Olsun Redifli Hikaye

Fatma Ünsal

Olsun Redifli Hikâye

Anneme beni bu odaya yerleştirmelerini ben söylemedim. Hür irademle gelmedim. Annemin hür iradesiyle geldim.

Yatağımı pencere kenarına koymasını da ben söylemedim. Annem burayı niye seçti, bilmiyorum. Ama alışkanlıklardan kaynaklanıyor olmalı. Yani yataklar pencere kenarına. Hayal kurmayı kolaylaştırıyordur belki, bilmiyorum.

Ama şu sandalye var ya şu sandalye. İleri geri sallanan, ahşap. Ahşabının cilası gitmiş dede yadigârı sandalye. Onu oraya koymasını ben söyledim. Hür irademle. Karşıları görsün anne, dedim. Alaca’yı görsün. Alaca bizim evin tam karşısındaki tepelik alan. Kar yağdı mı gelinlere benzer. İzlemesi güzeldir. Bulutlar tam oradan sökün eder. En güzel, evin bu odasından görünüyor. Ninem tam oraya bakarak yakardı ağıdını. Halama. Genç öldü. Genç ölene yanık ağıtlar giydirilir çünkü. Gence en güzel neyse o giydirilir. Ölünce ağıt giydirilir.

Tam oraya bakıyor odam. Ninemin bakarak ağıt yaktığı yere. Ağaçların haberi var mıdır acaba onları izleyen bir kadının ağıt yaktığından? Neyse. Yoktur. Ya varsa? Vardır o zaman. Dünyada her varlığın arasında görünmez bir iplik var çünkü. Ezelden teyelli.

Odama televizyon koymadı annem. Şeytan işi diyor. Ama salonda var. Şeytan sadece benim odama girebiliyor galiba. Neydi şu kitaptaki şeytanın adı? Fistolu bir şeydi. Fustooo, fustooo... Hah, Mefisto. İblis seni. Vallahi bir besmeleye bakar, sıkıyorsa gelsin. Ya da gelmesin. Kulum ben. Neyin güveni bu? Gelmesin Allah’ım, zaten odam küçük gelmesin. Salona gitsin. Annemin sol yanına oturt onu. Babam zaten hep uyuyor. Onun yanında sıkılır ama annem biçilmiş kaftan onun için. Allah affetsin.

Kitaplarımı koymadılar odaya. Artık gerek yok. Gerçi yatağın ucundaki duvara yerleştirebilirlerdi kitaplığımı ama gerek görmediler demek. Kendi hür iradeleriyle. Çoğu test kitabı zaten. Onların olsun. Ne yapayım ben? Ama bari Serçekuş’u koysalardı. O benim ilk ödülüm. Ortaokulda bilgi yarışması düzenlenmişti. Üç sınıf katılmıştı bizim sınıfla birlikte. Biz üçüncü olmuştuk. Olsun. Öğretmen ne iyi adammış, kitap hediye etmişti bize. Payıma Serçekuş düşmüştü. İnsanın başaramadığı anlarda hediyeye daha çok ihtiyacı var bence. Başaran insan, kendi kendini mutlu etmesini bilir. Ya başaramayan ne yapsın? Ölsün mü? Ölmesin. Düşene de hediye verin. DHVC kurulsun. Düşene Hediye Verme Cemiyeti.

Halı annemin gözden çıkardıklarından. Basınca ha halı ha parke ayırt edilmiyor. Tam köşede çaydanlık yanığı da var. Püskülleri o kadar kötü ki tüyleri yolunmuş kargaya benziyor. Olsun. Yunus’un halısı mı vardı? Ama temiz Allah için. Annem eline aldığını ağlatana kadar yıkar çünkü. Biz dahil. Kardeşimi banyoda çitiliyordu bildiğin. Bağırınca susturucu niyetine kafaya küt diye tastan bir kuple geçiriveriyordu. Bitleniriz, evini bit sarar zannediyordu. Haklı çıktı. Munise’nin kızından bir araba bit getirmiştik eve. Sinir krizi geçirmişti. Ağlayarak temizlemişti kafamızı.”Oğlan çocuğu da bitlenir miymiş?” diye bana iki kere kinlendi. Güldüm onun bu hâline. Allah affetsin. Gerçi yine olsa yine gülerim. Oh kafamıza sağlık.

Bazen sandalyeme geçip perdeyi de sıyırıp dışarıyı izliyorum. Evin yanındaki küçük yoldan gelen geçen oluyor ama onlar ilgimi pek çekmiyor. İnsan çünkü. İnsan hareketi dünyanın her yerinde aynı. Neyini izleyeyim? Karşıları izliyorum. Ağaçların hep birlikte oluşturduğu o. O. O. Adını koyamıyorum, tarif edemiyorum ki. Ağaçlar tablo gibi duruyorlar. Bir çizgi oluşturuyor. Kalemle çizilmiş gibi. Oraları merak ediyorum. Tam karşıda tek bir ağaç var. Onun tepesini düşlüyorum. İnsan olsa böyle merak ettirmez kendini. Ama bir kuş, ağacın en tepesinde etrafı nasıl görür? Rüzgâr, o ağacın tepesini nasıl yalayıp geçer? Hele yağmur yağdığında. Yağmur taneleri hızlandığında aynı anda iki yana yıkılarak türkü söyleyen insanlar gibi. Hem rüzgârı hem yağmuru bu ağaçlar nasıl kucaklar? Bence ninem bunları düşünmedi oralara bakarken. Gözüne teselli aradı. Takılacak yer aradı ya da. Olsun. Kar ilk oraya inmeye karar verdiğinde. O tek ağaç artık beyaza büründüğünde. Tüm ağaçlar beyaza büründüğünde. O kar uğultusu ağaçların aralarında dolandığında. Ne zavallıyız. Biz odalarımızda.

Bense artık hep bu odada. Niyesi kimi ilgilendirir? Bu odanın küf yeşili duvarlarından başka. Şu işe yaramaz pinpon toplarından başka. Ben varla yok arası. Ping pong masası varla yok arası. Ha ben ha bu durmuş saat. Ha Sezai ha ping pong masası. Babamın salonda tuttuğu boş tüfek bir de. Ne işe yarıyorsa? Bir iki kuş avlıyor kışın. Sonra Bolu Beyi edasıyla yerine asıyor zıkkımı. Ha ping pong masası ha boş tüfek. Niyesi kimi ilgilendirir? Bu oda benim uzvum artık. Niyesi beni ilgilendirir.

Geceleri armut ağacının gölgesi odanın içine vuruyor. Gulyabani gibi şekiller. Yattığım yerden izliyorum bir süre duvarı. Korkmuyorum aslında ama çok da hoşlanmıyorum. Gölgelerden pek hoşlanmam. Bir gece bu gölgelerin biri el şeklini aldı da kapı tıklatır gibi yaptı. Duvara kapı gibi vuruyordu yani. Tövbe tövbe. Gözümü sıkıca kapatıp diğer tarafa döndüm. Kayboldu. Allah bu gözü ne güzel yaratmış. Koruyor mübarek. Gerçekten de yalandan da koruyor. Bu odanın dışından da koruyor. Odamı da göz kapaklarımı da seviyorum. Herkesin var. Olsun. En çok ben seviyorum.

Odamın kapısına annem seccade astı. Hür iradesiyle. Asmasa da olurdu. Koysa yeterdi şuraya bir yere ama böyle güzel olduğunu düşünmüş olmalı. Yok. Alışkanlıktan. Alışkanlıklar güzellik hesap edilerek yapılmaz. Tanımına ters bir kere. Alışıldı diye yapılır. Annem güzel olacağını düşünseydi yapmazdı zaten. Olsun. O da ölecek ben de. Olsun.

Sabah gözüme gün ışığı vuruyor bazen. Çalar saat niyetine uyandırıyorlar. Duvarda oynaşıp duruyorlar bir süre. Sonra kayboluyorlar. Işık odanın içine vurunca ince tozlar, tüyler belli oluyor. Kendimi o ışığa benzetiyorum bazen. İnsanlar arasına salınmış. İnce hesaplar, fena fikirler sayemde açığa çıkıyor gibi. İnsanlar farkında olmuyor. İnsanlar. Farkında olmayarak ölüyorlar.

Olsun.