İlk kapıdan geçince antrasit renginde bir kapı daha çıkıyor karşıma. Ardında fildişi rengi duvarlara sahip bir oda. Duvarda kan lekesi, hayır aşağı bakma. Sakin ol, bunlar gerçek değil. Hayır sakin olma, gerçekmiş gibi düşün.
Bir muhabirlik simülasyonunun içinde kendimle savaş veriyordum. En kötü şartlarda bile işimizi yapabilmemiz için tasarlanmış bir eğitim sistemiydi bu.
Pencereye baktım. İçerideki vahşetten bir haber güneş doğmuştu, kuşlar ötüyordu. Ağaçlar neşeliydi. Neşeli miydi? Bilmiyorum. Kuş sesleri bile var, simülasyona bak. Bir an burada oturup sadece dışarıyı izlemek istedim. İçeriye bakmak bile istemiyordum. Odada her şey antrasit ve fildişiydi. Bakıldığında çok güzel bir uyumdu ancak bu tarz uyumlar bana çok psikopatça geliyordu. Ne gerek var? Zevk değil de zoraki bir seçim oluyordu bir yerden sonra. Oda siyah ile beyazın torunlarının modern zaman savaşı gibiydi. Antrasit, siyah ile beyazdan doğan bir renkti.Bir nevi dönüşüm. Bir yerde okumuştum. Oranlar önemliymiş renk karışımlarında. Burada bir mesaj olabilir miydi? Fildişi de beyazın dönüşümüydü nihayetinde. Kapı gıcırtısı mıydı o ses? Şu an burada kimse olamazdı. Olabilir miydi? Ayak sesleri de geliyor gibi ve yerde sürünen sert bir cisim. Çok yaklaştı. Nefesimi tutmuş kapıya bakıyordum.
Simülasyon bitmeden uyandırdılar. Bu normal değildi. Henüz başlamamıştık bile. En son duyduğum sesler de normal değildi. Neler oluyordu?
-Ayça, Ayça... Bizi duyuyor musun?
Kafamı salladım. Simülasyon için verilen ilacın etkisindeydim halen. Bu sistemi geliştiren mühendislerden birkaçı başımda bekliyordu. Endişeliydiler. Ama garip bir umut seziyordum gözlerinde. Belki de uyduruyorum. Zorla heceleyerek konuştum.
-Ne oldu?
Mühendisler kendi aralarında ufak bir bakıştılar, sonra birisi konuşmaya başladı.
-Sorun yok, sistemsel bir hata oluştu. Ne hatırlıyorsun?
Gözlerimi kapatıp hatırlamaya çalıştım. Ayak sesleri duyuyordum en son.
-Biri vardı. Benim bulunduğum odaya geliyordu.
Yine kendi aralarında bakışmalar. Büyük bir sorun vardı sanki ama aynı zamanda bu sorundan memnun gibiydiler. Sezgilerim çok daha fazlası olduğunu söylüyordu.
Yeniden simülasyona dönmek istiyordum. Tamamlamam gereken bir görevim vardı. Diğer arkadaşlar bu aşamayı geçmişken ben burada takılı kalmak istemiyordum.
-Ne zaman geri dönebilirim?
-Nereye?
Grubun sözcüsü mühendis bey konuşuyordu.
-Simülasyona.
-Geri mi dönmek istiyorsun?
-Evet. Tamamlamam gereken bir ödevim var.
Yine bakışmalar. Ama bu kez bakışmak yetmedi, konuşmak için izin isteyip camla ayrılan diğer odaya geçtiler. Yüz ifadelerini görebiliyordum. Üç kişi bir kişiye karşı bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Daha çok ikna etmeye çalışıyor gibiydiler. Üç kişide umut ve heves, diğerinde korku vardı. Tek kalan kişi pes etmiş gibiydi. O an göz göze geldik. Yapma dercesine başını iki yana salladı. Çok küçük bir andı ancak yoğun bir duyguyla benim iyiliğimi istediğini hissettim. Belki önceden olsa vazgeçerdim. Ama ben muhabirdim. Merakım endişelerime ağır bastı ve kararımdan vazgeçmedim.
Hepsi yeniden benim bulunduğum odaya geldiler. Bir saat içinde yeniden dönebileceğimi söyleyip çıktılar. Az önce başını sallayan adam, beni hazırlamak için benimle kaldı. Ona tek bir soru sordum.
-Neden?
Soruma şaşırmadı. Açıklama yapacak doğru kelimeleri bulamıyor gibiydi.
-Artık çok geç.
Ciddiyeti beni daha da geriyordu.
Kahkaha attım.
-Simülasyonu çok ciddiye alıyorsunuz. Yapmayın lütfen. Bu sistemi siz geliştirdiniz.
Acı bir tebessümdü yüzündeki. Yanımdan ayrıldı, bilgisayar başında bazı veriler girmeye başladı. Uzaktan izledim. Oranların olduğu bir sayfa açıldı.
-Renkler gibi.
Anlamsızca yüzüme baktı sonra yeniden sayfaya odaklandı.
-Renk karışımlarında da oranlar kullanılıyor. Ondan bahsediyorum. Simülasyondaki oda gibi. Antrasit ve fildişi renkleri vardı. İnanılmaz bir uyumdu. Yoksa bu sayfa renkleri ayarladığınız sayfa mı?
-Hayır.
Tek söylediği bu oldu. Ben de susmaya karar verdim. Uzunca bir sessizlik ardından yanıma geldi.
-Hiç zamanda yolculuk filmleri izledin mi?
İlginç bir soruydu.
-Hayır.
-Bu bahsettiğin oranlar en çok orada önemlidir. Bir filmde vardı. Birini defalarca sadece belli bir tarihe gönderiyorlardı. Sonra bir başkasını aynı tarihe göndermeyi denediler. Başarılı oldu. Kişi değişebiliyordu. Önemli olan tarihti. O hep aynı kalmalıydı. Bazı oranlar vardı ve hata yapmak ölümcül derece riskler ortaya çıkarırdı. Filmde hatayı yanlışlıkla değil bilerek yaptılar. Farklı bir tarihi denemek istediler. Çok riskliydi. Çünkü bir tarihe bir kapı açılmıştı ve o kapı bir şekilde kapanmadan diğer bir kapı açılamazdı. Giden kişi belki giderdi ama geri dönemezdi.
-Değişik bir filmmiş.
-Evet. Üzücü aynı zamanda. Sana bir şey vereceğim.
Elinde küçük mikrofon gibi bir şey vardı.
-Bunu kulağının arkasına takacağız ve simülasyonda benimle iletişim kuracaksın.
-Simülasyonda iletişim kurulabiliyor mu?
-Bu bizim aramızda bir sır olarak kalmalı.
O sırada içeri diğerleri girdi ve hazırlıklar hakkında konuştular. Vakit gelmişti. Kendimi çok gergin hissediyordum ama belli etmemeye çalışıyordum. Simülasyon ilacını verdiler. Yavaşça sersemlediğimi hissediyordum. Ve kendimi yine o odada buldum. İlk başladığım yerde. İlk kapıdan geçince antrasit kapı beni karşıladı sonra fildişi rengi duvarlar.
-Sesimi duyuyor musun?
-Evet.
-Neredesin?
-Aynı oda, her şey aynı.
-Saat kaç?
-23:42
-Üç dakikan var. Saklanacak bir yer bulmak zorundasın.
-Neden?
-Sana anlattığım hikaye film değildi. Çok fazla soru sorma lütfen. Saklanman lazım.
Benim simülasyon diye gönderildiğim yer... Yavaş yavaş anlamaya başlıyordum ama mantıklı gelmiyordu. Bir taraftan odaya bakınmaya başladım. Renkler o kadar aklımı başımdan almıştı ki odada ne kadar az eşya olduğuna yeni dikkat edebiliyordum. Saklanacak bir yer yoktu.
-Beni hemen uyandırın. Saklanacak bir yer yok burda. Sizi şikayet edeceğim. Ne hakla böyle bir şey yaparsınız?
Artık sesim titriyordu. Sinirden gözlerim dolmaya başlamıştı. Karşıdan ses gelmiyordu ama ayak seslerini duymaya başlamıştım.
-Lütfen. Biri geliyor.
Kısık sesle sesimi duyurmaya çalışıyordum.
-Üzgünüm Ayça. Bu projenin gizli kalması gerekiyor. Senin de orada kalman...
Konuşan diğer adamlardan biriydi. Yakalanmıştı. Neden uyarmadı ki beni? Ayak sesleri yaklaşmıştı. En köşe duvara ilerledim. Dizlerim titriyordu. Gözlerimi kapadım. İçimden bunun rüya olması için dua ediyordum. Gözlerimi açtım. Bana yardım etmeye çalışan adam elinde kanlı bir balta ile kapının önünde durmuş bana bakıyordu.