Ronin'in Yemini

Fatma Dursun

RONİN’İN YEMİNİ

Efendim kandırılmıştı. Şogun onun hızla yükselişinden tedirgin olup Lordumu İmparatorluk sarayına Daimyo olarak yolladı. İmparator Kyota’dan yönetiyordu. Efendimi Edo sarayına yollayan Şogun yanına hilebaz bir görevli de verdi. Efendimi tuzağa düşüren o melundu. Efendim ve ona bağlı biz samurayların güçlü Bushidoları sayesinde edindikleri ün hem imparatoru hem de şogunu işbirliği yapacak kadar korkutmuştu. Şogun’un melun görevlisi efendimi her seferinde kışkırttı. Bu kışkırtmalar sonucunda efendim Edo sarayında kılıcını çekti. Edo Sarayında kılıç çekmek ölüm demektir. Efendimin haklı gerekçelerinden dolayı ona Seppuku hakkı verdiler. Efendim bu haince plan karşısında onurlu bir samuray olarak kendi canını aldı.

Bizler efendimizin gidişinden sonra Ronin olarak anılmaya başladık. Bushido öğretimizin Chu ilkesine bağlı olan bizler efendimize olan sadakatimizden dolayı kanını yerde bırakmamaya yemin ettik. Kyota’ya dağınık bir şekilde konuçlandık. Zamanla Edo sarayına sızmayı başardık. İmparatora yahut Şoguna isyan etmeyi onurumuza yediremedik. Efendimizin ölümüne neden olan melun devlet görevlisini takibe başladık. Yanındaki yüzlerce adamı yendikten sonra meluna ulaştık. İlkeler gereği ona Seppuku hakkı tanıdık. Melun cesaret edemedi. Kellesini alarak efendimizin mezarının yanına diktik. Ardından bizden kurtulmayı isteyen Şogun ve İmparator biz Roninleri hapsetti. Seppuku hakkı tanındı. Samuraylarla ölüm özdeştir. Shi biz samurayların toplumdaki yerimizin adıdır. Ve Shi ölüm anlamına gelir. Onurluca ölümü kabul ettiler.

Bana Seppuku hakkı dahi tanınmadı. Yaşım ve onurumun buna yetmediğini ileri sürdüler. Yoldaşlarımın küllerini efendimizin mezarının yanına gömdüm. Mezarları başında yemin ettim. İntikam almaya mıydı yeminim? Yeni bir yol bulup yaşatmaya mı? Ben de emin değildim. Sadece yemin etmem gerektiğini biliyordum. Onların ruhlarını yanımda taşımam gerektiğine. Bushido’nun Meiyo ilkesi gereği aldığım kararları, şerefimi ölümle onurlanacağım güne kadar taşımalıydım. Yeminimi şereflendirmeliydim. Yola düştüm. Yıllarca o efsaneden o efsanenin peşine koştum. Neredeyse 10 sene geçti. Yirmilerin sonlarındaydım. Gençliğim yeminimi arayışla geçti.

Son bir senedir bir efsanenin peşindeyim. Dört toprak yolun birleşiminde Onilerle anlaşılan bir yeri arıyorum. Hoş Akumalarla buluştuktan sonra ne yapacağımı bilmiyorum. Ülkedeki bir çok şamanla görüştükten sonra yeri buldum. Uzun bir yol beni bekliyordu. Gerçi hep yoldaydım. Gideceğim yer için kasabadan çıktım. Tarlalıkları geçtim. Birkaç günlük yol daha vardı. Sonbaharın sonlarındaydık. Hava soğuk ve keskin. Güneşin ısıtmayan ışığı bu düz tarlalarda kör eden bir ışık saçıyordu. Bu çorak yerlerde esen boğucu rüzgâr toz kaldırmak ve soğuğu işlemek dışında bir faydası yoktu. Soğuk ve boğucu geçen bu yol için akşam çökmeye başlamıştı. Orada bulunan tek odalı Shrine’nin içine girdim.

Shrine’nin tahtalarının üzerindeki topraklardan, hayat bulan yaban otlarından, mesken edinen yabani hayvanlardan ve burayı basmış olan ayakashilerden buranın yıllar önce terk edildiği anlaşılıyordu. Shrine’nin son inananı da bu sunağı terk edince buranın Kami'si unutulmuştu. Kamiler unutulunca ölürler. İki kılıcımı koydum. Tılsımlarımı yerleştirdim. Kılıçlarımın ruhu ayakashileri uzak tutmaya yeterdi. Fakat yine de dikkati elden bırakmamak lazımdı. Akumaların diyarına yaklaştıkça ayakashiler artmaya ve güçlenmeye başlıyorlardı. Bir kaç meraklı ayakashinin gelip bakması dışında sessiz bir gece şafağa ererken kimonomu düzelttim. Baştan ayağa giyindim. Hasır sandaletimi bağladım. Heybemi sağ tarafıma taktım. Katanamı ve Wakizashimi sol tarafıma taktım. Kimonomun üst kısmındaki klanımın sembolleri eskimeye başlamıştı. Efendisiz olan ben Ronin aslında ölü efendisine hizmet etmeye devam ediyordu. Shrine sunak sunup tütsü yaktıktan sonra oradan ayrıldım. Belki Kamisi hâlâ buralarda bir yerdedir. Hatırlanmak için bilinmek mi gerekir? Kamiyi bilmesem de bir zamanlar bu Shrine’de var olduğunu biliyordum. Bu da yeterdi hatırlanmasına, yaşamasına. Bu küçük Kamiler yalnız ve zavallı ruhlardı. Nankör insanların işleri bitince Kamileri unutup onları yalnızlığa terk ediyorlardı. Ölüme terk ediyorlardı.

Toprak yolu sararmış otlar yer yer bozuyordu. Rüzgâr yoğunlaşıyor, hava gittikçe boğuklaşıyor, güneş git gide daha fazla körleşiyordu. Onilerin gözleri olan kargalar çığlıklarını yükseltiyor, çıplak ağaçlara konuçlanarak beni takip ediyorlardı. Sazlıklara yaklaştım. Sazlıkların kenarındaki otlar boyu aşmıştı. Sazlığın suyu mevsimin kuruluğundan çekmeye başlasa da sesi orada olduğunu kanıtlıyordu. Dört yolun birleştiği yer ufukta gözüküyordu. Usul ve temkinli adımlarla ilerliyordum. Gerginliğimi dağıtmak için omuzlarımı geriye atarak esnettim. Daha ritmik adımlarla ilerlemeye başladım. Yolların birleştiği yerin tam ortasına doğru gelirken rüzgar şekil değiştirip yaprakları burada döndürmeye başlamıştı. Tam ortada durdum. Kenarda bulunan üç küçük ayakashi beni bekliyordu. Hiçbir şey sormadılar. Önlerinde bulunan değneği alıp atmamı ve bana gösterilen yolda ilerlemem gerektiğini söylediler. Aynen öyle yaptım. Değneğin gösterdiği yoldan ilerlemeye başladım. Yol günlerce, yıllarca sürdü. Fakat dört yolun ağzından uzaklaşamamıştım. Kamilerin yolu yerine Onilerin yolunu seçerek Bushido’ya uymuyordum. Fakat efendisi ölü olan başıbozuk bir Roninden başka birşey değildim. Kılıçlarımın adının olmayışı onların ruhlarını gitgide solduruyordu. Sona ulaşmadan yeminimi tutmalıydım. Kılıçlarıma bir ad koymalıydım. Saçlarım uzadıkça uzadı. Sakallarım onlara katıldı. Yolun sonuna geldim.

Yolun sonunda fark ettim ki aylar, yıllar geçmemişti. Onilerin diyarına girmiştim. Etraf zifiri karanlıktı. Mavi ateş topları gördüm. Onibiler gelmeye başladı etrafıma. Ölülerin şeytanı Onibi kederli ruhlardan oluşuyordu. Efendimin ve yoldaşlarımın Onibisini bulmam gerekiyordu.