Bavulu açtı. İçlerinde tuhaf, cıvık ve iğrenç görünümlü maddeler olan kavanozları standa dizdi. Sergiye gelen insanlar onun standının başına gelince hayret ve merakla baktılar. İnsanlar baktı, o anlattı. İnsanlar şaşırdı, o anlattı. İnsanlar inanmak istemedi, o anlattı. O anlattı, insanlar ağladı. O anlattı, insanlar şaşırdı. O anlattı, insanlar korktu.
“Bakın,” dedi. “Bakın, bu gördüğünüz Kral beşinci Behramiyov’un itibarı. Şu kavanozdaki ünlü yazar Sertiving Wherem’in itibarı. Buradaki dünyanın en zengin iş adamlarından Gil Bads’in itibarı. Mesela şuradaki de küçük bir köyde küçük bir ailenin reisi olan küçük bir babaya ait. Hepsi ama hepsi birine ait olan bu itibarları sergiye çıkarmamın sebebi hak edilmeyen itibarların ne kadar çirkin, ne kadar iğrenç olduğunu tüm dünyaya duyurmak,” dedi. Onu dinleyenlerden bir genç “Peki bu itibarların hak edilmediğini nereden biliyorsunuz?” diye sordu. Bavulunu açtı. Bir monitör çıkardı. Uzaya gönderdiği itibar uydusunun görüntüsünü açtı. “Bak genç adam. Bu uydu bana gönderdiği sinyallerle hak etmeden itibar elde eden kibirli varlıkları bildiriyor. Ben de onları bulup itibarlarını onlardan kurtarıyorum,” dedi. “Deli saçması,” dedi fötr şapkalı, zengin görünümlü bir adam. Adama yan yan baktıktan sonra bavulundan dijital saate benzeyen bir cihaz çıkardı. “Uydu, bu saate gönderiyor sinyalleri. Sonra saatin ekranında hak etmediği hâlde itibar sahibi olan bir şahsın adı, soyadı, işi ve adresi yazıyor. Bu bilgileri monitöre girdiğim zaman o şahsın fotoğrafı çıkıyor. Ben de gidip buluyorum ve itibarını alıyorum. Şahıs, ölmüş olsa bile,” dedi. Kalabalıktan “Aaaaa. Yok artık. Daha neler?...” nidaları yükseldi.
“Mesela itibarını aldığım ilk kişi herkesin kendisine hayran olduğu bir profesördü. Konferanstan konferansa çağırılır, insanlar kendisiyle aynı ortamda oturmayı şeref sayar, internet sitelerinde onun sözleri paylaşılır, televizyon kanalları kendisini ağırlamak için birbiriyle yarışırdı ama uydu onu gösterdiyse muhakkak insanların gözündeki bu itibarı yalan bir itibardı. Adresini bulup evine gittim. Avurtlarına, koltuk altlarına ve göğsüne sapladığım enjektörün içine çektim itibarını. Sonra şu gördüğünüz kavanoza boşalttım. Kavanozun kapağını kapatıp iyice çalkaladım. Kavanozun bir kapağına bir dibine çarpa çarpa zedelendi profesörün itibarı. İtibarı zedelendikçe söndü havası. Havası söndükçe değersizleşti. Ustalıkla sakladığı kötü yüzünü saklayamadı. Yüreğinden değil kuyruğundan ürettiği vecizeleri yuttu, küfürler kustu. Kimse yüzüne bakmaz, kendisi de aynalara bakamaz oldu.” Saçlarını tepesinde toplamış, giydiği takım ve makyajından varlıklı olduğu anlaşılan bir kadın inanmaz bir tavırla “Sen iğneleri saplarken profesör armut mu topluyordu?” diye sorunca bavulundan çıkardığı uzun, sihirli bir sopaya benzeyen cihazı kadının gözlerine tuttu. Cihazdan çıkan kırmızı ışık kadının gözlerine ulaşınca kadın, büyük bir çığlık attı ve olduğu yere bayıldı. Bayılan kadına alaylı alaylı bakarak “İstese armut bile toplayamazdı,” dedi.
Bunun üzerine itibar toplayan adamın etrafındaki kalabalık yoğunlaştı. Eline bir kavanoz daha aldı, “Bakın şu kavanozdaki itibara. Dikkatle bakın,” dedi. Anlatmaya devam etti. “Bu itibar küçük bir şehrin küçük bir mahallesinde tüm mahalleliye annelik yaptığını sanan bir kadına ait. Sinyalleri aldığımda gittim ama hemen almadım itibarını. Bir süre onu seyrettim. Herkesin ona hürmet etmesi, ikramlarda bulunması hoşuna gidiyordu. Çevresindeki insanlara kendi hayatı boyunca uygulamadığı konularda nasihat veriyordu. Hakarete uğrayan bir kadına sen sus ki büyüklük sende kalsın, diyor, ama kendisine değil hakaret etmek yan gözle baksa birisi, onu yerin dibine sokuyordu…”
Kendisini ilgiyle dinleyen insanların yüzlerini dikkatle inceledikten sonra “Başka bir örnek vereyim,” diyerek devam etti. “Bir gün saatime gelen sinyalde bir psikiyatristin bilgileri yazıyordu. Verilen adrese gittiğimde bir mezarla karşılaştım. Mezarın başındaki mermerde psikiyatristin adı soyadı yazıyordu. Mezarı kazdım. Çürümemiş olan birkaç kemik parçasından aldım itibarını, şu kavanoza koydum. Güzelce çalkaladım. Ertesi gün televizyon kanallarında kendisinin karısını aldatan bir şeref*z, insanları kandıran bir düzenbaz, paradan başka derdi olmayan bir alçak olduğu konuşuldu ve birkaç gün içinde de bir zamanlar dünyada olmuş olan varlığı unutulup gitti.”
İtibar toplayan adamı dinleyenlerden kimisi ağlıyor, kimisi cık cıklıyor, kimisi itibarını kaybetmekten korkar gibi gözlerini kaçırıyor, kimisi inanmakla inanmamak arasında bocalıyordu. Bavuldan bir sinyal sesi geldi. Saate benzeyen cihazı çıkardı “Uydu yeni bir sinyal gönderdi,” dedi. Monitörü aldı. Bir şeyler yazar gibi yaptı. Sonra bir kadının gözlerine dik dik baktı. İnsanlara her zaman doğru haberler yaptığını söyleyen ve ülkenin ileri gelen kanallarından birinde muhabirlik yapan bu kadını herkes tanıyordu. Kadın önce kaçmaya yeltendi fakat sonra vazgeçti. Adam, kırmızı ışıklı cihazı kadının gözlerine tuttu. Kadın bayılınca bavulundan çıkardığı enjektörleri fırlatıp avurtlarına ve göğsüne sapladı. Çok çevik hareketlerle kadının yanına gidip enjektörün içine kadından cıvık maddeler çekti. Kalabalığa gösterip “Bu gördüğünüz de bu yalancı kadının itibarıdır. Çok yakın zamanda gerçek yüzünü görürsünüz,” dedi. Kavanozu hızlı hızlı salladı. O salladıkça kavanozun içindeki madde daha da iğrençleşti. Muhabir kadın ayıldığında tahmin edemeyeceğiniz kadar çirkinleşmişti. Burnu hem uzamış hem genişlemiş, ağzına doğru kıvrılmıştı. Yüzü kırışmış, gözleri büyümüş ve pörtlemişti. Bunu gören insanların kimisi çığlık attı, kimisi ağlamaya, kimisi kahkahalarla gülmeye, kimisi kusmaya başladı. Kadın, eliyle yüzünü kapattı, bağıra bağıra ağladı. Sonra telaşla sergi salonunu terk etti.
Herkes dehşet içinde kalmıştı. Yürekleri yerinden çıkacak, gözleri patlayacak gibiydi. Adamın saatinden bir sinyal sesi daha geldi, tüm bakışlar adama kilitlendi. Sırada kim vardı? Adam, hızla eşyalarını toplayıp salondan çıktı.
E.Ecran Çeliksu