Ne olursa olsun gülümsememi görmesi lazımdı. Bunu düşününce zorlamaya dönüşen gülüşümün tekrar samimi bir hal aldığını hissettim. Bu hali bozulmadan yüzümü görebilmesi için kapıya neredeyse koşarak gittim.
Kapıyı açmamla Esma teyzenin yüzünde şaşkınlık ifadesi belirmesi bir oldu.
“İsmet, iyi misin oğlum? Neden ağlıyorsun?”
“Ağlıyor muyum?”
“E…evet. Bir şey mi oldu?”
“Gülüyorum sanmıştım.”
“Yani… Biraz sırıtıyor gibisin de ama… Allah Allaah, bir şey olmadı dimi?”
O an suratımı görmeyi çok isterdim. Tekrar banyoya koşmak için oluşan dürtümü bastırarak:
“Yok. Bir şey olmadı.” dedim, “Buyursana içeri Esma Teyze.”
“Girmeyim yavrum, vakıfta işler yoğun. Sana sabah açtığım börekten getireyim dedim. Al bak seversin sen, patatesli.”
“Saol Esma teyze.”
“Afiyet olsun.”
Börek poşetini tutarken diğer elimle yüzüme dokundum. Elime gelen ıslaklıkla kaşlarımın kalktığını hissettim. Gerçekten de ağlıyordum. Ne ara ağlamaya başlamıştım ki acaba. Aynaya bakarken sadece güldüğümü görmüştüm. Kapıya doğru koşarken başlamıştı herhalde. Tuhaftı. Daha tuhafı uzun zamandır ağlayamıyordum da. Bugün bana ne oluyordu böyle? Belki de bugünümü bunu düşünerek geçirirdim. “İsmet’in Ruh Dünyasına Giriş: Ağlamak ve Gülmek” başlıklı bir yazı yazardım. Sonra da yırtıp atardım herhalde yazdıklarımı. Sıkıntıyla iç geçirdim. Tam o anda Esma teyze merdivenden bana seslendi
“İsmeet”
“Efendim Esma teyze”
“İyi olduğundan emin misin evladım?”
Duraksadım. Nasıl olduğumu bilmiyordum ama iyi olduğumu söyleyemezdim herhalde.
“Rüyalarım bile hep aynı Esma teyze.” dedim en sonunda bu her şeyi açıklıyor gibi.
“Efendim?”
Birkaç saniye anlamsızca birbirimize baktık. Sonunda Esma teyze:
“Oğlum korkutuyorsun beni” dedi. “Bugün sende bir hâl var.”
Durduğunu sandığım gözyaşlarımın tekrar gözlerime hücum ettiğini hissettim. Bence de bende bir hal vardı bugün. Bir şeyler değişiyor gibiydi. Belki de aynı rüyadan sıkılmıştım. Gündüzleri aynada, geceleri samuray halimin yüzünde aynı boş bakışları görmekten sıkılmıştım. Ama korkutucu bir hal değildi belki de bu. Cesaret vericiydi. Benim de biraz cesarete ihtiyacım vardı.
“Esma teyze,” dedim tuhaf bir şekilde titrek çıkan sesimle “vakıfta yardım edebileceğim bir şey var mı?”