Birinci versiyonu okumak isteyenler için link
https://docs.google.com/document/d/124m_dSZrniCI6imlRYMdvzjoaDlW8xXkyOe9RZcTvx4/edit
Geldi bizimki. Bizim bey. Geldi. Yine korku kapladı tüm bedenimi. Dizlerim tutmuyor. Elim ayağıma dolaştı yine. Neye kusur bulacak bakalım? Neyi bahane edecek dövmek için? Pardon ona dövmek değil sevmek denirmiş. Öyle derdi annem. “Erkek adam karısını sevdiğinden döver,” derdi. Kasap sevdiği postu yerden yere vururmuş. Bizimki de en çok yanaklarımı sevdi benim. En çok yanaklarıma güller ekti. İlk gülü evlendiğimiz gün ekti. Sabah gözlerimi kendisinden on saniye sonra açtım diye. Geçen komşunun nişanlı oğluna nasihat verirken duydum; ilk günden haddini bildirmezsen karı milletine, adamın boynuna yuları geçirirmiş. Öyle dedi bizimki.
Geldi, eve girince yine dik dik baktı bana. “Yemek hazır mı?” dedi. “Hazır,” dedim. “Kime diyon lan! Eşşeğin başı mıyım ben. Bey diyecen bey! Hazır bey diyecen,” diye bağırarak sevgi dolu tokatlarını yanaklarıma nakşetmeye başladı. Bizim kız koşa koşa mutfaktan siniyi getirdi. “Tamam baba. Hazır sofra,” dedi. “Vurma baba. Tamam,” deyince kız, ona da vurmaya başladı. Yani sevmeye. Yanaklarımıza güller ekmeye başladı. Yıllarca benim yanaklarımı sevdiği gibi çocuklarımın da yanaklarını sevdi. Her akşam herhangi bir bahaneyle sırayla yanaklarımıza geçirir tokatlarını. Çocuklara “Babanız sevdiğinden vuruyor,” derim. Ne de olsa babaları, onu düşman bellemesinler isterim.
Bugün Necla Abla geldi kahve içmeye. Yanaklarımdaki tokat izlerini görünce sordu. “Kocan olacak öküz dövüyor mu seni?” dedi. Bi şey demedim. Korktum. Dersem bizimkinin kulağına gider diye korktum. Kulağına gider de bir de bu yüzden döver diye korktum. “Dövse de seviyor Necla Abla. Ben de beyimi severim,” dedim. Ama Necla Abla anladı ve kızdı bana. “Başlatma beyine. Böyle sevmek mi olur?” dedi. “Niye ezdiriyon kendini?” dedi. Haa bir de “Ben senin yerinde olsam basar giderim,” dedi. “Töbe de Necla Abla. Gelinlikle girilen evden kefenle ancak çıkılır,” dedim. Dedim dedim ama kafamın üstünde bir ampul yanmadı da değil. Gece boyunca gözümü kırpmadan düşündüm. Niye ezdiriyordum kendimi? Düşündüm, özümde bu kadar sabırlı mıydım? Çocukken oyunlarda yenilince ortalığı birbirine katardım. Gençken kimse bana laf edemezdi, bakışlarımla korkuturdum herkesi. Annem “Seni filanlar istedi, verdik. Haberin olsun,” dediği anda bir libas çıkarır gibi ruhumu, duygularımı, benliğimi çıkarıp sandıklara kaldırmıştım sanki. Kaynanam olacak kadın parmağıma yüzüğü takar takmaz tutuklu bir mahkum gibi hissetmiştim. Onlar nasıl istiyorsa öyle olmak zorundaydım.
Necla Ablanın kızmasıyla kendimi hatırladım. Bir gün özüme döneceğime dair söz verdim kendime. Sabrımın son damlaları da taşsın hele. Hele içimdeki korku toparlanıp cesaret yumağına dönüşsün, o zaman döneceğim özüme. Asıl o zaman bilinecek hadler. Asıl o zaman ekilecek güller. Kasabın yerden yere vurduğu posttan neler olurmuş o zaman bilinecek.
Sabah her zamanki gibi kahvaltıyı hazırladım. Bizimki şapır şupur götürdü ne var ne yoksa. Sofradan kalktı. Ceketini tuttum. Ayakkabısını giydi. Kapısını açtım. Tam evden çıkacaktı ki kapının önünde bir zarf buldu. Zarfta ne yazdığını bilmiyordum ama görür görmez içimi bir korku kapladı. Bu seferki korku başkaydı. İşte o içimdeki tüm korkuları cesaret yumağına dönüştürecek son korku hamlesiydi. Bunu bildim. Hissederek bildim. Bizimki zarfı açtı. Sonradan öğrendiğime göre zarfın içinde ödemediği borçları yüzünden eve haciz geleceği yazıyormuş. Bembeyaz kesildi bizimki. Bir hışımla geri döndü. Beni tokatlamaya başladı. “Sizin yüzünüzden! Her şey sizin yüzünüzden!” diye bağırarak tokatlarını savuruyordu yanaklarıma. Onun suçları benim olmuştu yine. Hep öyle olurdu. Araba çalışmazsa suç benimdi. Un biterse suç benimdi. Evden çıkarken bir şey unutsa suç benim, çocukların okul ihtiyaçları olsa suç benim. Günah keçisi derler ya, hah, tam olarak o, benim.
Bizimki sinirini alamadı çocukların odasına daldı. Onlara vurmaya başladı. O esnada sandıklara sakladığım benliğimi yeniden giydim. Sabrımın son damlası da taştı artık. Tahammül bitti. Derin bir nefes aldım. Yuvarlandığım yerden kalktım. Avazım çıktığı kadar bağırdım. “Yeter ulaaaan! Yeteeer!” Yıllar sonra ilk defa sesimi duydum. Ne güzel sesim varmış be. Elime ateşte kızdırdığım soba maşasını alıp odaya koştum. “Noluyo lan karı?” dedi bizimki. İlk defa karı dedi bana. Hiç hitap etmez, en fazla “Şişşt, lan!” derdi. Maşayı bastım yanaklarına. Sonra olanca kuvvetimle art arda tokatlarımı savurdum. Oğlan da yardım etti. Babasının elini kolunu tuttu. Vurdum. Bir daha vurdum. “Dur karı, tamam” diyordu bizimki. Yalvarıyordu. Durur muyum? Yıllar sonra ilk defa korku nedir unutmuşum, durur muyum? Mecali tükendi bizimkinin. Dört büklüm oldu. Ayaklarıma kapandı. “Tutun bahçeye çıkaralım,” dedim çocuklara. Bahçeye çıkardık güç bela. Evin tam karşısındaki ağaca urganla bağladık.
Çocuklara “Eşyalarınızı toplayın,” dedim. Ben de topladım. Bizimki tam bir bey edasıyla “Etme gülüm. Ben, siz olmadan nasıl yaşarım?” diye yalvarırken iki tokat daha geçirdim yanaklarına. “Ne halt yersen ye,” dedim. Necla Abla’nın dediği gibi basıp gittim. Gelinliğimle, kim olduğumu bilmeden girdiğim bu evden kefensiz olarak hem de ben olarak çıktım.
E.Ecran Çeliksu