(Bu hikaye Yarınya hikayesinin devamı gibi. Yarınya’yı okumak isteyenler için Yarınya şöyle bırakmış olayım :))
Ölmedim. Ama her an ölebilirim. Bugün, yarın veya en kötü tam bir yıl sonra. En kötü mü? Evet aslında en kötü. Çünkü her an ölecekmiş gibi yaşamak yaşamak değil sanki. Ne kadar bunu düşünmeyeceğim desem de beynimin ücra köşelerinden bana fısıldıyor. Kim? Şeytan, nefis, yoksa ruh mu? İnsan yaptığı yapacağı hiçbir şeyi düzgün kafayla yapamıyor bu düşüncelerden. İnsanların biraz daha düzelmesi, her geçen gün ölüme yaklaştıklarını bilmeleri için bu uygulamaları yapmaları iyi mi oldu, bilmiyorum. Vardır elbet iyi yönleri de ama bu durgunluğu, bitkinliği, boşvermişliği nasıl öngöremediler anlamıyorum. Artık kızmanın manası yok. Bunları düşünmeyeceğim. Çünkü her an ölebilirim. Sevdiğim ve hiç yapmadığım ama sevebileceğim şeyleri yapacağım. Artık ne kadar yapabilirsem.
Çantamı alıp çıktım evden. Birkaç merdiven inmiştim ki ayağım kaydı düştüm kıç üstü. Ölmedim. Çıkmasam mı dışarı? Daha çabuk ölürsem? Ne saçmalıyorum. Belli değil mi ne zaman öleceğim zaten? Nasıl çabuk olabilir? Sus artık. Kalktım. Merdivenleri inmeye devam ettim. Her bir saç telim beyazladığı için güneş ışığında hatta karanlıkta da kafam parlak. Nurani bir parlaklık. İnsanlar gördüğünde son zamanlarımı yaşadığımı anlıyorlar.
Bazen küçücük çocukların, bebeklerin saçlarının beyazladığını görmek insana acı veriyor. Anne babaları neler hissediyordur kim bilir? Çocuğunuz yanınızda ama her an ölebilir. Kendi ölümünü beklemekten daha zor olmalı. Bilemiyorum. Ben hiçbir yakınımın ölüm yılını görmedim. Pek yakınım da yok zaten. Biraz yalnız biriyim. Hâlâ “im”. Yakında “dim” olacağım. Geçmiş insan eki alacağım.
Apartman girişinde bulunan posta kutuma yarısı dışarıda bırakılmış bir zarf gördüm. Kim bana ne göndermiş olabilir ki? Yalnızlığımı biraz yapan insanlar da bu zamana kadar hiç mektup göndermedi. Zarfı aldım. Çok zarif duruyor. Yırtmamaya çalışarak açtım. İçindeki kâğıdı aldım. "Merhabalar S. bey. Son boncuğunuz 30.02.2305 tarihinde saat 9.70 sularında kaybolacak ve tüm saç telleriniz beyaz olacak. Bu vesile ile kendinize dikkat etmenizi ve son zamanlarınızı güzel geçirmenizi diliyoruz. Son anlarınızı daha güzel yaşamak istiyorsanız aşağıda ve internet sitemizde belirtilen son günlerini yaşayanlar için indirimli tatil paketlerimizi inceleyebilirsiniz. Yaşam odası randevularımız da mevcuttur. Aşağıdaki numaradan bize ulaşıp merak ettiklerinizi sorabilirsiniz." Muhteşem bir el yazısıyla yazılmıştı. Ağlasam mı sevinsem mi bilemedim. Tatile çıkmayalı uzun zaman oldu. Gerçi ben hiçbir zaman tatile çıkmadım. Hayır gitmeyeceğim. Böyle şeyleri sevsem aklıma gelirdi ve hemen bu tekliflerden birini de kabul ederdim. Düşündüğüme göre sevmiyorum. Kâğıdı katladım. Daha düzgün katlansın diye baş ve işaret parmaklarımın arasına alıp çektim. İşaret parmağımda bir sızı hissettim. Kağıt kesiği. Kanamıyor ama acısı fazla. Elimi çırparak dışarıya çıktım. Her fırsatta hatırlatıyorlar öleceğimizi. Bazı insanlar hangi yıl öleceğini bilmemek ve biraz daha rahat yaşamak, hayatlarına devam edebilmek için boncukları görmeyecekleri yerlere koyuyorlar, evlerindeki bütün aynaları kırıyorlar. Ama bunlara rağmen bir şekilde yine öğreniyorlar. Şekil a’da görüldüğü üzere.
Herkes bana bakıyor. Kimisi “nıç nıç” larla bakıyor, kimisi üzülüyor, daha fazla yaşamak istemeyip dini açıdan çok günah olduğunu bildikleri için intihar edemeyenler de kıskanarak bakıyor. Kendinden geçenlerin, ölmenin bir kavuşma olduğunu düşünenlerin yüzünde de boş bir gülümseme var. Yanımdan hemen hemen her geçenden bi şeyler duymaktan bıktım. “Üzülmeyin herkesin sonu bu”, “Allah’ın rahmeti üzerinize olsun”, “Tanrı sizi korusun”, “Tasalanma kardeşim. Ona kavuşacaksın. İnsan başka ne ister ki!”. Yeter artık. Daha fazla kafayı yememek için kulaklığı takıp müzik açıyorum. Ana baashaq el bahr. Ne hoş bir şarkı. İnsanları görünce neden evden çok çıkmadığımı, onların arasına karışmadığımı ve yalnızlığı neden sevdiğimi anladım. Bence haklıymışım. Bu pek de sevilecek bir şey değil.
Ne yesem acaba? Düşünüyorum ama öyle yemediğim yemek istediğim pek bir şey yokmuş. Birkaç şey var dini vecibelerden dolayı onları yiyemiyorum.
Ölüme yaklaştıkça vicdan azabım gittikçe artıyor. Korkuyorum. Yaptığım günahlar, yapmadığım hayırlar. Ölüme yaklaştıkça hayat bir korkudan ibaret olmaya başlıyor. Hayır düşünmemeliyim. Artık yapabileceğim bir şey yok. Keşkeleri düşünmenin lüzumu yok. Keşkelerimin yüzümde bir tokat, yanağımda bir allık olmasına izin vermemeliyim. En iyisi gidip bir döner yiyeyim. Ya da tavuklu pilav mı yesem? Yanımda keşke o da olsaydı. Ben tek yemek yemeyi sevmem ki. Şimdilik bir çikolata alayım.
-------------------------
Hâlâ ölmedim. Altı ay oldu. Çok yaklaştı hissediyorum. Bu zamana kadar her şeye alışmaktan nefret ediyordum. Ölecek olmama, ne zaman öleceğimi düşünmeye alışamıyorum. Ne olur buna da alışayım artık. Ne olur, düşünmek istemiyorum artık. Evime gelen mektuplardan, gelen maillerden bıktım. Kafayı yemekten korkuyorum. Hayır hayır ölmek istemiyorum. Biri zamanı durdursun. Tamam öleceksem de hemen öleyim... Bu şekilde yaşamak istemiyorum. Yaşam odası mı kiralasam? Biraz daha yaşarım belki. Tamam sakin olmalıyım. Evet neydi “Keşkeleri düşünme, ileriyi düşünme. Şimdini yaşa” Geçmiş ve geleceğimizi, şimdimizi mahvedecek kadar düşünmenin manası yok. Evet tamam. Sakinim evet. Keşke o da yanımda olsa. Biraz daha kolay olurdu ölümü beklemek. Arasam mı? Hayır arayamam sesini duyarsam kalbim tekleyebilir. Ölebilirim. En azından bir kere görseydim. Mesaj mı atsam? Evet öyle yapayım. “Şey ben ölüyorum da…” hayır böyle değil. “Merhaba Y. Bu sene benim ölüm senem. Boncuklarım biteli altı ay oldu. Acaba kabul edersen ve müsaitsen tabii ki, son bir kere seni görebilir miyim?” Tek tik. Fotoğrafı da yok. Uygulamayı silmiş demek ki. Hayır engellemedi tabii ki. Neden engellesin ki hiçbir şey yapmadım ben. Yaptın salak kafa. Hiçbir şey yapmayarak çok şey yaptın. Nefret ediyorum kendimden. Helallik almalıyım ondan. Onun hakkı üzerimdeyken ölemem. Ölmemeliyim. Evet onu bulmalıyım. Eski mesajlarında mail adresi vardı. Heh evet burada. “Merhaba Y. Bu sene benim son senem. Boncuklarım biteli altı ay oldu. Acaba kabul edersen ve müsaitsen tabii ki, son bir kere seni görebilir miyim? Konuşmamız gereken bir şey var.” Gönderildi. Nolur hemen cevap ver. Nolur cevap ver. Hadi Y. Neyse birazdan dönüş yapar herhalde. En kötü yarına kadar. Ama ya yarına kadar ölürsem. O cevap verene kadar evden çıkmayacağım. Her adımımı dikkatli atmam lazım. Sıvıdan başka bir şey tüketmeyeceğim. En azından o cevap verene kadar.
------------------------
Hâlâ yaşıyorum. Sanırım. Y. sonunda cevap yazdı. Evlendiğini, artık onu rahatsız etmememi söyledi. Filmlerdeki gibi. Ben de hakkına girdiğimi, hakkını helal etmesini, affetmesini istedim. Bu şekilde düz söylemedim tabii. Yalvardım. Çok.
Sanırım ben ölmeyeceğim. Yani sanırım benim boncuklarım bozulmuş. Bozulmamış olsa bu zamana kadar nasıl yaşarım. Tamam bir sene içinde ölebiliriz de tüm boncuklar kaybolduktan sonra bu kadar yaşayan yoktur. Rekor kırmış olmalıyım. Evet evet boncuklar bozuk. Hahahah. Saçlarım mı neden beyaz o zaman? Hepsi göz yanılması. Tabii. Işığın nereden geldiğine bağlı. Siyah vardır içinde de iç kısımda kalmıştır. Kesin öyledir evet. Hahahaha. Ölmeyecem tabii. Tamam ya ölmem ben. Ölmem değil mi biri bir şey söylesin. Konuşsanıza. Size diyorum hey. Bakın size siyah teli gösterene kadar saçımı yolacağım. Bakın şimdi. Ahh. Burada yok. Bir saniye. Aııhhh. Tamam burada da yok. Nerede bu? Hah bakın kırmızı teller. Evet bakın demiştim. Zaten benim saçım kızıldır. Hayır saçmalamayın ne kanı. Bakın kıpkızıl bir saç işte. Konuşun lan. Öldüreceğim kendimi. Evet. Biri haklı bulsun beni. Eee evet evet öldüreceğim. Siz istediniz bunu. Bu vicdan azabı size ömür boyu yeter. Hahahah ömür mü boyu?! Boncuk boyu mu demeliydim. Hahahah. Gidiyorum. Hoşça kalın.
Ahmet Can