Adı Yaşamak

Fatma Ünsal

Kelimeler: takla, formül, uyku.

ADI YAŞAMAK

Gözümü açmak istemiyorum. Mümkün mü? Doğal muhaliflik uyanmak. Beni uykunun bu gömücü koynundan çıkarsınlar istemiyorum. Olmuyor. Çıkarıyorlar. Kolumdan tutup sarsıyorlar beni uyanayım diye. Acılarına eşlik edeyim istiyorlar. Acımasızlar. Hâlbuki uyku öyle mi? Boş teselli veren, kandıran bir arkadaş gibi. Kanmak istiyorum.

Gözünü açmak istemiyor. Ama birazdan uyanacak mecbur. Uyanacak ve yokluğumu kabullenecek, başka çaresi yok. Duvarları yumruklayacak, etine dişlerini geçirecek. Kor gibi bir yumru yutacak. Midesine inmeyecek. Karnında yanacak, yanacak ölene kadar. Bu kalabalığa o da katılacak. Acıdan kaçmanın bir formülü henüz bulunamadı. Uykuda olduğunu sanıyor. Ertelediğini anlayacak.

-Uyandı uyandı. Kapatın şu televizyonu. Açtı gözünü. Hah uyandın mı? Hadi yüzünü gözünü yıkayıver hah. Ayılırsın. Yok yok denir mi öyle? Tövbe de. Her insanın ekmeği aşı. Salavat getir, Allah çek. Sen Müslümansın, denir mi öyle? Hadi kalk abdest al. Emrihak vaki olunca elden ne gelsin?

Uyandım. Televizyonu alelacele kapattılar. Ekran üçe bölüktü. Ortada sarı saçlı sunucu hissiz. Diğer ikisiyse kin yumağı. Aradan sunucu çekilse parçalarlar birbirlerini. Ama zaten aralarında değil. Niye parçalamıyorlar? Kapatınca biraz daha gözümün önünde kaldı bu görüntüler. Halam elinde tespih, hamdediyordu. Gözümü açtığımda ilk onun suratına çarptı bakışım. Daha bir şey diyemeden bakışımdan anlamlar çıkardı. Ağzımdan hafif bir inilti çıktı oysa. Ağzımdan koru atmaya çalıştım. Tövbe et dedi. Salavat getir dedi. Koru atmaya çalışmak bunlarla çelişen bir şey mi?

Birazdan kalkacak. Bin baskıyla yüzünü gözünü yıkayacak. Abdest alacak. Vakit ikindi. Çok zor bir vakit şu ikindi. Karanlığa da sığınamıyorsun gündüze de. Camiye yollayacaklar bir arkadaşıyla. Orada kıl da gel açılırsın diyecekler. Gidecek tabii, şu laf kalabalığına direnmek mümkün mü? Ayaklarını sürüye sürüye gidecek. Yolda ona rastlayanlar olacak. Başın sağ olsun falan filan. Başın sağ olduğu, kaldığı yok. Bunu bilmeyecekler. Dil alışmış işte, deniveriyor. Camiye girecek. Üç beş ihtiyar, safta namaz vaktini bekliyor olacak. Daha aklı başında olanı susacak. Diğerleri dinî vecibeler sıralayacaklar. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi raci’ûn, diyecek biri. Âmenna. Yaşamak ölümün teknesinde bir maya aslında. O an anlayacak. Canım benim.

-Nereye gitti? Camiye yolladık. Az açılır. Açılır açılır. Gelen giden olur akşama. Hadiye, kalkın ortalığı toparlayın kızım. Dayın nerede? Hah iyi iyi hava alsın az. Ana sen de ağlama günah. O kadar ağlanır mı? Günah. Asi gelme.

Asi gelmeyeceğim. Ninem de asi gelmeyecek. Semiallahulimen hamideh. Allah’tan. Bu da Allah’tan. Rabbenâ lekel hamd. Dünya uzun sürmüyor. Sürmüyor. Yine başladı. Dursana. Akmasana. Sübhânerabbiel a’la. Dursana. Daha neyini tattı ki buraların? Sübhâne rabbiyel a’la. Yahu sus sussana. Ağzını da tam kapatamamış, ne diyordu acaba? Sübhâne rabbiyel a’la.

Çok da önemli bir şey demedim. Gerçi insanın ağzından çıkan ilk kelime kadar önemli olmalı son kelime de. Bilse bu kadar üzülmezdi ama. Ya da üzülürdü. Yaşasaydım üzülmezdi. Şimdi en falsolu hâllerime bile sarılıp ağlıyor. Ağlayacak. Hatalarımı da mı sevmiştin? Oysaki babamın bize aldığı çikolataları benden önce yer, benim payıma da göz dikerdin. Kerata. Birazdan yine uyuyacak. Eğer açık bir yarası olsaydı, basardı tentürdiyodu, sarardı. Üç güne kabuklanırdı. Kolay da değil ki. On beş yıl şahit oldu. Bir günde, bir ayda, bir yılda nasıl kapatsın o çukuru?

-Uyuma uyuma. Otur gelenle gidenle. Konuş. Tövbe de. Bak filanın da oğlu geçen yıl ö… Sus sus demedim, o da kardeşin gibi dünyasını değiştirdi, nasıl aklı başında ağabeyi. Allah aldı diyor, zaten bizim miydi diyor. Böyle olur mu canım? Babası sen de bir şey desene. Anası nerede kızım? Hah iyi iyi az kafası dağılır. Ahıra bakan olmadıydı iyi iyi.

Allah bu dünyayı yaratırken insanlara yarış, yarıştır mı buyurdu? Hadi bakalım yarışalım, kim daha fazla acı çekecek? Gözümü sıkıca kapatacağım. Sabaha kadar sabaha kadar sığınacağım yeter. Bağırdım mı ben? Bağırmadım. Duymuyorlar beni. Gelen gidenle oturmayacağım. Kaşık sallamayacağım dumanı üstünde pilava. “Vah vah vah”tan sonra gelen çay kaşığı sesi. Sofranın ucuna kıvrılmayacağım yeter. Bağırdım mı ben?

Rüyasında yaylayı görecek. Bayırlıkta bir çam ağacına kurduğumuz salıncakta sallanacağız. Kavga edeceğiz yine, ulan sıramı kaptın in lan diye iteleyecek beni salıncaktan. Sırtıma bir yumruk geçirecek, onun canı acıyacak. Ben güleceğim. Güldüğüme ağlayacak. İndirecek beni salıncaktan, üzülecek indirdiğine. Gök karşılardan masmavi. Gerçek. Aşağıda yayla evleri. Gerçek. Ağaçlar. Gerçek. Her şey gerçek. Ama benim varlığımın gerçek olmayışı onu yıkacak. Uykuda da rahat bulamayacak. Sığındığı bu liman, onu düşte de hançerleyecek. Sonra koşacağız aşağıya. Anam semaveri kaynatmış olacak. Çuvaldan kilime oturacağız. Anamın semaver kaynatırken yüzü olmayacak. Yüzüyor gibi suyun altında gibi bir hissin içinde olacağız. Rüyalar yassı olur. Babam niyeyse bizden uzakta duracak. Görmeye dayanamıyor gibi. Yüzüne bakacağım. Gözlerim her zamanki gibi. Ama ona daha güzel gelecek. Gözlerimle de hep dalga geçerdi. Dünyanın en değerli taşlarına bakar gibi bakacak. Onların şu an dünya yüzünde olmadığını bilecek. Zavallı. Bilecek. Bilmenin yaşam denen o tuhaf karışımda en acı veren şey olduğunu o an anlayacak. Acıyacağım. Ölülerin dirilere acıması işe yarar mı? Ben ona bunu atlatmanın formülünü tam söyleyecekken uyanacak. Benden kurtulmanın formülünü duyacakken dünya onu dürtecek.

-Uyan yavrum. Kalk. Baban dışarıda. Teyzenleri yolculuyor. Seni de görelim dediler. Kalkıyor musun? İyi yat az daha.

Uyandı da başı ağrıyormuş. Yok yok ne psikoloğu? Yok yaylaya götürelim az hava alsın. Hemen doktor mu olur? Doğru da işte. Ne yapalım Allah’tan. Yok canınızın sağlığı. Hadi yavaş sür Osman. Varınca arayın.

Yaylaya getirdi babam. Anam bir şeyler koymuş yemelik. Semaver. Bizimkiler hemen salıncak kurmaya koştular. Oraya kurmayın oraya kurmayın. “Niyeymiş?” diye karşı çıktı bizim üç numara. Tabiatı bu. Her naneye karşı çıkıyor. Kurma ulan işte oraya kurma! “Niyeymiş? Orada güzel havalanıyor salıncak. Kuracağım.” Anam kızdı git şu yanna kur diye. Sohranarak başka yere kurdular salıncaklarını. Bense oraya çıkıp oturdum bayıra karşı. Tam o ağacın dibine. Dün rüyada kavga ettiğimiz o salıncağın oraya. Gökyüzü karşılarda. Gerçek. Aşağıda evler gerçek. Semaver gerçek. Daha dört gün önce bu gök çatının altında nefes alan, şu an nasıl yalan olabilir? Anam aşağıdan gel, diye bağırıyor. Çay hazır. Bu da gerçek. Rüya değil. Yassılık yok.

Her gün bir hatırayla şişlenecek. Yaşıtlarımı görmek ona acı verecek. Ölsünler istemeyecek ama yaşıyor oluşlarını haksızlık diye belleyecek. Köy meydanında her yaz düzenlediğimiz spor yarışmalarını engellemeye kalkacak. Civar köylerden uğrun uğrun bunun için gelen çocukları tehdit eder gibi bakacak. Onun değişmiş olmasına yoracaklar. İsyankâr olmuş diyecekler. Takla atma yarışmaları düzenlerdik. Bu dalın değişmez birincisi de bendim. Ödülse tahtadan bir kupa olurdu. Tahtayı oyup üstüne keçeli kalemle “1” yazdığımız uyduruk kupa için kin tutacak. Evde bundan en az on tane var. Bu on tahta kupa, bu kötü odun parçaları onun ruhunda oyuklar açacak. En sonunda ölü bir sporcunun bu basit kupalarını yakmakta çareyi bulacak. Bana kızmakta merhemini bulacak. İşte formülü keşfetmeye başladı. Ölü çocuğun taklalarından kime ne zaten?

Koşarak geldi o gün. Sorma. Psikolog dedilerdi, götürsek mi? Girdi odaya, topladı odundan şu şeyler var ya. Amaan dilimin ucunda. İşte onları, tuttu attı sobaya. Getirdi bir kucak dolusu kıyafeti de attı önüme. Versene bunları, dedi. Versene gelip de giyecek mi var? Ben ne yana yanayım ne yana? Dağıttım sağa sola da. Millet giydirir mi çoluğuna çocuğuna soygun diye? Ben yanmıyor muyum yanmıyor muyum? Öyle tabii. Allah’tan.

Rüyama geldi yine. Gelmesene. Gelmesene. Konuşmuyor da. Eve de girmiyor. Merdivenin aşağısından bana bakıyor. Ortalık yassı. Yüzer gibi. Bir yumuşak hissin içinde gibiyiz. Konuşmuyor da. Uykularımı delik deşik etti. Gelmesene artık gelmesene. Ya da gel. Olsun. Önüme tahta parçalarını attı. Önüme başından çıkarmadığı şapkasını, uyduruk uyduruk şeyler yazdığı ajandasını attı. Üstünden çıkarmadığı formasını attı. Eprimiş kramponlarını da fırlattı. Belki yüz tane fotoğrafımızı attı. Sonra derisinden soydu, bir maskeyi çıkarır gibi çıkarıp yüzünü attı. Salıncak ipini attı, havada taklalar atan silüetini buldu onu attı. Mevsimlerden yazı, renklerden sarıyla kırmızıyı attı. Sonra rakamlardan on beşi seçti, onu attı. Temmuzu attı. Döndü, arkasında babam sigara tellendiriyordu. Aldı babamın elinden sigarayı, tuttu bu yığdıklarının üstüne attı. Dur diye bağırdımsa da kıpırdayamadım. Yüzündeki boşluktan bana gülümsedi. Sonra külleri topladı. “Al sana.” dedi. “Yaşamanın formülü al. Bunu her gün suyla ıslat yaralarına sar. Al sana yaşamak formülü al.” Sonra dönüp arkasını gitti. Giderken eridi.

O sabah, Güneş’i yadırgamayacak. İnsanların nasıl gülebildiklerini yiyip içebildiklerini sorgulamayacak. Üzüntüsü geçmeyecek ama yakmayacak da. Sırtında bir yük olarak kalacağım. Her yere beni taşımak zorunda kalacak. Önce ben oturacağım gittiğimiz yerlerde. Sonra o. Yüzünden bu yükün izlerini kimse okuyamayacak. Kendi el yazısı çünkü bu. Kendi tırnaklarıyla yazdı. Annem bile sevinecek, iyi diyecek bak psikoloğa gitmeden düzeldi. Allah’tan diyecek halam, derdi veren dermanı da veriyor. Buna o da iman edecek. Babam yine konuşmayacak. Konuşmayarak kaçacak. Köyde o yarışmalar yeniden düzenlenecek. Bu sefer daha güzel kupalar yontacak. Yaşıtlarım büyümüş olacaklar. Yaş olarak beni geçtikleri için onları affedecek. Takla atmada birinci gelen çocuğu daha bir sevecek. En çok onu sevecek. O ağaca o salıncak yine kurulacak. Çocuğu olacak belki. O salıncakta sallayacak veledi. Gök göklüğünden, yaşamak aynı halatlara bağlı düzeninden vazgeçmeyecek. Öğrenecek, insanı insanların çoğaltmadığını. Eksildim sanırken zaten çok olmadığını. Yalnızlığın en başından beri insanın ekmeği aşı olduğunu öğrenecek. Dünya söz verdiği zamana kadar dönecek. Yaşayacak. Yaşlanacak. Uyuyacak uzun süre. Uyanacak.