Lanet

Saliha Özer

- Biraz da yanımızda otur, hep odandasın, ayıp oluyor artık.

- Ben rahatım karışma bana bi ya!

- Ne demek karışma, sen gelmezsen ben gelirim.

- Ayy tamam geliyorum, bekle.

Yine o güzelim yataktan kaldırılarak keyfi bozulmuştu bile. Oysa duvara dönük yatmak, bazen sırtüstü hâlde mala izleriyle şekillenmiş, isle bezenmiş tavandan çocuksu figürler çıkarmak, içeride kuru gürültüde oturmaktan daha fazla haz veriyordu ona.

İstemeye istemeye de olsa kalktı, hırkasını üstüne geçirip salona geçti ve kahkahaların ortasında kalıverdi. Biraz bayık gözlerle bakındı ama hayır, olacağı yoktu, kahkahaların tizliğini kaldıramayacaktı. Kalktı, odaya gitti, dolabı açtı ve spor denilebilecek parçaları birleştirip giyindi. Dışarı çıkmak için son kez baktı aynadan. Tamamdı işte, daha fazlasıyla uğraşamazdı. Kendini bir aceleyle sokağa atıp, hızlı adımlarla yürümeye başladı. Kalbinin hızını fark ettiğinde bir nebze duraksayıp yavaşlaması gerektiğini düşündü, yavaşladı. Ne yapacağını bilmediği zamanlarda yaptığı gibi sahaflara doğru meyletti ayakları.

İstanbul Pasajı'ndaki sahaflara vardığında karşılıklı dükkânları bir sağ bir sol gezdi. Bu bir ritüel olmuştu artık kendisi için. Okuyabileceği kitaplara göz attı. Bu uzun soluklu can sıkıntısını ancak kalın bir kitapla atacağından hiç şüphesi yoktu. Kapağı yazısız bir kitaba ilişti gözü. Önce aldırış etmediyse de şakaklarında hissettiği bir çekim gücüyle eli kitaba uzanıverdi. Şöyle bir karıştırdı sayfaları. Kitabın sonuna doğru sayfalar arasına sıkıştırılmış bir zarfa denk geldi. Heyecanlandı.

- Nedir fiyatı?

- Uzun zamandır rafta boş duruyor, 15 lira versen yeter. Ancak sana bir tavsiyem var, gözlerine dikkat et.

- Buyur abi on beş lira, eyvallah.

Heyecanı adımlarını hızlandırırken yürüdüğü parkın mesafesini uzatıyordu. İçi çabucak Hürriyet Park'ta oturup zarfı açma isteğiyle doldu

Nihayet vardı, zarfın olduğu sayfayı açtı, bir banka oturdu ve zarfın eskitme kâğıt dokusunu parmaklarında hissetti. Önce çekindi açmaya, birinin özelinden ne alacağı olacaktı ki. Hem belki sadece öylesine, içi boş bir zarftı. Hâkim olamadığı merakıyla açtı zarfı. Tam tahmin ettiği gibi bir mektuptu.

Gözleri ilk sağ alttaki isme ilişti. " Sevgilerimle, Mustafa". Ve üstteki tarih... 06.02.2027.

Önce rakamları yanlış gördüğünü sanıp sayfayı gözlerine yaklaştırdı. Hayır doğruydu. 06.02.2027.

"Galiba yanlış yazdılar." deyip okumaya koyuldu.

"Sevgili Zehra

Garip hâlller içinde ve hayli korkuyla yazıyorum sana. Çünkü başka ne yapılır bilmiyorum. İnan bana sabahı zor ettim, altımdaki kuş tüyü yatakta dahi sırtım rahat edemedi. Mesele sırtım değil biliyor musun, bunca zamandır sırtımda taşımayı bırakamadığım hâlet-i ruhiyem. Nerdeyim Zehra, beni bulabilecek misin? Yahut sualimi değiştireyim, beni arıyor musun? Dünya Savaşı bitmiş, ben başka bir zamanın içinde gerçeği aramaktayım. Kendi hayatımın üzerinden asır geçti. Sen ise muhtemelen toprakla buluştun. Bu gerçek beni bitiriyor, ancak ölemiyorum, 137. yaş günümde aynı dünyanın farklı yüzüyleyim..."

Yüz otuz yedi mi?

Ya bu rakamlar birbirine karıştı ya da şu an garip şeylerin ortasında kalıvermişti. Göğsünü sıcak bir korku kapladı, açılan ağzıyla yanakları gerildi, gerildi, gerildi... Bir kahkaha patlattı. Galiba bir rüyadayım deyip bir kez daha patlattı. Hayır, rüyada değildi. Mektubu okumaya devam etti. Merakına eşlik eden korkuyla birlikte.

"... yılların birbirini kovaladığı yetmiyormuş gibi bende ölümü kovalamakta hâlâ ısrarcıyım. Maksadım senin kıyında bir yere ulaşmak. Biliyor musun, bu çağda bile salgınlar oluyor Zehra, hâlâ insanlar ölüyor. Üstelik bu sanıldığı kadar zorlamadı kimseyi. En çok da beni zorlamadı, çünkü haddinden fazla dostumun ölümüne şahit oldum.. 2019'dan bu yana sekiz yıl geçti, öleceğimi umarak hiç maske kullanmadım. O zarfı hiç açmayacaktık Zehra. Şimdi biz ayrı düşmüş olmazdık hem. Yanaklarındaki taze gülleri topluyor olurdum..."

Evet korkunçtu bu okudukları, üstelik gerçekti. Kafasını kaldırdı, öyle hızlı kaldırdı ki gözleri karardı. Okuduklarını sindirse iyi olacaktı, yoksa keçileri kaçırabilirdi. Gözlerini dinlendirmek için parmaklarıyla ovdu, sonra yumdu. Derin bir nefes çekip okumaya devam edecekti. Gözlerini açtığında Hürriyet Park’ta değildi. Bilmediği, daha önce hiç görmediği bir yerde buldu kendini. Oturduğu bank, üzerindeki kıyafetler, ayakkabıları... bütünüyle başkalaşmıştı her şey. Dehşete kapıldı. "Rüyadayım yahu, uyanmam gerek, korkunç bir rüya bu." dedi.

Uyanamıyordu, gerçeğin içinde olduğunu anladı. Sakinleşmeliydi. Birini bulup nerede olduğunu sormalıydı. Koştu, koştu ve üstü kapalı bir pasaja girdi. Şuursuzca ve işin matematiğini hesap etmeden ışığı yanan ilk dükkânda buldu kendini. Arkası dönük adama titrek sesiyle seslendi:

- İyi akşamlar buranın yabancısıyım ve bu akşam kayboldum, nerede olduğumu soracaktım da...

- Gözlerine dikkat etmemişsin.

- Anlamadım?

- Zehri gözlerine temas ettirmişsin.

- Ne zehri, anlamıyorum. Adres sormak istemişt... Siz...Aman Allahım! N'oluyor, çıldıracağım yalvarırım yardım edin. Sizden bir kitap aldım, içinden zarf çıktı ben de merak edip...

- Biliyorum, okudun ve zarfa dokunduğun parmaklarını belli ki gözlerine dokundurmuşsun ancak çok geç.

- Ne için geç?

- Dönmek için.

- Nereye?

- Kendi zamanına, bu sahaf dükkanının yeni sahibi sensin. Ben şimdi Zehra'ya gideceğim. Şanslıysan laneti devredecek birini bulabilirsin, değilsen beni affet. Hoşça kal.

Kapıdan çıkan adamın peşinden koştuysa da yetişemedi. Hâlâ anlam veremediği bu korkunç olaylar silsilesini sonlandırmak istedi fakat yapamadı. Yanaklarında hissettiği sıcaklık bir süre sonra hıçkırıklarla ağlamaya dönüştü.