Gün Günden Odamın Şeklini Alıyorum*
Konuşmacının sustuğu anları yakalamaya çalıştı. Tam şimdi girecekti ki, olmadı. O kız izin vermedi. Hay Allah. İçi içine sığmıyordu, uzun zaman sonra ilk defa tek başına bir yerde bulunuyordu. Kimse onu tanımıyor kimse kendisi hakkında bir şey bilmiyordu. Oturduğu yerde ayaklarını yere bastırdı, burada artık kendi ismiyle vardı, kayınbabasını kaybettikten sonra bir başkasının gölgesinde ya da isminin ağırlığı altında yaşamak sona ermişti. Artık kendi isminin altında konuşmasını sürdürecekti, kararlıydı.
İnsanlar u şeklinde dizilmiş, harfin iki çubuğunun ortasında oturan konuşmacıyla moderatör kısa paslaşmalarla muhabbeti sürdürüyordu. Moderatör kız, konuşmacıdan çok gençti. Belki hayatın henüz farkında değildi. Ama kendisi kızın bu hâliyle eğleniyor asla kendisi gibi muazzam bir mahlukat olamayacağını düşündüğü için keyifleniyordu. Araya girip bir anda söylediği saçma sapan şeyi sakince dinlemek zorunda kalmışlardı, görmezden gelemeyip kendisini susturamamıştı kız. Bunu başaramayacağını bildiği için arkasına daha sağlam yaslandı. Şimdi görürdü.
Kız elleriyle önündeki not defterine sımsıkı tutunuyordu çünkü kendisini susturmak için defterde yazdıklarını bir silah gibi kullanıyordu. Yine kızın sözünü kesmek için pusuya yattı. Bu sorunun da nihayete ermesiyle söze girecekti ki kız yine başka bir soruyla programın akışını tekrar sağladı. Konuşmacı memnuniyetle cevaplıyordu soruyu. O cevapladıkça kızın defteri tutan elleri gevşiyordu. Kızın elleri gevşedikçe z kadın sinirleniyor, duvarlara bakıyordu.
Sağ taraftaki duvarda yani kızın arkasında olan duvarda bir tablo vardı, hah, dedi içinden. Çerçeveyi altın varaklı seçememişler mi? Kendi evinde yaldızlı varaklı olmayan hiçbir şey mevcut olamazdı. Tablonun sağ üstünde bulunan klimaya baktı, hah, dedi içinden. Japon teknolojisini duymamışlar mıydı, milattan öncesinden kalan bu külüstürleri kim niye alırdı canım? Kendi evini düşündü. Keyiflendi. O sırada klimanın yanından başlayan ve pencereye doğru ilerleyen bir dalgalanma gördüğünü sandı. Sanki duvarın içinde bir şey toprağın altında ilerleyen köstebek gibi pencereye ilerlemişti. Aman canım bu ara fazlaca dizi izliyordu hem de nasıl bir televizyondan izliyordu, anlatsa ağzınız açık kalırdı, böyle şeyler görmesi normaldi.
Konuşmayı kaçırmamak için gerginliği azalmış moderatöre baktı. Hayır, böyle bir şey mümkün olamazdı. Hemen lafa girdi, “Bilir misiniz Hanımefendi, kaplumbağaların hikâyesi vardır tam da temas ettiğiniz bu konuyla ilgili.” dedi z kadın pat diye. Moderatör kız dönüp baktı ağzını açtı, hay senin der gibi ama demeden, buyrun, nasıl bir hikâye tam olarak, dedi.
“Öncelikle ben bunu küçükken annemden dinlerdim. Bizim evimiz çok büyüktü tabii, odama gidebilmek için üç kat çıkmam lazımdı, yani pek söylemek istemiyorum da, konaktı yani.”
“Kaplumbağa hikâyesi demiştiniz?”
“Ah, evet. Annem anlatırdı, hani şu tavşan filan-”
“Evet, teşekkür ederiz bu konuyla çok uyumlu bir örnek oldu. Peki, ben o zaman tekrar size dönüp şu sorumu-”
“Aaa anlatmayayım mı istiyorsunuz?” dedi kadın birden ayağa kalkıp. Moderatör kız, z kadına ters ters baktı. Kadın ayakta durmaya devam etti.
“Hayır, anlatmak istediğinizi fark etmemiştim, buyrun.” dedi m kazaklı kız. Duvarlar kıpırdadı.
“Şimdi konuk hanımefendi daha iyi bilir elbette eskiden bu şehrin saygın aileleri vardı efendim. Onlara hep bu masalları dadıları anlatırdı. Tabii bizim dadımız bir Selanik hanımefendisiydi, o evvelinde bana nice nice hikâyeler masallar anlattı ama dikkat çekmek isterim ki bu hikâyeyi bana dadım değil annem anlattı.” Ze kadın, masaların ortasına yürüyerek anlatmaya devam etti, sanki o köstebek duvardan zemine inmişti, ona basmamak için iki adım büyüklüğünde bir adım attı. Herkes kadını izliyordu. “Şimdi ben size annem gibi detaylı anlatmak isterdim zira annem de eski İstanbul hanımefendilerindendir. Birçok eğitimi yerinde çok saygın hocalardan almıştır ama ben şimdi tıpkı annem gibi anlatırsam çok uzun sürer.”
“İsterseniz birkaç cümleyle de özetleyebilirsiniz.” dedi ma kazaklı kız. Konuk da şaşkınlıkla kendisini izliyordu. İşte şimdi hakkını verecekti kendi isminin.
“Ben konuğumuza evvela başka bir soru sormak isterim. Siz tam olarak nerede büyüdünüz?”
Konuk tam kırk dört saniye nerede büyüdüğünü anlattı ama kırk beşinci saniyede sözü kesildi. “Ben de 9 katlı bir evde büyüdüm.”
“Yaa öyle mi?”
“Evet, hatta dışarıda pek söyleyemem ama asmalı konak gibi yani.” Zemindeki mermerin kabardığını ve ayaklarının şeklini aldığını hissetti. Ma kazaklı kız çatlasındı. İşte her şey kendisine göre şekilleniyordu.
“İsterseniz sizi yerinize alalım, programımızın bitmesine yarım saat kalmışken diğer soruları da alalım.”
“Aslında benim bir sorum daha olacaktı, müsaadenizle.” Önce moderatöre sonra zen kadına kibarca gülümseyen yazar, soruyu sormasını rica etti. Mav kazaklı moderatör içinden söylendi kadına bakarken, yahu şimdi biz seni mi dinlemeye geldik be kadın demek istedi, demedi, hatta bunu belli etmedi.
“Ben siz yazarlar gibi kalemle değil de bilgisayarla yazabiliyorum, sizce ben kalemle yazmak için nasıl bir yöntem kullanmalıyım?”
Mavi kazaklı moderatör kız sakince nefes aldı, senin kalemle yazman, dedi, sanki ne değiştirecek, dedi, nolur sus be kadın, dedi içinden, gülümserken. Çok alışkın değildi bu sabote edimlere. Konuk soruyu sakince cevaplarken zeng kadının ayakta durduğu yerde tavan bükülüp aşağı doğru şekillendi. Kadın yerine doğru ilerlerken bütün bir tavanı kafatasında toplamıştı. Konuklar da kalkıp duvarların bükülmesine yardım ettiler. Mavi kazaklı moderatör kız eline bir kalem aldı ve kadının kulağının arkasına koydu, yazı yazmak için lazım olurdu. Pencereler kristalleşip zengin kadının parmaklarına yüzüklerce dizildi ve işte şimdi olmuştu. Dün dünden kalan bir isimsizliğin sıkıntısını yaşarken şimdi gün günden odanın şeklini alıyordu.
*Edip Cansever, Oda şiiri.
*Olay gerçekten yaşanmıştır, belki tamamiyle değil.
Ayşenur Önler
Zorluk: Öykü, bir odanın içinde geçecek. Bu odanın kapısı olmayabilir, yüzlerce odası olan sarayın herhangi bir odası olabilir, kapısı âlemüstü bir yere de açılabilir ve daha nicesi. Karakter(ler)in o oda içine nasıl geldiği size kalmış. Oda dolayında karakter(ler)in o odaya neden geldiğini/geldiklerini anlatacaksanız eğer o mevzu, öykünüzün merkezini teşkil etmesin. Yani ‘nasıl?’ sorusundan ziyade ’nerede?’ sorusu önemli. Özetle, öykünüz bir odanın içinde geçecek.